Gündoğdu Meydanı’ndayım.
Hava açık, deniz sakin, gökyüzü berrak.
İzmir’in sakinlerini ağılıyor Kordon Boyu.
Palmiye ağaçları, Körfez’in serin rüzgârlarına dolamış saçlarını, denizin aynasında boy vermedeler.
Gençler çimlerin üzerinde sere serpe, sevgililer el ele.
Diyarbakır'dan başlayan bir yolculuk bu.
Vicdanını ve adaletini yitiren bir ülkenin yolculuğu.
İstanbul'dan devam eden, Van’da uğurlanan bir arayış.
Bir vicdan ve adalet arayışı.
Gündoğdu Meydanı’ndayım.
Kaybettiği vicdanını, yok ettiği adaletini şimdilerde Ege'de arıyor ülke.
Bir kez daha yaralarım açık.
Bir kez daha acılar içindeyim.Bir kez daha bütün yaralarımı kanatıyorum.
Şimdi ben Diyarbakır’da, Ekin Ceren Parkı’ndayım.
Roboski Anıtı’na da kıydılar. Orhan Doğan Heykeli, Ehmedê Xanî Heykeli’ne de. Siverek’te, ülkenin kurucu liderinin heykelinin üzerine, elinde satırla yürüdü meczubun biri.
Bir Newroz günü, Diyarbakır’da “Miting alanına girmeye çalışan sırt çantalı bir şahıs” diye geçiyor ajanslara. İki satırlık bir ölüm oluyor haber portallarında. Adalet uğramıyor bile semtine.
Diyarbakır’da, Balıkçılar Çarşısı’nda Dört Ayaklı Minare’yi ayaklarından vurdular. Yanı başında barışın elçisine kıydılar. Ali Paşa’da matem, Veli Paşa Mahallesi’nde yıkım. Oralarda bir yerlerde, surlarından kanıyor bir şehir.
Gültan Kışanak, Diyarbakır’ın seçilmiş belediye başkanı. Kaç ay oldu içerde? Orada, uzak bir yanından ülkenin, bilinmeyen bir dilden yaralılar hala insanlar. Cümle şehirlerin seçilmişleri şimdi neredeler? Yerlerinde kayyım, kendileri cezaevinde! Kadın evleri kapalı, sinemaları yanmış, kültür merkezleri kilit altında, sesi kısılmış şimdilerde şehirlerin…
Ülkenin üçüncü büyük partisinin başkanı, eş başkanı, milletvekilleri cezaevinde. Barışı, en az babaları kadar özleyen çocuklar bırakmışlar geride. Bir de soruları var onların; “sana kalem ve boş bir kâğıt gönderiyorum baba, bana kaldığın odanın resmini çizer misin?”
Oysa ben, İstanbul’da Maçka Parkı’ndayım.
Cizre’de Nihat Kazanhan, Okmeydanı’nda Berkin Elvan, Maçka’da Eren Bülbül için adalet arayanların arasındayım.
İstanbul’da bağlamayı kırdılar, çocukluğumuzu da beraberinde kırdılar. Gazi Mahallesi’nde iki çocuğa daha kıydılar.
Ankara’nın orta yerinde, gülüşleri nasıl da kanıyor çocukların, gencecik. Nuriye ve Semih, işlerine geri dönmek için açlığın koynundalar aylardır, gülümsüyorlar. Adaleti arıyorlar onlar. Oysaki cürümleri terörden sayılıyor hepsinin.
Tarihe, fotoğraflarla düşülüyor bazen notlar. Ekmek kavgasındaki Veli Saçılık, hem kendisi, hem de bütün KHK mağdurları için direniyor. Ankara’da bir kolluk ordusunun karşısında, tek başına. Türkiye’nin kolsuz direnişi o! Yüksel Caddesi’nde, ülkesinin kaybolmuş vicdanını arıyor.
Görevi, gerçeği millete anlatmak olan ana muhalefet partisi milletvekili, bu görevini yerine getirdiği için cezaevinde. Bir kez daha hükmünü kaybediyor adalet, bir kez daha kuruyor vicdanlar.
Bu sefer Van’dayım.
Musa Anter Barış Parkı’nda, bir vicdan ve adalet arayışındayım.
