16 Haziran 2016

Liselerden yükselen ‘aykırı’ sesler

Tabii ki ses çıkaracaklar, durdukları hata…

Ortaöğretimde ders yılının içinde bulunduğumuz son haftalarında, ülkenin dört bir yanındaki liselerimizden bazılarının hiç hoşuna gitmeyen çeşitli tepkiler yükselmeye başladı. Bildiğiniz gibi ilk tepki İstanbul Erkek Lisesi öğrencilerinden geldi. Bu yıl mezun olacak öğrenciler, mezuniyet töreninde konuşma yapan okul müdürlerine hep beraber arkalarını döndüler. İstanbul Erkek Lisesi öğrencilerinin bu protesto eylemi hızla duyuldu ve başka liselerden de destek gördü. Bir anda onlarca liseden, benzer gerekçelerle yeni yeni bildiriler yayınlandı. Liselerden yükselen bu tepki sesleri daha da yayılarak devam ediyor.

Bu demokratik tavır karşısında, devletin en tepesinden gelen tepki doğrusu hiç kimseyi şaşırtmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan konuştu:

“Yaşanan bunca hadiseden ders almayan birilerinin halen liseleri, üniversiteleri kaşıyarak, toplumun ulaşabildikleri her kesimini tahrik ederek, yeni huzursuzluklar peşinde koştuklarını biliyoruz… Türkiye'nin yeni 'gezi'lere, yeni paralellere değil, büyümeye, kalkınmaya ihtiyacı var."

Şimdi doğal olarak, liseli çocukların, kendi okullarının müdürlerinin geleneksel atanma biçiminden farklı olarak MEB tarafından tepeden inme bir biçimde atanmasına ve bu atanan müdürün yaptığı uygulamalara tepki göstermesinin, ‘gezi’ ile paralel yapı ile terörle ilgisini kuramayacaksınız. Yoktur da zaten.

Böyle bir ilgi kurabilmek için, bizim geleneksel devlet reflekslerine sahip olmak gerekir.

Bölücü, yıkıcı, terörist, paralelci.

Birileri tarafından kaşınmış, tahrik edilmiş.

Bizim devletimizin algısında, her türlü tepki, farklı bir ses, hak arayışı kendi varlığına yönelik bir tehdittir ve mutlaka ‘başka’, ‘dış’ bir nedenden kaynaklanır.

Tepkinin çıktığı yerde asla bir sorun aranmaz.

Bu öğrencilerin büyük bir cesaretle verdikleri tepkinin nedeni ne?

Ne istiyorlar?

Acaba isteklerinde haklılık payı olabilir mi?

Bu sorular sorulmaz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şimdi yaptığınız gibi, kendisi gibi düşünmeyen her ses, her tepki, gezici, paralelci, terörist diye damgalanırsa, demokratik tepki denen şey nasıl mümkün olacak?

Bu öğrenciler taleplerini nasıl kamuoyuna duyurabilecekler?
Liselilerin yükselen seslerini anlamak için önce onları dinlemek gerekmez mi?

Gerçekten de, ne diyor bu çocuklar?
 

Liselerimiz ne âlemde?


Öncelikle şunu vurgulayalım, ilk ve ortaöğretim kurumları tamamen sınav ve yarışma odaklı kurumlara dönüşmüşlerdir. Eğitim-öğretim ikinci plandadır.

İlk ve ortaokul, iyi bir liseye, lise ise iyi bir üniversiteye girmek için kullanılan yarış pistleridir sadece.

Bu ortamda temel amaç yarışta önde gitmektir ve çocuklarımız ne yazık ki, en güzel yıllarını her tür sosyal aktiviteden, sanattan, spordan uzaklaştırılıp, test çözmeye odaklı olarak geçirirler.

Ortaöğretim kurumlarında kalıcı bir sistem oturtulamamış, her an her şey olabilmektedir.

