25 Aralık 2016

Bu fotoğrafa bakınca ne görüyorsunuz?

Yok etmenin, can almanın, ölümün histerik çığlıklarıyla, kendinden geçercesine her şeye meydan okuyan bir adanmışın, öfkeyle bilenmiş, gergin yüz ifadesi

Bir fotoğraf.

Bildik bir fotoğraf.

Bu fotoğrafa iyi bakın, ne görüyorsunuz?

Bir elinde, az önce kurbanına ölüm kusmuş bir silah, diğerinde Allah’ın tekliğine işaret etmek üzere kalkmış bir parmak!

İşte bu fotoğrafa iyi bakın!
Yok etmenin, can almanın, ölümün histerik çığlıklarıyla, kendinden geçercesine her şeye meydan okuyan bir adanmışın, öfkeyle bilenmiş, gergin yüz ifadesi.

Bakışlarında, mutlak bir şekilde ölmeye, öldürmeye koşullanmış bir canlının halet-i ruhiyesi okunuyor.

Yerde, ayakları dibinde başka biri, sere serpe uzanmış, öylece yatıyor.

Onu, bu yaşamdan koparmak üzere bedenine saplanmış ateş hala sıcak.

İrkilerek yere düşmüş o kocaman gövde şimdi hareketsiz.

Belki son nefeslerini solumada.
Damarlarındaki kan ağır ağır boşalıyor, ciğerlerindeki hava tükeniyor, canı yavaşça çekiliyor.

Davetliler huzurunda, dostluk ve ikili ilişkiler üzerine sözler kuran; tarihe, sanata dair konuşma yapan o ses, sonsuza dek susmuş gibi.

Az önce onu, ebediyen bu yaşamdan alıp götürecek patlamadan habersiz konuşurken, çevresini ışıl ışıl aydınlatan gözlük, hemen ötede, savrulduğu köşede boş boş bakıyor.

*  *  *

Aslında, önümdeki bildik fotoğrafı boşuna süzüyor gözlerim.

Çünkü bu fotoğrafa bakınca bunların hiçbirini görmüyorum ben!

Peki, bu fotoğrafa bakınca ne görüyorum

Bu fotoğrafa bakınca, kökü derinlerde bir stratejinin izlerini görüyorum ben!

Sıfır sorun hayaliyle yola çıkmış bir siyasetin cümle dostlukları sıfırladığını görüyorum.

Namazını, komşunun camisinde kılmak uğruna, cehenneme dönüşmüş topraklar görüyorum bu fotoğrafta.

Cihatçılara, silah yetiştirmek için yarışa girmiş bir “Hür Dünya”, çağdaş devletler eliyle ihraç edilen özgürlük, Afrika’ya özenle götürülen demokrasi, TIR’larla taşınan mühimmatları görüyorum mesela; genç yaşta yıkılan hayatları, yok yere düşürülen uçakları, menşei malum potasyum nitratları; yalanlarla, dolanlarla aldatılmış bir ülkenin kararmış geleceğini görüyorum.

Bu fotoğrafa bakınca ne görüyorum ben?

Kalabalıklar görüyorum bu fotoğrafa bakınca; resmi üniformaları içinde tekbirler getiren, bozkurt marşları söyleyen.

Mesela bir kışlada, meydanda, sokakta ya da bir okulda...

Parmakları havada, tekbirler eşliğinde, devletin özel harekât birliklerini görüyorum; sınırsız kurşun sıkıyorlar havaya bir kentin ortasında.

Bir okul görüyorum bu fotoğrafa bakınca.

Bağcılar’da, üstelik bir devlet okulu.

Çocuklar Türkçe öğrenmek için oradalar; matematik, fen, coğrafya öğrenmek için.

Koro halinde “Zafer İslam’ın, Allahu ekber” diye tekbir getiren öğrenciler görüyorum okul sıralarında.

Bu fotoğrafa bakınca ne mi görüyorum?

Cemaat okullarında beslenen, alnı secdede büyüyen darbecileri görüyorum bu fotoğrafa bakınca.

Her türlü çılgınlığı yapmaya hazırlar!

Akıldan, bilimden, eğitimden kopmuşlar; sanattan, müzikten, edebiyattan uzaklaşmışlar.

Tek bir sese, tek bir insana, tek bir fikre biat etmişler!

Ölmeye, öldürmeye adanmışlar.

Bir de, tüm bunları besleyen bir siyaset görüyorum; kürsülerde, meydanlarda, statlarda çoğalan… 

Televizyon televizyon koşuyorlar, ajans ajans coşuyorlar.

Bu fotoğrafa bakınca, “öfkeli çocuklar”  görüyorum.

Ellerinde türlü türlü silahlar, ağızlarında tekbir sesleri; sakallı, cüppeli, sarıklı!

Sınırlarımıza dayanmışlar.

Bombalar yağdırıyorlar her gün şehirlerimize, ölüler veriyoruz yok yere, günaşırı.

“Öfkeli çocukları” öven kolluk görüyorum sokaklarımızda.

Sempatik sloganları düşüyor ajanslara.

