20 Aralık 2014

Sağdan soldan, devlet ve birey manzaraları

Nazım hakkında kimlerin konuşup kimlerin konuşamayacağına karar verme yetkisini sizlere kim verdi?

Dün 9 Eylül Üniversitesi kaynaklı bir fotoğrafla başlayalım, Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Enstitüsü öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Türkan Başyiğit’in hukuk fakültesi öğrencilerine yazdığı bir notun öğrenciler tarafından çekilen fotoğrafıyla. Notta şöyle yazıyordu: "Ermeni sorunu, ortaya çıkışı, sözde soykırım iddialarına karşı Türkiye 'nin soykırım yapmadığını belgelerle açıkladığınız ödevlerinizi 18. 12. 2014 tarihinde vize sınavında teslim ediniz."  Fotoğraf sosyal medyada dolaştıkça hem üzerinde çok konuşuldu hem de basın organları tarafından haberleştirildi. Bu haberlerin altına yazılan çoğu yoruma bakılırsa, aslında vatandaşlarımızın çoğu bu notta çok da garip bir durum görmemişlerdi.

Yazılanlarda bir gariplik görüp bunu konuşanlar haklı olarak, Türkiye’nin en saygın üniversitelerinden birinde çalışan ve öğrencilerine ders anlatan, ödev veren, adının önünde üç tane ünvan olan bir hocanın “bilimle” “bilimsellik”le olan ilişkisine gönderme yapıyorlardı. Notta yazılanlar üzerine çok da bir şey söylemeye gerek yok, ben, Türkan Hanımın bu “değerli” notu vesilesiyle, bu notu yazdıran ders,  hatta bu dersi veren enstitüye dikkat çekmek istiyorum. Bilindiği gibi 12 Eylül darbesi sonrası oluşturulan YÖK’ün ilk icraatlerinden biri üniversitelerin bütün bölümlerine zorunlu olarak İnkilap Tarihi ve Türkçe derslerini koymak oldu. Kenan Evren’in o yıllarda adeta diline doladığı üç tane konu vardı: Din, Atatürk ve Türkçe. Üçü için de zorunlu dersler kondu. Atatürkçülük, bağlanılması ve kutsanması gereken bir üst ideolojiydi. Din, yeşil kuşak teorisi gereği komünizme karşı, ahlaklı biat kuşakları yetiştirmek için, beslenip büyütülmeliydi. Türkçe adına ise komünistlerin uydurduğu, devrim, eylem, özgürlük gibi yeni sözcüklere karşı savaş açılmalıydı.

Bunun sonuçlarını 30 küsür yıldır yaşıyoruz. Orta öğretimde zorunlu din dersleri anayasa maddesi haline getirildi. Üniversitelerin bütün bölümlerine ise YÖK zorunlu inkilap tarihi ve bir de Türkçe dersleri koydu. Bazı hocalar, konuşmaları içinde Atatürk sözcüğünü geçirdikleri oranda kıymete bindiler.  Ama yetmedi tabi. Üniversitelerde yıllar içinde arka arkaya Atatürkçülük ve İnkilap Tarihi Enstitüleri açıldı. Neredeyse bütün branşlardan yüksek kontenjanlarla master ve doktora öğrencileri kabul edildi, o kadar ders açılınca bu dersleri verecek hocalara ihtiyaç vardı çünkü. Enstitülere alınan öğrenciler, Atatürk’ü ve resmi tarih tezlerini ezberleyip ezberleyip aldıkları ünvanlarla üniversitelere saçıldılar. Karga kovalayan Atatürk söyleminden ileri gitmeyen çalışmalarla doktorlar, doçentler, profösörler oldular. O gün bugündür kimse buralara dokunamadı. Orta öğretime konan zorunlu din dersleri üzerine konuşuldu, davalar açıldı, çeşitli kazanımlar elde edildi, fakat bir anlamda ana sınıfından zorunlu olarak başlayıp, orta öğretimde artarak devam eden ve aslında başka türden bir din dersi anlamına gelen Atatürkçülük ve İnkilap Tarihi dersi üniversitede de yine zorunlu olarak devam etmiş oldu. YÖK sorgulandı ama ciddi olarak kimse bu İnkilap Tarihi ve Atatürkçülük dersleri nedir, niye zorunludur diye sormadı. Şimdi şöyle düşünelim, bilim üretilen merkezler olması gereken üniversitelerde bu dersin zorunlu olarak verilmesi ne demektir? Bu ders bilimsel olarak verilebilir mi? Yani Atatürkçülük ve inkilap Tarihi dersinde siz herhangi bir şekilde resmi tarihe aykırı görüşleri okutabilir misiniz? Bilimsel olabilir misiniz? Bu dersin doğası zaten yanlış değil mi? Üniversite gençliğinin öncelikli olarak bu dersi kaldırmak için mücadele etmesi gerekmez mi?

