12 Temmuz 2019

Mesele sanatı çuvala sokmak

Sanatın hemen hemen bütün alanlarında eğitim veren, sanatçı yetiştiren öğretim elemanlarından çuvallara, kitap, resim, heykel, seramik, filmler, oyunlar, notalar doldurulsun istenmiş…

Geçtiğimiz gün bazı basın organlarında ve sosyal medyada yer alan fotoğraflarda, Dokuz Eylül Üniversitesi’ne bağlı, Güzel Sanatlar Fakültesi(GSF) ve Devlet Konservatuvarı öğretim üyelerinin her birine beşer adet dağıtılan ve patates, soğan taşımakta kullanılan plastik çuvallar görülmekteydi. Çuvallar, fakülte dekanlığı tarafından, bir ay içinde taşınması istenen öğretim elemanlarına “eşyalarınızı toplayıp, ağızlarını bağlayarak bırakın” isteğiyle dağıtılmıştı. Sanatın hemen hemen bütün alanlarında eğitim veren, sanatçı yetiştiren öğretim elemanlarından çuvallara, kitap, resim, heykel, seramik, filmler, oyunlar, notalar doldurulsun istenmiş… Anlaşılan o ki, dekanlık açısından “ha patates soğan, ha sanat” pek fark etmiyor.

Rektörlük, Narlıdere yerleşkesinde birbirine bağlı dört binada 90’lı yıllardan bu güne sanat eğitimi veren GSF ve Devlet Konservatuvarı binalarını depreme dayanıklı olmadığı gerekçesiyle boşaltılmasına karar vermiş. Fakülte ve konservatuvar için gösterilen yer ise üniversitenin Tınaztepe kampüsünde inşaatı yedi yıldır sürmekte olan ve rektörlük için projelendirilip inşa edilen bir bina. Tıpkı öğretim üyelerinin eşyalarının patates çuvallarına sokulmak istenmesi gibi, sanat eğitimi veren, sanatçı yetiştiren, doğası gereği uygulama yapmak durumunda olan bu kurumlar, resim, heykel ve seramik atölyeleriyle, stüdyolarıyla, ses yalıtımlı odalarıyla, tiyatro sahneleriyle, seramik fırınlarıyla rektörlük idari binası olarak planlanıp yapılmış bir ofis binasına sokulmak isteniyor. Gerekçe ise binaların depreme dayanıklı olmadığı.

Durumun anlaşılması için konuya yabancı olanlara biraz bilgi verelim. Fakülte ve konservatuvarın Tınaztepe kampüsüne taşınacağı konusu, aslında geçen yılın son aylarından başlayarak GSF hocaları ve öğrencileri arasında konuşulan fakat inanmak istenilmeyen bir konu. Yani idare tarafından resmi olarak açıklanmasa da ortada deprem raporu filan yokken, daha o zamandan kararı verilmiş bir konu. Öyle ki rektörlük, 24 Ocak 2019 tarihinde ”Son günlerde üniversitemize bağlı Güzel Sanatlar Fakültesi ile Devlet Konservatuvarının taşınmasıyla ilgili olarak; basında ve sosyal medyada doğru olmayan, gerçeklerle uyuşmayan ve üniversite rektörlüğümüzü hedef alan bir takım haberler ve paylaşımlar yapılmaktadır” diyerek bir açıklama yapma gereği duyuyor. Açıklamada “Şu anda her iki binamızın da performans testleri ve değerlendirilmeleri yapılmaktadır. Bu çalışmamızdaki amaç ise binaların depreme dayanıklı olup olmadığının belirlenmesidir. Yani güvenli şekilde eğitim verilip verilmeyeceğine ilişkindir. Yapılacak raporlamadan sonra nihai karar noktasına gelinecektir ki; bu konuda mensuplarımızın fikri de doğal olarak bizler için çok önemlidir” deniliyor(1).  İlginç olan, açıklamada bir çalışma yapıldığı ve nihai kararın henüz verilmediği, bu çalışmanın sonucuna göre bir karar verileceği söylenirken, fakülte ve konservatuvarın taşınacağı yerin daha o zamandan belirlenmiş ve üzerinde konuşuluyor olmasıdır.

