Adına “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denilen içeriğinde “başkanlık sistemine” geçiş sağlayan anayasa değişiklikleri, kabul edilmesi durumunda, siyasi yapının köklü bir şekilde değişmesine yol açacak ve Türkiye Cumhuriyeti açısından çok önemli sonuçlar doğuracak değişikliklerdir. “Evet” veya “hayır” dememiz için 16 Nisan’da önümüze getirilen bu değişiklikler hangi koşullarda ve nasıl bir süreçte hazırlandı? Bunun gözden geçirilmesi bile, bizim karar vermeden önce ne denli iyi bir sorgulama yapmamız gerektiğini ortaya koyacaktır.
Her şeyden önce aylardır uygulanan ve sanki hiç kaldırılmayacakmış gibi görünen bir OHAL süreci yaşıyoruz. Bu ne demektir, uzun söylersek, olağanüstü koşullarda yaşıyoruz, bildiğimiz demokratik kurum ve yapıların hiçbiri normal seyrinde işlemiyor. Ülkede, gece yarıları yayınlanan kanun hükmünde kararnameler hüküm sürüyor ve bu kararnamelerle yönetiliyoruz. Binlerce insan ne olup bittiğini bile anlamadan işinden oluyor, mallarına el konuluyor, hapse atılıyor. Kimse tepki veremiyor çünkü gösteri ve toplantı yapma hakları önemli ölçüde kısıtlanmış. Ortada hukuk filan yok. OHAL sadece 15 Temmuz darbecileri için değil, ülkedeki bütün muhalefeti silip süpürmek için kullanılıyor. Üniversitelerde büyük bir kıyım yapılıyor, binlerce öğretim görevlisi FETÖ’cü veya Barış Bildirgesini imzaladı diye kıyıma uğratılıyor. Basın üzerinde ciddi bir baskı var, gazetelerin çoğu zaten iktidarın borazanı olmuş durumda, geri kalanın bir bölümü kapatıldı bir bölümünün de gazetecileri hapishanelere dolduruldu, aylardır iddianame bekliyorlar.
Meclis’in üçüncü büyük partisi fiilen çalıştırılmıyor, eş başkanları hapiste tutuluyor, diğerleri de bir alınıp bir serbest bırakılıyorlar.
Dünyanın batısına her geçen gün daha çok sırtımızı dönüyoruz, Avrupa Birliği ile ilişkiler kopma noktasına geldi. Erdoğan ve Türkiye denince batılı insanın gözünde hiç de iyi şeyler canlanmıyor. Turizm çöktü, bir zamanlar turist kaynayan bölgelerimiz şimdi bomboş, esnaf sinek avlıyor.
Dış politikada oradan oraya savrulup duruyoruz. Komşularımızla başımız belada, Suriye gittikçe daha büyük bir soruna dönüşüyor bizim için. Neden olduğunu bilmeden orada gencecik askerlerimiz ölüyor, iktidar daha çok şehit edebiyatına sarılıyor.
Ülkenin bir bölümünde yıllardır süren bir savaş zaten var. Herkesi umutlandıran barış süreci bir anda yırtılıp atıldı ve sonra hiçbir şey olmamış, yaşanmamış gibi davranılıyor. Köyler, ilçeler, şehirler kuşatılıyor, aylarca sokağa çıkma yasakları uygulanıyor. Oralarda neler oluyor kimse bilmiyor. İktidarın tek derdi seçim barajını aştığından beri HDP’yi nasıl gözden düşüreceği, yok edeceği. Meclisin üçüncü büyük partisi 6 milyon kişinin oyunu almış bir partinin, eş başkanları, yöneticileri hukuksuz bir şekilde tutuklu, milletvekilleri bir alınıp bir bırakılıyor. Halkının büyük bir oy desteğiyle seçilmiş belediye başkanları görevden alınıp yerlerine kayyımlar atanıyor. Kimse bir şey soramıyor.
Nerede patlayacağı belli olmayan bombalar nedeniyle halk sokağa çıkmaya, kalabalık yerlere gitmeye korkar olmuş.
