22 Mart 2014

Devletin kuşu öttü

Devletin kuşu öttü ve Twitter’ın kuşunu yuttu. Başbakanın emriyle Twitter kapandı.

 

Devletin kuşu öttü ve Twitter’ın kuşunu yuttu.

Başbakanın emriyle Twitter kapandı.

Mahkeme kararıyla filan demiyorum, “mahkemeler” ve “kararları” bu ülkede epeyden beri pek bir anlam ifade etmiyor.
Onların ipliği çoktan pazara çıktı.
Biz bu devlet kuşuna da çok yabancı değiliz aslında. Daha önce de yine “mahkeme kararları”yla aylarca youtube kapalı kalmamış mıydı? Hatta o zaman başbakan “ben giriyorum” diyerek, yasağı nasıl deldiğini dile getirmemiş miydi?
Şimdi yine, öyle ya da böyle bu yasağı atlatarak  twitter’a gireceğiz hepimiz. Zaten yasak sonrası gözlenen twitter trafiği bunu gösteriyor. Cumhurbaşkanı, bakanlar, belediye başkanları twit atmaya devam ediyorlar.
Ben Tayyip Erdoğan’ın, Twitter’ın kapatılması komutunu verirken söyledikleri üzerinde durmak istiyorum. Amacım bu durumun nerelere gittiğine dikkat çekmek.
Ne dedi başbakan Bursa’da: "Şimdi bakın uluslararası komplolar bu işin içinde. Çok ilginç. Bu Twitterlar falan var ya şimdi mahkeme kararı çıktı, Twitter mivitır hepsinin kökünü kazıyacağız. Efendim işte uluslararası camia şöyle der, böyle der, hiç beni ilgilendirmiyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin gücünü görecekler” 

Aslında sadece bu üç cümle, azıcık siyasetten anlayan herkesin yorumlayabileceği gibi, konuşan kişinin ruh halini, demokrasiyle olan ilişkisini, eğer bir ülkeyi yönetiyorsa ve önü acilen alınmazsa, o ülkenin nerelere doğru götürülebileceğini göstermek için yeterli.
Şimdi “Türkiye Cumhuriyeti devletinin gücünü görecekler” diyor.
Kim görecek?
Devlet gücünü kime gösterir?
Düşmanlarına tabi.
Peki kim bu düşmanlar?
Şu ana kadar devlet hangi düşmanlarına gücünü gösterdi?
Güçlü devletimiz, biliyoruz ki, kurulduğundan bu yana her zaman gücünü en çok kendi halkına gösterdi. Kendisine biat etmeyen, farklı bir ses çıkaran herkesi ezdi geçti.
Çok eskilere gitmeyelim yakın örnekler seçelim, Roboski’de gösterdi mesela, hazirandan bu yana sokağa çıkıp “yeter” artık diyen yüzbinlere gösterdi; dövdü, su sıktı, gaz attı, hapse tıktı, öldürdü. Ali İhsan Korkmaz’a gösterdi mesela, Ethem Sarısülük’e gösterdi. En son Berkin Elvan üzerinde gördük devletin gücünü.
Devletin asla tahammül edemediği şey, ondan bağımsız olmak, özgür düşünmek ve bir şeylerin değişmesini talep etmektir. Bunu yaptığın taktirde devlet için artık “düşman” sınıfındansın demektir ve devletin tokadı her an üzerindedir.
Güçlü devlet karşısında, bireyin payına korku düşer.
Korkulmayacak gibi de değildir. Güçlü devlette yurttaş için her türlü kazanç ya da kayıp devletle olan ilişkisinden geçer. Devlete yakın olduğun sürece kazanırsın tersinde ise korku içinde kaybedersin.