Belirlenen bu yer, daha ortada “depreme dayanıksızdır” kararı yokken Tınaztepe kampüsünde yer alan ve rektörlük binası olarak inşa edilen ofis binalarıdır. GSF ve Devlet Konservatuvarı öğretim üyeleri ve öğrencileri tarafından defalarca belirtilen, “bu binada sanat eğitimi yapılamayacağı, buraya taşınılmasının fakülte ve konservatuvarın fiilen bitmesi anlamına geleceği” görüşleri ise rektörlük açıklamalarında “bir takım kötü niyetli siyasi çevrelerin etkisine kapılmak” olarak yorumlanıyor.

Konuya duyarlı çevreler ise yaklaşık bir yıldır, meselenin arka planında, her yıl yeni binalar eklenerek büyüye büyüye GSF binalarına kadar gelmiş olan üniversite hastanesinin, bu binaların bulunduğu arsanın da eklenmesiyle bir “sağlık kampüsüne” dönüştürülmek istendiğini konuşuyorlar.  Yapılmak istenen de bu amaca ulaşmada bir engel olarak görülen GSF ve devlet konservatuvarının kalıcı bir şekilde bölgeden uzaklaştırılmasıdır deniliyor. Rektörlük, “karar verilir, gerekçesi bir şekilde yaratılır” mantığıyla ancak şimdilerde kamuoyuna açıklanan, 6 Şubat 2019 tarihli mühendislik fakültesinden alınan deprem analiz raporunu ortaya sürüyor. Rapor ayrı ayrı zamanlarda (1994, 1998, 2004, 2007) yapılan ve ikisinin yeni deprem yönetmeliğine uygun olduğu bilinen dört binaya birden “içinde faaliyet gösterilmesi sakıncalıdır” diyor.

“Mesele bina değil eğitim” sloganıyla GSF ve Devlet Konservatuvarı öğretim üyeleri ve öğrencilerinin başlattığı kampanyanın kamuoyunda yankı bulması üzerine geçtiğimiz hafta İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, mevcut binanın hızla depreme dayanıklı hale getirilebilmesi için her tür desteği verebileceklerini açıkladı. Rektörlük ise bu teklifi “memnuniyetle karşıladığını” açıklamasına rağmen, Tınaztepe’deki ofis binalarına taşınılması dışında bir alternatif üretmediği gibi bu konuda taraflar arasında bir diyalog için henüz bir girişimde bulunmamış durumda. Fakülte öğretim elemanlarının yaptığı son açıklamada “Tınaztepe’deki Rektörlük için inşa edilen yeni binanın fiziki şartları, Bölüm Başkanlarımızın 4 ay önce verdiği raporlarda da belirtildiği üzere, sanat eğitiminin asgari şartlarını karşılayacak bir kapasitede değildir. Taşınma sonucu fiziki yetersizliklerden kaynaklı eğitimin aksamaması ve öğrencilerimizin eğitim hayatında mağduriyetler oluşmaması adına, Rektörlüğümüzün İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin çağrısına olumlu yanıtıyla birlikte tüm GSF bileşenlerinin de öneri ve görüşlerinin alınabileceği diyalog kanallarının açılmasını talep ediyoruz” deniliyor(2). “Mesele bina değil eğitim” diyen öğretim elemanlarına gönderilen çuvallar taşıma konusundaki ısrarın devam ettiğinin bir göstergesi.