Ülkenin geleceği üzerinde önemli etkiler yapacak anayasa değişiklikleri bu koşullarda, bütün bunlar yaşanırken kotarılıyor; iki partinin karanlık kulislerde anlaşmaları sonucu meclisten geçirilip, halkın önüne getiriliyor. Üstelik, ekonomiyi düzeltecek, terörü bitirecek, Türkiye’yi güçlendirip önünü açacak her derde deva olacağını söyleyerek bu değişikliklere “evet” dememizi isteyenler 15 yıldır bu ülkede tek başına iktidardalar. Daha çok yetki isteyen cumhurbaşkanı şu anda fiilen zaten hükümetin de başı durumunda, üstelik ellerinde çok kullanışlı bir OHAL var.
Türkiye’nin demokratik ve sivil bir anayasaya elbette ki ihtiyacı var. Ama bu oldubittiye getirilerek yukarda söz ettiğimiz sorunlar yaşanırken yapılabilecek bir iş değildir. Böyle bir anayasa, öncesinde sağlanan demokratik ve özgür bir ortamda toplumun bütün kesimlerinin görüşleri alınarak mümkün olan en geniş uzlaşma sağlanarak oluşturulabilir ancak. OHAL koşullarında yapılan anayasa çalışmasının sağlıklı olacağını beklemek zaten hatadır.
Deniliyor ki, “Batı dünyasında ve ülke içi muhalefette kalıplaşmış bir Erdoğan karşıtlığı var. Bu karşıtlık nedeniyle o ne isterse karşı çıkılıyor, eleştiriliyor, oysa o her zaman ülke çıkarlarını düşünüyor.” Bir Erdoğan karşıtlığından söz edilebilir belki ama bunun nasıl ortaya çıktığının da düşünülmesi gerekir. Yaşadığımız bu ortamda özellikle cumhurbaşkanı seçildikten sonra, her türlü konuyu başkanlık meselesine getirip dayayan Erdoğan’ın kendisi olmuştur. Neredeyse ülkenin bütün sorunlarının nedeni başkanlık sisteminin olmaması olarak sunulmuştur. Şimdi de, meclisten kırk taklayla geçirilip, adı değiştirilerek önümüze getirilen işte budur. Bugün bu değişikliklerin hangi ihtiyaçtan dolayı yapıldığının bir açıklaması yoktur. Erdoğan zaten “Bu sistemi kendim için isteyecek kadar karaktersiz değilim” diyor. Bence de konu sadece Erdoğan değil, yapılan değişikliklerle kim başkan olursa olsun, problem, tek kişinin diktatörlüğe dönüşebilecek yetkilerle donatılmış olmasıdır. Bizim gibi bir lidere bağlanan ve onun peşinden gitmeyi seven bir toplum için bu sistem yeni yeni diktatörler yaratacaktır. Başkanlarımız da beş yılda bir değil ancak öldüklerinde değişebileceklerdir.
Sonuç olarak, hem içerde hem dışarda zor bir dönemden geçiyoruz. Öyle aman aman keyfimiz yerinde yollar köprüler yapıyoruz bizi kıskanıyorlar diyecek bir durumda değiliz, ülke her bakımdan sıkıntılı bir yola girmiş durumda. Moraller bozuk. Bu ortamda hazırlanıp önümüze konan bu değişikliklerin, hangi amaçla hazırlandığı ve neyi hedeflediği ise çok açık. İktidarın da “evet” isterken sağlam bir açıklaması yok, sadece insanları terörle korkutup tehdit ediyorlar. Bunun ne kadar tehlikeli bir bölünme yarattığını siz düşünün, biri “hayır” diyenlerden hesap sorarız diyor, öbürü “silahlandık” diye açıklama yapıyor.
16 Nisan referandumu bize bir “hayır” deme, her şeye rağmen “hayır” diyebilme olanağı sunuyor. Bu aynı zamanda ülke muhalefetinin ortak bir hedef için derlenip toparlanması açısından da büyük bir fırsat. Sandıktan çıkacak bir “hayır”, her konuda yılgın olan ve umutsuzluğa düşmüş muhalefet için yeniden bir canlanma yaratacaktır. “Hayır” için yürütülen çalışmalar değişik çevrelerin birbirlerine yakınlaşmasını sağlayacak, birlikte davranma deneyimi oluşturacaktır, bütün bunlar uzun vadede önemli birer kazanım olacaktır…