27 Ocak 2017

Ben utandım, ya siz?

İşte bu yüzyılda Kürt’e reva görülen resim!

Güne bir sevinçle uyanmak ne güzeldir.

Belki, postanın uzaklardan getirdiği güzel bir haber, belki bir müziğin ruhunuza işleyen ezgileri, belki de bahçenizde açan bir çiçeğin içinizi okşayan kokusu.


*  *  *


Güne sevinçle uyanırım ben de bazen.

Kimi zaman bir şiir açar bana kollarını, kimi zaman bir öykünün satırlarında bulurum kendimi.

Bazen de umulmadık anılar düşer, iz olur önüme.

Oturur yazarım.

Solo şarkılardan oluşan bir armoni, kalemimden dökülen sözcüklere karışır.

Odamda, bir müziğin inceden inceye tınıları, ruhumda sarmaş dolaş.

Sözcüklerimde, sanki yeni yazmayı öğrenmişçesine bir telaş.


*  *  *


Güne bir fotoğrafla uyandım bugün!

Sabah kalktım, haber özetleri için twitter’da dolaşırken gördüm onu.

O an durdum.

Uzun uzun baktım fotoğrafa.

Ne, bana kollarını uzatmış bir şiir, ne kendimi satırlarını arasında bulduğum bir öykü.
Sadece bir fotoğraf karesiydi gördüğüm.
Bakmak ile görmek bir değildir.

Görmek için baktım ona ben!
Yüzünde Bedrettini bir söylence.


*  *  *

 

Bir fotoğraf karesi, bir makaleden daha çok şey anlatır bazen.
Bazen inişli çıkışlı, uzun, imgelerle dolu bir şiir gibidir o.

Baktıkça bitmeyecek bir şiiri okursun piksellerinde. 

Bazense yazılmamış satırları gibidir bir öykünün; hüzün dolu, anlaşılmaz, gizemli.

Bazense koca bir roman.

Tek bir fotoğraf karesinin, kocaman bir tarihi anlattığı da olur bazen.

Tarih, bir fotoğraftan ibarettir o zaman.


*  *  *


75 yaşında.

Ülkesine yıllar yılı hizmet etmiş bir siyaset insanı.

Halkının geleceği için çalışmış, mücadele etmiş, ömrünü tüketmiştir.

Yedi kez seçmiş halkı onu, benim vekilim demiş, meclise göndermiş; git benim adıma söz söyle, derdimi anlat, deva ara, konuş demiş.

Bunun için hapse girmiş, acılar çekmiş, sürgün yemiş.

Şimdi bir kez daha yorgun, yüreği yaralı, burkuk.

Soğuk, nemli bir hücrede, kalbinde pil.

Bir kentten bir kente sürgün.

Kollarında kardeşleri.


*  *  *

 

Mardin.

Doğduğu, çocukluğunu büyüttüğü şehir onun.

Onu hep sevmiş, bağrına basmış; toprağım, tarihim, kaderim demiş.

Hep güvenmiş ona.

Adalet Partisi’nden kopan bir gurubun kurduğu Demokratik Parti’den vekil olmuş, Ferruh Bozbeyli, Sadettin Bilgiç ve Menderes’in oğullarıyla birlikte politika yapmış.

CHP ‘deki siyaseti altı yıl sürmüş. Mardin halkı, iki dönem de vekil olarak seçmiş onu; Bülent Ecevit’le, Deniz Baykal’la çalışmış; SODEP üyesi olarak parlamentoya girmiş Erdal İnönü ile mesai yapmıştır.
Ülkenin 12 Eylül karanlığını üzerinden atar gibi olduğu, dağ Türklerinin içimizdeki Kürtlere dönüştüğü yıllarda Demokratik Toplum Partisi’nde siyasete devam etmiş, kapatılana kadar da başkanlığını yapmıştır.

Ve Mardin halkı 2014 yılında onu bir kez daha bağrına basmış, büyük şehir belediye başkanlığına seçmiştir.