Bütün bunları düşününce, attığı twitlerden Atatürk ve Türk’lük konularında patolojik ipuçları veren Türkan Hanımın, öğrencilerine yazdığı notunda çok da aykırılık göremiyor insan. Hanfendinin bulunduğu yer yanlış sanki, naapsın yani Atatürkçülük ve İnkilap Tarihi zorunlu dersinde, “Türkler soykırım yaptı” diyen görüşleri de mi okutsun?

Boğaziçi Üniversitesinde açılışı yapılan Nazım Hikmet Kültür Merkezi ise hem açılışa konuşmacı olarak çağırılan Orhan Pamuk nedeniyle kamuoyunda, hem de merkezin kuruluş ve açılış süreciyle ilgili olarak yönetim kurulunun kendi içinde tartışmalara neden oldu. Bilindiği gibi, Fikir Kulüpleri Federasyonu ve Komünist Gençlik adlı örgütler günler öncesinden Orhan Pamuk’un açılış konuşması yapmasına karşı kampanya örgütlemiş, pankartlar hazırlamışlar, bunun üzerine de ünlü yazar, üniversiteye gitmek yerine, konuşmasını video konferans şeklinde yapmıştı.

Orhan Pamuk’un bizim topraklarımızda sevmeyeni çok. İlginç bir benzerlik olarak Nazım’ın da sevmeyeni çoktu. Başta devlet olmak üzere, sağcılar, İslamcılar, Atatürkçüler, milliyetçiler, bazı solcular sevmedi Nazım’ı. Orhan Pamuk’u da aynı gruplar sevmiyor, Ermeni ve Kürtleri üldürdük dediği için, liberal düşünceleri olduğu için,  Marksist olmadığı için, AKP nin bazı yaptıklarını olumlu bulduğu için, Esad diktatörlüğüne karşı çıktığı için, yine başta devlet olmak üzere, sağcılar, İslamcılar, Atatürkçüler, milliyetçiler, solcular sevmiyorlar. Ekstradan Orhan Pamuk’un bir de “biz senin kitaplarını anlamıyoruz, bitiremiyoruz, sevmiyoruz” diyenleri var.

Orhan Pamuk, bir yazara yakışır bir şekilde devletle, resmi ideolojiyle çatışıyor, öyle olduğu için de geniş bir yelpazede devleti kutsayan değerlerin taşıyıcıları tarafından sevilmiyor. Bu belki anlaşılır bir şey,  Orhan Pamuk’un konuşmacı olmasının doğruluğu yanlışlığı da tartışılabilir bir şey, gençler belki de Nazım’ın değerlerine daha yakın “komünist” bir konuşmacı görmek istemiş olabilirler kürsüde. Benim dikkat çekmek istediğim, üniversite gençliğinin, hatta, bir yazara karşı kampanya örgütleyen ve zafer kazandığını düşünen gençliğin, aynı çabayı, demokratik süreçlere katılım konusunda göstermemesi. Orhan Pamuk evet Boğaziçi’ne gelemedi belki, bunu FKF bir zafer gibi duyuruyor ama okuduklarıma bakılırsa, salonda öğrenci de yokmuş. Asıl sorun bu değil mi? Nazım adına açılan bir kültür merkezinin açılış töreninde öğrenciler yok. Neden? Evet, Orhan Pamuk yok ama siz var mısınız? Üniversitenin, dolayısıyla da Kültür Merkezinin karar organlarında olmak, böylece konuşmacıların kim olacağını da belirlemek için hangi eylemleri yaptınız?

Öte yandan, kafama başka sorular da üşüşüyor.
Orhan Pamuk’u seversiniz ya da sevmezsiniz, liberal, islamcı, AKP’li ne derseniz deyin ama neden tahammül edilemesin ona?
Nazım hakkında kimlerin konuşup kimlerin konuşamayacağına karar verme yetkisini sizlere kim verdi?
Nazım’ın şiirlerini islamcılar, sağcılar, liberaller okusa bu kötü bir şey mi olur?
Nazım hakkında neden onlar da konuşamasınlar? 
Nazım sadece solcuların, komünistlerin şairi midir?
Çok geniş bir yelpazeden yazar, çizer, müzisyen, sanatçı dostları olan Nazım’ın, şimdi yaşasaydı, en sevdiği arkadaşlarından biri de Orhan Pamuk olmaz mıydı?

Twitter: @ymbymb
 

Yazarın Diğer Yazıları

Dünya Felsefe Günü’nde kendimize sorabileceğimiz ince sorular

Hiç doğmamış olduğunuzu hayal edin: Bu düşünce sizi rahatsız eder mi? Hiç yaşamamış gibi unutulacağınızı hayal edin: Bu sizi rahatsız eder mi?

“Etkin” olmaya çağrı: “Naturans III, Yeni Gündelik Yaşam” 

Çetin Balanuye, Naturans üçlemesinin bu son kitabında bizi, etkin olmaya ve diğer etkin insanlarla bir arada olmaya, dostluğa davet ediyor. Ben de bu davet doğrultusunda, bir ilk hareket olarak, herkese bu kitabı okumayı öneriyorum

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

"
"