Bu şehrin seçilmiş belediye başkanı yok artık! Bekir Kaya 19 aydır cezaevinde, tutuklu. Şehirlerin, diğer onlarca seçilmişi gibi… Kadın Sığınma Evi ile ücretsiz sağlık merkezlerini kapatan kayyım, kadından şoför olmaz demiş. Sağ olsun, hepsini görevden almış. Kadın Politikaları Müdürlüğü’ne ise bir erkeği atamış hazretleri. Edremit’te ise Ermenice tabelalar kaldırılmış.
Musa Anter Parkı’nda, sanki bir akıl tutulmasının karşısındayım.
İzmir’de, Gündoğdu Meydanı’ndayım.
Ege’de, yetim kalmış bir kemanın ezgilerini duyuyorum. Gencecik bir çocuk, sırtında kemanıyla çıktığı umuda yolculukta, Midilli açıklarında yakalanıyor ölüme. Bir kez daha kanıyor vicdan, bir kez daha yaralanıyor adalet.
Ege’nin suları, ne zaman görsem, barışı anlatıyor bana.
Saymıyorum, sayamıyorum artık, kapısında kolluk bekliyor hamile kadınların. Çocukları doğar doğmaz, hapiste yerleri hazır. Ameliyata kelepçeyle alınıyor artık hastalar. Vicdanlar biraz daha körelmede, biraz daha kuruyor.
Gündoğdu Meydanı’nda, küçük bir ağacın altındayım.
Bana, 400 vekil verin, bu iş güzellikle halledelim demişti galiba ülkenin başbakanı.
Vermediler!
Yazarlar giriyor şimdilerde cezaevlerine; bir birbiri ardı sıra sanatçılar, edebiyatçılar, gazeteciler… Müebbetlik düşler kuruyorlar içeride.
Şimdi ben Gündoğdu Meydanı’ndayım; bir vicdan ve adalet arayışçılarının arasındayım.
Ömürlerini cemaatlere, tarikatlara karşı mücadeleyle tüketmiş yazarlar, gazeteciler yargılanıyor mahkemelerde, üstelik çoğu cezaevinde. Ne vicdandan bir iz kalıyor yüreklerde, ne de adaletten bir eser.
Ülkenin en güzel çocukları, artık onar onar öldürülüyorlar meydanlarda. Şehirden şehire sürülüyor mahkemeler. Faili meçhullerde anılıyor hep adları.
Kolu kanadı kırılıyor Semih diyenin, Nuriye diyenin, onlara özgürlük dileyenin; işini, ekmeğini geri isteyenin…
Gündoğdu Meydanı’ndayım.
Şimdi kanamalı her yanım.
Şimdi kanamalı Diyarbakır, Şırnak, Sur, Cizre, Silopi ve diğerleri…
Gün geçmiyor, hala ölüm haberleri gidiyor evlerine yoksulların.
Kanıyor şimdi her yanı Ankara’nın, İstanbul’un, İzmir’in.
Her yanı kanıyor Ege’nin, Akdeniz’in, Karadeniz’in.
Gündoğdu Meydanı’ndayım.
Her yanım demir, çelik, kalkan ve zırh.
Her yanda ağır bir kuşatılmışlık.
Umutsa, bir ağacın gölgesinde büyüyor.
Bir ülke vicdanını arıyor orada, bir toplum adaletini.
Kaldırıyorum başımı, bir avuç gökyüzü görüyorum.
Ama derin, yüce, sonsuz bir gökyüzü; nasıl da maviye çalıyor yüzü.
Nasıl da öylesine derin, öylesine soylu, nasıl da görünmez bir sınırsızlık içinde, olabildiğince özgür.
Gündoğdu Meydanı’ndayım.
Meydanın tam ortasında, bir avuç gökyüzünün altındayım.
Arkamda demir parmaklıklar, yanımda bir ağaç, gölgesinde ben.
Bir çocuk el sallıyor uzaktan, polis görmüyor onu.
Soramıyorum, adı belki Umut, belki Ceylan, belki Çağla.
Bakıyorum ufuklara, bir martının kanat çırpışı kaçıyor gözlerime.
Gökyüzü sınırsız mavi.
Gülümsüyorum.
Gündoğdu Meydanı’ndayım.
Bir avuç gökyüzü altındayım.