Meclis’in, Deniz Baykal’dan sonra en yaşlı, ondan sonra en çok milletvekili seçilmiş üyesi.

Şimdi sabah vakti, bir fotoğrafın sinesinde, yüreği yaralı.

Şimdi yollarda, cezaevi cezaevi dolaşmada.

Kollarında kardeşleri.


*  *  *

Ahmet Türk.

Mardinli Kürt siyasetçi.

Doğduğu kentten belediye başkanlığı yaptığı sırada gözaltına alındı.

Silivri’de tutuklu kaldı, sonra Elazığ’a gönderildi.

Mahkemesi Diyarbakır’da görülecek.

Gönlü hep demokrasiden yana olmuş.

Barıştan yana atmış yüreği.

Onu, kendilerine hizmet etsin diye başkan seçmiş Mardinliler.

Bir fotoğrafta, yüzünde dağları eskiten bir acıyla duruyor şimdi.

Tarihe kök salmış bir ıstırapla.

Dudaklarında, tarihe karalar çalan bir suskunlukla yürüyor.

Vakur bakışlarında bin yıllık bir kederin izleri.

Göğsünde bir yangın, yüreği tarumar.

Kollarında kardeşleri.


*  *  *

 

Güne, bazen bir şiirler uyanırım ben.

Sorular sorarım kendime.

Söylesene şair, niye böyle erken gittin sen?

Karanfil kokuyor mu hala tütün tarlaları?

Dağlarına, ne zaman bahar gelecek senin?

Memleketinin?

Kaç yıl geçti Diyarbakır zindanlarının üzerinden?

Hala açık mı, çıplak bedeninde bir türlü iyileşmeyen o yaralar.
Acılarını içine gömüp bütün iyimserliğiyle siyaset yapan ihtiyar!

Kim bilir, hangi başka acıların kollarında şimdi o?

Sırtında paltosu, hastane yollarında, yorgun.
Havada kar soğuğu, ayaz, yüzünde olgun bir kaygının derin izleri.

Bir fotoğrafta matlaşmış, donuklaşmış.

Kollarında kardeşleri.

 

*  *  *


Evet.

Kardeşleri kollarına girmiş Ahmet Türk’ün.

Belki nemli bir hücreden henüz çıkmıştır.

Belki hava soğuktur, zemheridir.
İçindeki sevinç zamansız, apansız ölmüştür.
Belki tütünsüz, uykusuz kalmıştır.

Kollarından, ülkesine vurulmuş bir kelepçe.

Yüzünde Bedrettini bir söylence.

“havada görmemenin, konuşmamanın kör olası hüznü”

İçinde, ömrünü tükettiği medeni bir asır.

“Kapatmış elleriyle yüzünü”

İşte bu ülkenin ağrısı.

Benim ağrım, ağrımız!

İşte bu yüzyılda Kürt’e reva görülen resim!

Sabah sabah tuhaf oldum fotoğrafa bakınca.

Ben utandım, ya siz?

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Çocuklar şeker, hayvanlar mama yiyebilsinler

Filistinli çocuklar şeker de yiyebiliyorlar mı? Peki ya Gebze'de katledilen can dostları bundan böyle mama yiyebilirler mi? Bir soru düşüyor aklıma; şeker mi, mama mı?

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (6) | Yüz karası değil, kömür karası

İçinde yol aldığımız bu serüven tanrı zamanda çıkılan bir yolculuk gibiydi. Var olmanın öncesinden, yok olmanın sonuna uzanan, aklın ayak izlerinde bir yolculuk... Karanlık, sınırsız, gizemli... 

Aklın Ayak İzleri'nde yolculuklar (5) | Bir kavalın ezgileri

Çınar ağaçları, iri koca gövdeleriyle gökyüzüne uzanmış bir abide gibiler. Ihlamurların arasından bize ulaşan rüzgârın sesi kuş cıvıltılarına karışıyor

"
"