Bazen Esadullah Tim, bazen Ermeni’ye nefret olarak imzalar atıyorlar Kürtlerin harap olmuş sokaklarına.

Bu fotoğrafa bakınca ne mi görüyorum ben?

Ankara’da hilafet üzerine konferans yapmak serbest.

Şeriat bayraklarıyla yürüyor kalabalıklar başkentin göbeğinde.

Sayısı binlere varıyor göstericilerin.

Korumak için önlem almayı ihmal etmiyor kolluk kuvvetleri.

Üsküdar’da, bir belediye aracı görüyorum bu fotoğrafa bakınca; yüksek perdeden bir anons duyuluyor, kalabalıkları hilafete davet ediyor bir ses.

Daha başka şeyler de görüyorum bu fotoğrafa baktıkça.

Derin bir hoşgörü görüyorum mesela.

Yanlış duymadınız; alkollü diyerek mekân basana hoşgörü, şort giydiği için tekme atana tolerans, cihatçı/şeriatçı bayraklarıyla namaz kılana müsamaha görüyorum.

Her gün, sayfa sayfa tecavüz ve istismar haberleri duyuluyor.

En muteber kurum eliyle çocuk istismarına af girişimi, trans kadınlara linç, klasik müzik konserine palalı tehdit görüyorum.

Bir ülke görüyorum bu fotoğrafa bakınca.

Darbelerle beslenmiş, zorunlu din dersleriyle eğitilmiş, imam hatiplerle zenginleşmiş; aydınlarını yakan; cemaatçisine, tarikatçısına, hilafetçisine hoşgörüyle bakan; yazarını, bilim insanını, gazetecisini cezaevine tıkan.

Hayalleri çalınmış, onuru kırılmış, ruhu incinmiş bir ülke görüyorum.

Bu fotoğrafa bakınca başka ne mi görüyorum?

Ortadoğu halklarına âşık, “uluslararası hukuka saygılı, insan haklarında kusur etmeyen” ülkeler görüyorum; Asya’da, Avrupa’da, Amerika’da.

Ülkeler görüyorum; kimi beton duvarlarla örmüş hudutlarını, kimi dikenli teller çekmiş, kimi kuyular kazmış sınır boylarına.

Niye ki, ateşten, ölümden, vahşetten kaçmasınlar diye.

Niye ki, Ortadoğu’nun yenilmiş “vebalıları”; Arapları, Kürtleri, Türkmenleri; Çerkesleri, Ezidileri ve Süryanileri demokrasilerine bir virüs gibi bulaşmasınlar diye!

İnsan hayatlarını, üstelik milyonlarcasını, Dolarlara, Eurolara tahvil eden anlı şanlı devletler görüyorum; demokrasiye beşiklik yapmış, insan haklarına eşiklik; ikiyüzlü, arlanmaz, şarlatan bir medeniyet görüyorum bu fotoğrafa bakınca.

Bu fotoğrafa bakınca başka ne mi görüyorum?

Bu fotoğrafa bakınca paramparça olmuş hayatlar, sönmüş ocaklar, yıkılmış umutlar görüyorum; dağların ıssız doruklarında, uzak denizlerde, göç yollarında telef olmuş halklar görüyorum; yakılmış köyler, harap olmuş şehirler, viran ülkeler...

Başını örtmeyene tecavüzü mubah gören akıl, itaat etmeyen kadına dayak atmayı öven zihniyet, eğitimli insana kötü gözle bakan zevat; profesör ünvanlı zatlar eliyle büyüyen bir cehalet görüyorum!

Bu fotoğrafa bakınca, Alevinin kanını içmeye, kendinden olmayanı düşman belleyip kafasını kesmeye, insanları sapkın diye damgalayıp linç etmeye hazır, bir tuhaf eşref-i mahlûkat görüyorum.

En çok da, ne mi görüyorum bu fotoğrafa bakınca?

Artık bize ait olmayan, bizim gibi olmayan, bizim olmayan, “yeni bir Türkiye” görüyorum bu fotoğrafa bakınca.

Peki, bu yazıyı okuyan; bu yazıyı okuyup da, bu fotoğrafa yeniden, yeniden bakan siz!

Sahi, bu fotoğrafa bakınca ne görüyorsunuz siz?

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Çocuklar şeker, hayvanlar mama yiyebilsinler

Filistinli çocuklar şeker de yiyebiliyorlar mı? Peki ya Gebze'de katledilen can dostları bundan böyle mama yiyebilirler mi? Bir soru düşüyor aklıma; şeker mi, mama mı?

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (6) | Yüz karası değil, kömür karası

İçinde yol aldığımız bu serüven tanrı zamanda çıkılan bir yolculuk gibiydi. Var olmanın öncesinden, yok olmanın sonuna uzanan, aklın ayak izlerinde bir yolculuk... Karanlık, sınırsız, gizemli... 

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (5) | Bir kavalın ezgileri

Çınar ağaçları, iri koca gövdeleriyle gökyüzüne uzanmış bir abide gibiler. Ihlamurların arasından bize ulaşan rüzgârın sesi kuş cıvıltılarına karışıyor

"
"