22 Kasım 2014

Felsefe, gün, dünya, bugün...

Her şeyden önce unutulmamalıdır ki, felsefe ancak ve ancak demokrasi ve özgürlük ortamında serpilip yeşerebilir

Sevgili hocamız Uluğ Nutku anısına

2002 yılından bu yana, UNESCO kararıyla, her yıl kasım ayının 3. perşembesi Dünya Felsefe Günü olarak kutlanmaktadır.

2014 yılının kasım ayının bu perşembesinde bir dünya yurttaşına felsefe ne anlam ifade eder acaba?
Ya da bu günü kutlayan bizler, ona bugünün ne anlam ifade etmesini istiyoruz?
Felsefeden ne umuyor ve ne bekliyoruz?

Bugün felsefeye ihtiyaç var mıdır?

Hayatın akıl almaz bir hızda aktığı, her türden insani yeteneğin çağın en büyük değeri olan para uğruna tüketilmeye yöneltildiği, bilimin teknolojik gelişme için bir araç haline geldiği, Oscar Wilde’ın değişiyle, “insanların her şeyin fiyatını bildiği ama hiçbir şeyin değerini bilmediği” bir çağda, felsefenin, felsefe gününün bir anlamı var mıdır?

Ya da, sırası mıdır şimdi Aristoteles’in, Sokrates’in?
Sırası mıdır şimdi, felsefenin “cevabı olmayan” soruları etrafında dönüp durmanın?

Bu soruları dudağının kenarına kondurduğu bir gülücükle Epikuros yanıtlasa,
“Felsefe ile uğraşmaya, hiç çekinmeden, daha genç yaştayken girişmeli, ama ihtiyarlıkta da yorulup bırakmamalıdır. Çünkü can sağlığı uğrunda bir şeyler yapmak için hiç kimse ne çok genç ne de çok ihtiyardır. Felsefe ile uğraşmak için henüz çok erken, ya da çok geç olduğunu söyleyen, mutluluğu için uygun vaktin daha gelmemiş, ya da geçmiş olduğunu söyleyene benzer. Şu halde ihtiyar da, genç de felsefeyle uğraşmalıdır; birincisi bunu, geçmişin kendisine bağışladıklarını hatırlayarak bundan duyduğu zevkle genç kalmak, ikincisi de korkusuzca geleceğe bakmak, böylelikle aynı zamanda hem ihtiyar, hem genç olmak için yapmalıdır.” (Epikuros, Menoikeus’a Mektup, Felsefenin Evrimi, Bedia Akarsu, Meb Y. S.177 )
Ne dersiniz? Biraz basit, belki de çocuksu mu?

Çok mu zayıf Epikuros’un gerekçeleri?

Felsefeyle uğraşmak eskiden beri ya “boş iş” ya da tehlikeli bir uğraş olarak görüldü hep. Daha felsefenin başlangıçlarında filozoflarla, gökyüzüne bakayım derken önündeki çukuru göremeyen kişiler olarak alay edildiğini, dahası, Sokrates’in gençleri baştan çıkarmakla suçlanıp idam edildiğini biliyoruz.

Felsefenin filizlenip yeşerdiği ve ilk sorularını sorduğu en eski çağlardan günümüze, felsefeye bakış açısı pek değişmedi. Felsefenin üstünde düşündüğü, cevap aradığı soruları da pek değişmedi aslında. Mutluluk arayışı, mutlu bir toplum arayışı ve ölüm karşısında yaşama anlam verme çabası felsefenin ana soruları oldu hep. Bugün de felsefenin önünde duran sorular aynı değil mi?

Bilgi çağının çok ötesine geçtik artık, bilgi her zamankinden daha çok sahip olduğumuz ve kolay ulaşılabilir bir şey. Fakat beklenenin aksine “bilgilerimiz arttıkça kuşkularımız da büyüyor” bir yandan (Goethe). Antik çağdan bu yana geçen binlerce yılda, insanlığın bir çok sorununu çözebildiğini, bilim ve teknolojiyle hayatımızı kolaylaştıran bir çok gelişme olduğunu çok rahat söyleyebiliriz.

Ya bütün bu gelişmelerle birlikte hayatımıza giren yeni sorunlar?
Bu nasıl bir dünya?
Bu nasıl bir hayat?
İnsanlık nereye gidiyor? diye sorduğumuzda, aslında kimden yanıt beklemekteyiz?

Bugün bilim ve teknoloji, eskisi kadar olmasa da,  hepimizin gözünde hâla son derece saygın bir yerdedir. Ancak şu noktanın unutulmaması gerekir. Bilimsel gelişmelerin doruğa çıktığı bugün yapılması gereken, bu gelişmenin insan yaşamına etkileri ve sonuçları üzerine daha çok düşünmektir.

İşte bu nedenle, felsefeye daha çok gereksinim duymaktayız.

İnsanlığın büyüyüp karmaşıklaşan sorunlarına her hangi bir bilgi alanının(felsefe de dahil) tek başına yanıt vermesi olanaklı görünmemektedir.