Rektörlüğün 7 Temmuz 2019 tarihli konuyla ilgili son açıklaması farklı bir mantık ve dille kaleme alınmış.  İlginç bir belge olarak okunmasını öneriyor olsam da buraya birkaç cümlesini almadan edemedim: “…Buna rağmen sistematik şekilde Dokuz Eylül Üniversitesi’ne zarar verilmek istenmesine şahit olduk. Buradan tekrar hatırlatmak isteriz ki: eğer ortada yapılmak istenen yapıcı bir eleştiri varsa, bunun usul ve yöntemi bellidir. Bunun yerine basın üzerinden üniversitemizi sürekli tartışmaya çekmek, kimseye sonuç getirmez. Konu, insan hayatını doğrudan ilgilendiren bir takım tehditleri barındırmaktadır… Konu ‘diyalog kurmaya çalışarak’ çözülemez; muğlak ve sığ yaklaşımlarla bu iş sonuca bağlanamaz… Onların amacı, siyasi emellerini gerçekleştirmek ve olası bir makam ya da mevki edinmek için kendilerini gösterecek bir kavga zemini oluşturmaktır.” Açıklamada binaların durumunun bağımsız bir bilim heyeti tarafından yeniden değerlendirilmesi talebine karşılık ise “Aslında mesleklerine ve kendilerini yetiştiren hocalarına biraz saygı duysalar, derslerini dinleseler, böyle talihsiz açıklamaları zaten yapmazlar”(3) deniliyor.

Bizler ise, “mesleğine, kendisini yetiştiren hocalarına saygılı, derslerini iyi dinlemiş” kişiler olduklarını düşündüğümüz rektörlük ve dekanlıktan ortada duran şu sorulara cevap bekliyoruz.

6 Şubat 2019 tarihli “binaların yeterince deprem güvenlik seviyesine getirilmeden kullanılmasının sakıncalı olduğu” yolunda verilen rapora rağmen, o tarihten bu güne binalar neden ivedilikle boşaltılmamıştır?

Bu rapor ortada henüz yokken GSF ve devlet konservatuvarı binalarının Tınaztepe rektörlük binasına taşınacağı nasıl konuşulur hale gelmiştir?

Rektörlük için yapılan ve yedi yılda ancak tamamlanmış olan binaya rektörlük neden taşınmak istememektedir? Eğer taşınılmayacaksa, kullanılmayacaksa neden yapılmıştır? Yoksa rektörlük için yapılan ve “ortada kalmış” gibi görünen binanın “bir şekilde değerlendirilmesi” mi düşünülmektedir?

Binanın sanat eğitimi için uygun olmadığını rektörlük ve dekanlığın kendi açıklamalarında kabul edilmesine rağmen taşınılması için neden bu kadar ısrar edilmektedir?

GSF ve konservatuvar için daha uygun bir çözüm aranmış mıdır? Var olan dört binanın kademeli olarak taşınmadan güçlendirilmesi yapılamaz mı?(ki birçok kamu binasında bu yöntem uygulanmıştır)

Farklı tarihlerde ve ikisi deprem yönetmeliğine uygun olarak yapılan binaların hepsinin birden kullanılamaz olması ilginç değil midir?

GSF ve Devlet Konservatuarının geçici olarak taşındığı ve yenilenmiş binalarına döneceği söylenmektedir. Bunun için belirlenmiş bir süre var mıdır,  yeni binalar için mimari proje çalışması başlatılmış mıdır?

Şehrin kültür ve sanat ortamının içinde olması gereken sanat eğitimi veren bir kurumun, geçici de olsa şehir hayatından kopuk ve sanat yapılması olanaksız bir yere taşınmak istenmesi akla uygun mudur?

Bu “geçici süre”(en az iki yıl olarak söyleniyor) içinde öğrencilerin mağduriyetleri, yapamadıkları uygulamalı dersleri nasıl telafi edilecektir? Ofis binasında resim, heykel, seramik, sinema, tiyatro çalışmaları nasıl yapılacaktır?

Ve en önemlisi, GSF ve konservatuvar eski yerine dönebilecek midir? Bunun garantisi nedir?

Sorularımız bunlar. Aslında patates çuvalları, aslında arka planda yer alan bir zihniyetin ortaya çıkması; sanata, kitaba, yaratıcılığa, düşünceye nasıl ve hangi gözle bakıldığının çarpıcı bir göstergesi: Sizin yaptıklarınızın bir değeri ve anlamı yok. Üniversite için daha önemli ve değerli, daha karlı, parlak projeler varken, sanat ve sosyal bilimler gibi alanların ne değeri olur ki? Hepsini doldur çuvala gitsin.

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti