16 Ağustos 2015

Orhan ile Muhammet: Devletin son çocuk cinayetleri

Orhan ile Muhammet. Bize öyle, fırının önünden bakıp duracaklar, sonsuza kadar

Orhan ile Muhammet, çalıştıkları fırının önündeler.

Bir fotoğraftan bakıyorlar bizlere.
Biz de bir fotoğrafa bakıyoruz. Elimizde tuttuğumuz bir fotoğraf kağıdı da yok. Elektronik bir “görsel”e bakıyoruz.
Fırının önündeler, “unlu mamüller”in “mamül”ü de girmiş kadraja. Orhan uzatmış telefonu selfie çekmişler. 
Belli iyi arkadaşlar. Orhan daha deneyimli fırıncılıkta, 16 yaşında, 7 aydır fınıncı. Muhammet daha yeni başlamış işe, çalışıp okul harçlığı yapacak belki. İmam Hatip Lisesine gidiyor. 3. Sınıfta.
Çatışma çıktığında beraber kaçıp odunluğa sığınmışlar.
Muhammet annesiyle konuşmuş o sırada, “odunluğa girdik, burası güvenlidir” demiş.

Muhammet daha çocuk, bilmiyor, sokaklarda “terörist” diye insan avına çıkan devletin nereye kaçsalar onları bulacağını ve çocukmuş, fırıncıymış dinlemeyeceğini.
Orhan da çocuk, bilmiyor, üzerindeki taze ekmek kokusunun onu kurtaramayacağını, bu devletin ellerinde ekmek tutan çocukları bile öldürdüğünü.
Nereden bilsin, o da çocuk.
Orhan da Muhammet de çocuk, ikisi de bilmiyorlar. Beraber çektirdikleri selfinin son fotoğrafları olacağını. Kendilerine terörist denileceğini, çatışmaya girdiler denileceğini.
Hele hele cesetlerine gerilla elbisesi giydirilmeye çalışılacağını hiç bilemezler, bilseler bile anlayamazlar zaten.

Onlar çocuk bunları hiç bilemezler, bilemeyecekler de.

Ağrı valisi biliyor ama, "Söz konusu olayda öldürülen kişiler saldırının akabinde güvenlik güçlerimizle çatışmaya girmiş ve çatışma sırasında silahları ile birlikte ölü olarak ele geçirilmişlerdir."
Ne kadar bildik bir açıklama değil mi?
İster inanın ister inanmayın.
Biri 15 diğeri 16 yaşında iki çocuk, çalıştıkları fırının odunluğunda güvenlik güçleriyle çatışmaya giriyorlar.
E öldürülüyorlar, çocuk mocuk, yaşlarına bakılacak değil ya.
Zaten soruşturma başlamıştır. Yakında gizlilik kararı alınır. Sonucun ne olduğu da unutulur gider.

Ağrı valisi biliyor ama,  onun kadar bu çocukların anneleri, babaları, komşuları da biliyor yaşananları. Diyadin biliyor, Ağrı biliyor. Fırın sahibi biliyor onların terörist filan olmadıklarını.  
Muhammet’in annesi, “Oğlum fırında çalışıyor. Akşam fırına gitti. Saat dokuz gibi çatışma çıkmış. Aradım, ‘Oğlum neredesin’ dedim. ‘Odunluğa girdik, burası güvenlidir’ dedi. Sonra da hep aradım. Bir oğlum askerden geldi. Diğer oğlum askere gidecek” diyor.
Fırın sahibi, “önlerindeki ekmeği alsan ses çıkarmayacak kişilerdi” diyor.

Biz de bilelim ama...
Ağrı’dan sonra Mardin ve Diyarbakır’dan da infaz haberlerinin geldiğini.
Mardin valiliğinin “Bir bölücü terör örgütü mensubu etkisiz hale getirilmiştir” dediği kişinin  29 yaşındaki inşaat işçisi Havzullah Doğan olduğunu. Ve Havzullah’ın babasının “Oğlum kesinlikle PKK’li değildir. Benim oğlum çok açık bir şekilde infaz edilerek, katledilmiştir” dediğini.
Diyarbakır’da, Bağlar ilçesine bağlı Kaynartepe Mahallesi’e baskın yapan polislerin etrafa rastgele ateş açtıklarını bu sırada evinin kapısında oturan 40 yaşındaki Fahrettin Budak’ın göğüs ve sırtına aldığı üç kurşunla yaşamını yitirdiğini.

Bilelim.
Ağrı’dan önce de, çoluk-çocuk, genç-yaşlı demeden yapılan yargısız infazların burada sayamayacağımız kadar çok olduğunu. Hepsinde devletimizin, genelkurmayıyla, emniyet  müdürüyle, valisiyle, başbakanıyla, cumhurbaşkanıyle “teröristler ölü ele geçirildi” diye resmi açıklamalar  yaptıklarını.

En son şunu da bilelim
“Kobani eylemleri sırasında Bingöl’de iki polisin hayatını kaybettiği saldırının ardından PKK üyesi olduğu öne sürülen dört kişinin güvenlik güçlerince öldürülmesine ilişkin davanın çıkan kararında iki olay arasında bir bağ kurulamadı.”
Hatırlayın  dört kişinin öldürülmesi için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan,“Failler cezalandırıldı”, Başbakan Ahmet Davutoğlu da “Anında cezalandırıldılar” demişti.
Kimlermiş öldürülenler, cezalandırılanlar: Olayla ilgisi olmayan kişiler.
Yani devlet ne yapmış? Yargısız infaz yapmış.
Cinayet işlemiş.

Orhan ile Muhammet.
Devletin öldürüp sonra terörist dediği son iki çocuk.
Bize öyle, fırının önünden bakıp duracaklar, sonsuza kadar.
İzmir’e, Istanbul’a, Muğla’ya, Erzurum’a, Tekirdağ’a Türkiye’ye bakacaklar.

Biz ne yaptık?
Biz ne yapalım? diye soracaklar.
Ekmek kokusu gelecek burnumuza.
Burnumuzun direği sızlayacak...
Sızlayacak mı?

@ymbymb

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti

"
"