Büyük vaatlerle uygulamaya konulan 4+4+4 sisteminden vazgeçileceğinden söz ediliyor. Yerine ne geleceği ve ne kadar süre dayanacağı belli değildir.

Lise giriş sınavlarında ve öğrencilerin yerleştirilmesinde tam bir kaos hakimdir.

Bir zamanların gözde okulları olan Anadolu Liseleri, bütün okullar Anadolu Lisesi yapılarak anlamsızlaştırılmıştır.
Liselerin dil eğitimi verilen hazırlık sınıfları kaldırılarak, bazı okulların sahip olduğu, “hiç değilse bir yabancı dil öğrenir” denilen özellikleri de yok edilmiştir.

Her yıl eğitim yılı ortasında hatta sonunda lise öğrenciler okul değiştirmekte, o okuldan öbürüne farklı arayışlarla savrulmaktadırlar.

Eğitimde fırsat eşitliğinin yanına bile yaklaşılamamıştır.
Hep hedeflendiği halde meslek liselerine ağırlık kazandırılamamış, bunun yerine her yıl katlanarak artan oranda imam hatip liseleri açılmıştır.

Üniversite kapılarındaki anlamsız yığılma önlenememiştir.
Dersaneleri kapatayım liselerin önemi artsın derken, öğrenciler lise son sınıfta okullarından tamamen koparılmış, dersaneden bozma uyduruk liselerden mezun olmak durumunda kalmışlardır.

Ortaokulların ve liselerin son sınıfları, bu amansız sınav yarışı nedeniyle iyice anlamsızlaşmıştır.

Okullara “teknoloji götüreceğim” diye harekete geçilmiş fakat sınıflara kullanılmayan birer akıllı tahta asmanın ötesine geçilememiştir.

Fatih projesi kapsamında pilot bölgelerde dağıtılan tabletler de hem öğretmenlerin hem öğrencilerin elinde oyuncak olmuştur.
Okullarda her şey bir sonraki sınava, test başarısına endekslenince sosyal etkinlikler kurutulmuş, öğrencilerin kendilerini ifade edebilme yolları tıkanmıştır.

Müzik, resim, edebiyat, spor, sosyal aktiviteler geri plana itilmiş, matematik ve fen başarısına dayalı bir anlayış yüceltilmiştir.
Seçmeli derslerin ‘zenginliği’ sadece kağıt üzerinde kalmış, dersler okul idareleri tarafından tamamen ‘zorunlu seçmeli’ olarak öğrencilere seçtirilmiştir.

Bu ‘zorunlu seçmeli’ numarasıyla her yıl verilen zorunlu din derslerinin yanında iki tane daha din dersi eklenmiştir.
Bütün bunlara ek olarak bir de okul idarelerinin ağırlıklı olarak belli sendika üyeleri arasından seçilip okulların başına getirildiğini ekleyelim.



Peki liselerde dersler ne alemde?


Bütün sistem sınava endeksli olduğu için kaçınılmaz bir şekilde her geçen gün yarışma kızışıyor, buna bağlı olarak da ders konuları daha da ayrıntılanıp zorlaşıyor. Yanlış anlaşılmasın bu lise derslerinin içerik olarak daha zenginleştiği anlamına gelmiyor.

Öğrenciler daha çok şey öğrenmiyorlar yani.

Sadece daha çok şey ezberlemek zorunda kalıyorlar.

Zaten yapılan sınavlardan elde edilen sonuçlar ‘başarı’nın da artmadığını gösteriyor.