Bir yanlışı düzeltelim önce, güçlü devlet, vatandaşını düşmanlarına karşı korumak için gereklidir filan koskoca bir yalandır.  (Cumhuriyet  tarihimize göz ucuyla bir bakış bile “düşman”larımızın hep bu toprakların insanları olduğunu gösterir.)
Güçlü devletin düşmanları, asıl  kendi vatandaşlarını sindirebilmek için uydurulmuş düşmanlardır.  Uluslararası komplolar, dış güçler, lobiler, bobiler hep bahanedir.
Meselesi kendi halkıyladır güçlü devletin.
Oysa demokrasilerde, devletin bırakın güçlü olmasını, gücünün sınırlandırılması esastır.
Demokrasi bu gücün sınırlandırılmasının ürünüdür.  Devlet,  bireye hizmet için, bireyin haklarını korumak ve güvenceye almak için vardır.
Birey devlete hizmet etmez.
Demokrasilerde devlet kimseyi “gücünü göstermekle” tehdit etmez.
Hukuk ve yasalar vardır ve onun yaptırımları esastır.
Demokrasi mücadelesi ise ta Sokrates’ten beri tam da bu noktada, devlete karşı bireyin sesini çıkarması mücadelesidir.
Bunu yapabilecek olan, özgür bireylerdir, devletle arasına mesafe koyabilmiş bireylerdir. Çünkü bu mesafe sayesinde  biat etmekten kurtulabilir, eleştiri yapabilir, karşı çıkabilirsiniz.
Sivil toplum işte bu bireylerin oluşturduğu yapılardır ve bu yüzden önemlidir.
Güçlü devlet, sivil toplumu da sevmez ve her zaman kendisine bağlamaya çalışır.

Devletin gücü, aynı zamanda, her türlü yolsuzluğun, pisliğin, hukuksuzluğun  perdelenebilmesi için de gereklidir. Gücün olası bir zayıflaması, pisliklerin ortaya saçılması demektir ki, bugün yaşadıklarımız tam da budur.
Devlet ne kadar güçlüyse o kadar hesap sorulamazdır;  yapar, yıkar, sever, öldürür, ama hesap vermez.
Bizim güçlü devletimizin tarihimiz boyunca her hangi bir konuda hesap verdiğini hatırlıyor musunuz?  Peki biz hakkıyla sorabildik mi?
Hayır!
Çünkü devletimiz güçlüydü  biz ise güçsüz. Yaptığı da böylece her zaman yanına kaldı.


Şimdi devletin kuşu kime ötüyor?
Twitter’ın kuşuna.
Neden?
Sosyal mecralar bireylerin devletten bağımsız olarak kendilerini ifade edebildikleri ve varlık gösterebildikleri bir alandır. Güçlü devlet sosyal medyayı sevmez.
Çünkü kontrol edilmesi zordur hatta edilememektedir.
Güçlü devlet hayatın her alanını kontrol etmek ister.
Sosyal medya tam da bu özellikleriyle özgürlük ateşlerinin kıvılcımlandığı, bireyin, sivil toplumun başını doğrulttuğu, ayağa kalkmaya yeltendiği  alanlardır.
Şimdi, yukarıda anlatmaya çalıştığımız “güçlü devlet”, büyük oranda oy almış, ekonomik kaynakları yüksek, kendisine önemli bir medya desteği sağlamış,  iktidarının bütün olanaklarını kullanarak yaşamın her alanı manipüle edebilen bir gücün elindeyse ve ortada biraz karizmatik bir lider de varsa, vay  o toplumun haline.
Artık faşizm geliyor demektir.

Görsel: http://icmihrak.blogspot.com.tr/  adresinden alınmıştır.
Twitter: @ymbymb

Yazarın Diğer Yazıları

Dünya Felsefe Günü’nde kendimize sorabileceğimiz ince sorular

Hiç doğmamış olduğunuzu hayal edin: Bu düşünce sizi rahatsız eder mi? Hiç yaşamamış gibi unutulacağınızı hayal edin: Bu sizi rahatsız eder mi?

“Etkin” olmaya çağrı: “Naturans III, Yeni Gündelik Yaşam” 

Çetin Balanuye, Naturans üçlemesinin bu son kitabında bizi, etkin olmaya ve diğer etkin insanlarla bir arada olmaya, dostluğa davet ediyor. Ben de bu davet doğrultusunda, bir ilk hareket olarak, herkese bu kitabı okumayı öneriyorum

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

"
"