Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) günlük insan hakları ihlalleri raporlarına şöyle bir göz atmak bile (ne yazık ki liste çok uzun) yaşadığımız ülkedeki hak ihlalleri konusunda insanı dehşete düşürmeye yetiyor.
Sadece geçen hafta Muğla’dan gelen görüntüleri hatırlayalım. Asfalta boylu boyunca yatırılmış elleri arkadan kelepçeli çıplak insan bedenleri, günlerce internette dolaşan o fotoğraflar. Kimdi onlar, neden aşağılandılar, neden işkence gördüler, neden fotoğrafları servis edildi, sonra ne oldu, şimdi neredeler? Bilmiyoruz. Sadece o mu?
Antalya’da sokak ortasında polisler tarafından tekmelenen kadın, “çakmaz gazı çektiği için öldü” denilen 14 yaşındaki Yiğitcan’ın, dün ortaya çıkan güvenlik kamerası kayıtlarıyla polisler tarafından dövülerek öldürüldüğünün anlaşılması, Köyceğiz’de çatışmada öldürüldüğü açıklanan 5 kişinin cesetlerini teşhis etmek için gören avukatın hiç çatışma (kurşun) izi görmediğini söylemesi… Günlük insan hakları ihlalleri raporuna buradan bir göz atın isterseniz.
Bütün bunlar çoğu zaman haber bile olamadan hayatın içinden akıp giderken dün bir iddianame haberi yansıdı basına. Temmuz 2017’de Büyükada düzenlenen eğitim toplantısında gözaltına alınan 8’i tutuklu 10 insan hakları savunucusu için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu Savcısı Can Tuncay tarafından hazırlanan iddianame nihayet açıklandı. Nihayet diyorum çünkü malum bazı gazeteler tarafından Temmuz ayından bu yana haklarına yazılmadık komplo hikayesi bırakılmayan ve o zamandan beri özgürlükleri ellerinden alınmış olan hak savunucularının tutsak olmalarını gerektiren suçlarının ne olduğu neyle suçlanacakları merak konusuydu. İddianamede 10 insan hakları savunucusuna 10 yıla, aynı iddianamede yer alan Uluslararası Af Örgütü Türkiye temsilcisi Taner Kılıç için ise 15 yıla kadar hapis cezası istendi. İddianamede yer alan isimler ve temsil ettikleri örgütler şöyle: Alman vatandaşı Peter Frank Steudtner ile Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nden İsveç vatandaşı Ali Gharavi, Yurttaşlık Derneği'nden Nalan Erkem, Kadın Koalisyonu'ndan İlknur Üstün, Uluslararası Af Örgütü'nün Türkiye Temsilcisi Taner Kılıç, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Yönetim Kurulu üyesi Veli Acu, İnsan Hakları Gündemi Derneği'nden Günal Kurşun, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği'nden Nejat Taştan, Yurttaşlık Derneği'nden Özlem Dalkıran, eski Mazlum Der'li aktivist Şeyhmus Özbekli.
İddianamede “suç” olarak sıralanan eylemlere bakılırsa Türkiye’de insan haklarını savunmak, kılınızı kıpırdattığınız anda suç işlemiş olmanız anlamına getirilmiş.
Savcının iddianamesine yazdığı suçlara birlikte bakalım:
Açlık grevini cezaevinde sürdüren eğitimciler Semih Özakça ve Nuriye Gülmen ile ilgili belgeler bulundurmak, onların serbest bırakılması istemiyle eylem çağrısı yapmak,
Polisin aşırı kullanımından ötürü Türkiye'nin Güney Kore'den gaz ihracatının yapılmaması için Güney Kore Ankara Büyükelçiliğine yazı yollamak,
Af Örgütü’ne üye olmak isteyen kişilerle sosyal medyada konuşmalar yapmak,
“İstanbul Hayır Meclisleri Buluşması -Tartışmalar” isimli word belgesini, Abdullah Öcalan’a ait bazı kitapların PDF’lerini bulundurmak, sosyal medyayı aktif olarak kullanmak, buralardan kitlesel ve örgütsel her türlü etkinlik ve faaliyetlere çağrı yaparak, paylaşımlarda bulunarak propaganda yapmak.
Tabii en önemlisi de şüphelilerin hem PKK, hem DHKP-C hem de FETÖ’yle ilişki içinde olmaları ve CHP’nin ‘Adalet Yürüyüşü’nü kaosa çevirip Gezi benzeri hareketlenmeler yaratmak için faaliyet yürütüyor olmaları.
İddianamede adı geçen hak örgütlerini, iktidar çevreleri başta olmak üzere hepimiz yakından tanıyoruz. Bu örgütler bugüne kadar, okuduğu şiir yüzünden hapse atılan Recep Tayyip Erdoğan için, başörtüsü nedeniyle üniversitelere sokulmayan kadınlar için, sokak ortasında dövülen öldürülen çocuklar için, ırk, inanç, milliyet, siyasi görüş farkı gözetmeden herkesin hakları için mücadele vermiş örgütler. Şimdi ise terörist olmakla, teröre yardım ve yataklık etmekle suçlanıyorlar. İşin en kötü tarafı ise, herkesin her an terörist olmakla suçlanabildiği bir hukuksuzluk ortamında, hem hak savunucularına daha çok ihtiyaç duyuyor olmamız ama aynı zamanda onların da aynı nedenlerle haklarından yoksun bırakılmış olmalarıdır.
İnsan hakları ihlalleri yaşanan dünyanın her yerinde, hak gaspına uğratılan kişi ya da kişiler “düşman”, “öteki”, “terörist” olarak görüldüklerinden onların haklarından söz etmek egemen olana, iktidara, çoğu zaman devlete karşı gelmek anlamına gelir ve hak savunucuları yaptıklarından dolayı “düşman” olana yardım etmekle suçlanırlar. Dolayısıyla da iktidarlar tarafından sevilmezler ve ortadan kaldırılmaları gereken bir engel olarak görülürler. Öte yandan hak örgütlerinin temelde çatıştıkları yapının iktidar ve devlet olması son derece doğaldır çünkü devletin değil bireyin korunması gereken hakları vardır. Devlet yasalara uymakla yükümlüdür.
Bir daha hatırlayalım, insan hakları ayrım gözetilmeden herkes için gerekli ve vazgeçilmez temel haklardır. Hakları çiğnenen kişinin ırkına, inancına, milliyetine, düşüncesine, yaptıklarına bakılmaz. Hak ihlaline uğrayan kişi suçlu olabilir, sizinle aynı fikirde olmayabilir, hatta düşmanınız olabilir, unutulmamalıdır ki ne olursa olsun onun da insan olmak bakımından hakları vardır. Bu hakları korumak ve kollamak insan hakları örgütlerinin var oluş nedenidir.