Yeni Milli Eğitim Bakanı kendinden önceki bakan gibi, ders saatlerinin çokluğundan ve müfredatın ağırlığından söz ediyor, bu konuda çalışmalar yapıldığını ve yakında tamamen yenileneceklerini, ders konuların hafifletileceğini söylüyor.
Söylüyor ama, son üniversite sınav sorularına bakıldığında en ayrıntılı konulardan en çok ezber bilgi gerektiren sorular soruluyor.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu dedirtecek bir diğer örnek de bu yıl hazırlanıp yayınlanan lise tarih dersi müfredat taslağında görülüyor. Tarih Vakfı’nda lise öğretmenlerin yeni müfredatla ilgili yaptıkları değerlendirme çalışmasının sonucunda denildiği gibi: “Ders süreleri artırılmamış, bununla birlikte konu yükünün azaltıldığı iddia edilmiştir; ancak dikkatle incelendiğinde görülür ki, aslında müfredata yeni konu ve kavramlar eklenmiştir. Ders saatleri artırılmadan konu yükü artırıldığında, deneyimle sabittir ki, öğrencinin etkinliklerini temel alan  yapılandırmacı bir yaklaşım geliştirilemez ve ezberci eğitim kaçınılmaz hale gelir.” (Toplumsal Tarih, No: 270)

Bütün bunları dikkate alınca aslında meselenin farklı boyutlarının da olduğunu düşünüyor insan, Cumhurbaşkanı Erdoğan ne demişti: "Geçtiğimiz 13 yılda devrim gibi hizmetler yaptık. Ama eğitimin fiziki altyapısını bu kadar ileriye götürürken içerik konusunda aynı mesafeyi kat edemediğimizi üzülerek görüyoruz. Öncelikle ilk, orta ve lise müfredatını baştan sona gözden geçirmemiz gerekiyor. Dünyadaki en son gelişmelerle birlikte tarihimize ve kültürümüze uygun yeni bir müfredatı ortaya koymalı ve uygulamalıyız"
ilk , orta ve lise müfredatı baştan sona gözden geçirilecek ve “tarihimize ve kültürümüze uygun yeni müfredat” ortaya konup uygulanacak.

Eyvah ki eyvah!

Bunun ilk örneği sanırım tarih dersi müfredat taslağı oldu.
Kültürümüze uygun olarak hazırlanmış bu taslakla ortaya, ancak ilahiyat fakültelerinde okutulabilecek bir İslam felsefesi ve Osmanlı Medeniyeti dersi programı çıkardıklarını gördük.
Türk, İslam ama en çok da Osmanlı olan bir program. (konuyla ilgili yazım: http://t24.com.tr/yazarlar/yilmaz-murat-bilican/yeni-lise-tarih-dersi-mufredat-taslagi-turk-islam-en-cok-da-osmanli--i,14276 )

“Dindar nesil yetiştireceğiz” sözünü de düşününce bizi nelerin beklediğini siz tahmin edin.

Şimdi neler oluyor?


Lise öğrencileri Türkiye’nin her yerinden ses çıkarıyorlar, bildiriler yayınlıyorlar.

Çıkarmasınlar mı?

Ortaöğretim sistemini yap-boz tahtasına çevirirsen,
Liselerin başına kendi kafana göre müdürler atarsan,
Okulları bir takım ilgisiz vakıf ve kuruluşların uğrak yeri yaparsan,

Öğrencilerin geleneksel şenliklerine olmadık engeller çıkarırsan,
Kızların kıyafetlerine laf edersen,

Öğrencileri birer yarış atına çevirip, test makinası gibi görürsen,
Üniversite kapılarına yığıp, gelecek hayallerini ellerinden alırsan,
Sosyal aktivitelerden yoksun bırakırsan,

Tek model olarak ‘Osmanlı genci’ kafasını dayatırsan,

Ot değiller ya,

Tabii ki ses çıkaracaklar.

Durdukları hata…


 

Yazarın Diğer Yazıları

“Etkin” olmaya çağrı: “Naturans III, Yeni Gündelik Yaşam” 

Çetin Balanuye, Naturans üçlemesinin bu son kitabında bizi, etkin olmaya ve diğer etkin insanlarla bir arada olmaya, dostluğa davet ediyor. Ben de bu davet doğrultusunda, bir ilk hareket olarak, herkese bu kitabı okumayı öneriyorum

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

"
"