Ne yazık ki insanlığın çok büyük bir bölümü için en basit ama ölümcül sorunlar hala sürmektedir.
Açlık, yoksulluk, bölgesel savaşlar azalmamıştır.
İnsanoğlunun yarattığı vahşet, hem kendi cinsi, hem başka türler, hem de doğa üzerinde akıl almaz boyutlara ulaşmıştır.

Hepimizi defalarca yok edebilecek silahlar yarış halinde üretilmektedir.

Yaşam alanlarımız hızla tükenmeye devam etmektedir.

Uzaya, başka gezeğenlere ulaşan insan için barış hâla çok uzak görünmektedir.

Hal böyle olunca, mutlu olmak, daha iyi bir yaşam sürmek, yaşantımıza anlam katmak, derinleşmek için sorularımızı sormaya, yanıtlar aramaya devam etmekteyiz. Felsefe bu anlamda en başta yaptığı şeyi ara vermeksizin sürdürmeye devam etmektedir.

En güçlü referanslarını dinsel dogmalardan alan ve her geçen gün tek bir adamın liderliğinde daha da otoriterleşen bir iktidarın yönettiği ve günlük dilinde düşünmenin felsefe yapmanın “kafayı yemek”le delilikle özdeşleştirildiği toplumumuzda Kant’la beraber soralım “Neyi bilebiliriz? Ne yapmalıyız? Neyi ümit edebiliriz?"

Bugün Türkiye’de felsefe ve felsefeciler neyle uğraşmalıdır?

Her şeyden önce unutulmamalıdır ki, felsefe ancak ve ancak demokrasi ve özgürlük ortamında serpilip yeşerebilir.
Demokrasi ve özgürlük sanıldığı gibi aşkın bizden uzak kavramlar değildirler. Yaşamın her alanında kurulması, uğrunda emek harcanması, kazanmak için mücadelesi verilmesi ve özenle korunması gereken değerlerdir.
Uzakta aramaya gerek yok, oğlunla, kızınla, karınla, kocanla, işçinle, patronunla, amirinle, müdürünle,  rektörünle, devletinle kurduğun ilişkilerinde şekillenir demokrasi.

Felsefe her zaman demokrasi ve özgürlük ister.
Devlete karşı aldığın mesafede şekillenir.
Sivildir. Hiçbir üniformayı sevmez.
Resmi ideolojiden uzak durur.
İdeolojilere karşı durduğun yerden beslenir.
Felsefe barışın dilini konuşur, milliyetçilikten, onun her türünden nefret eder.
Ülkesi, ulusu yoktur, evrenseldir.
Değişmezleri, değiştirilemezleri, dogmaları yoktur.
Birilerine tapınmaz.

Kimsenin önünde el pençe durmaz, cesurdur, itaat etmez.

Bütün bunlardan felsefeye olmadık işlevler yüklediğim anlaşılmasın sakın.
Söylemeye çalıştıklarım felsefenin işlevi, amacı değil, bizzat ona içkin olan, felsefeye felsefe olmak bakımından ait olan özelliklerdir. Yapmamız ve kendisinde ümit besleyeceğimiz şey tam da budur.

Bugün her yerde olduğu gibi, Türkiye’de de felsefeye her zamakinden daha çok ihtiyacımız var.

Sözlerimi “Şiir felsefeye bitişir.” diyen, Melih Cevdet Anday’la bitiriyorum.
Dünya Felsefe Günü kutlu olsun.

DEFNE ORMANI
 

Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri 

için felsefe yapıyorlardı, çünkü

Ekmeklerini köleler veriyordu onlara;

Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için

Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini 

Köle sahipleri veriyordu onlara.

Ve yıkıldı gitti Likya.

 

Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri

İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü

Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;

Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri

İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini

Felsefe veriyordu onlara.

Ve yıkıldı gitti Likya.

 

Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin

Felsefesi. Ve sahipsiz felsefenin

Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi.

Ekmeğin sahipsiz felsefesini

Felsefenin sahipsiz ekmeği.

Ve yıkıldı gitti Likya.


Hala yeşil bir defne ormanı altında.


Melih Cevdet ANDAY

Twitter: @ymbymb

 

Yazarın Diğer Yazıları

Dünya Felsefe Günü’nde kendimize sorabileceğimiz ince sorular

Hiç doğmamış olduğunuzu hayal edin: Bu düşünce sizi rahatsız eder mi? Hiç yaşamamış gibi unutulacağınızı hayal edin: Bu sizi rahatsız eder mi?

“Etkin” olmaya çağrı: “Naturans III, Yeni Gündelik Yaşam” 

Çetin Balanuye, Naturans üçlemesinin bu son kitabında bizi, etkin olmaya ve diğer etkin insanlarla bir arada olmaya, dostluğa davet ediyor. Ben de bu davet doğrultusunda, bir ilk hareket olarak, herkese bu kitabı okumayı öneriyorum

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

"
"