15 Aralık 2016

Christmas ışıklarında mültecilere hoş geldiniz

Eğer “insanlık” diye bir şey varsa ve kaldıysa, onun değerlerini unutmamak ve korumak için hiç durmadan bir şeyler yapmak zorundayız

Yaşam akıp giderken yapıp ettiklerimizle aslında tarihin bir parçası olduğumuzu unuturuz çoğu zaman. İçinde olduğumuz duruma karşı belli bir çeşit körleşme yaşarız sanki. Geçmişte olup bitenlere bazen şaşkınlıkla, bazen öfkeyle bazen de hayranlıkla bakarken, aslında bugün olan, bizzat bizim de içinde olduğumuz tarihsel anlar yanımızdan akıp gider. Bu körleşme nedeniyle geçmişe yönelmiş dikkatimiz zaman zaman bugüne yönelik bir duyarsızlığa dönüşebiliyor, yaşananlar bir de uzak coğrafyalarda ise iyice artıyor.

Savaş denince 1. ve 2. dünya savaşları ve daha eskiler gelir aklımıza, oysa onlarca yıldır savaşa ait ne varsa bütün gerçekliğiyle yaşayan ülkeler, şehirler var. Savaşın korkunçluğu dünyanın birçok bölgesindeki insanlar için bütün boyutlarıyla sürüyor. Savaşla birlikte gelen yoksulluk, açlık, hastalıklar, göç hepsi bugün de en acımasız koşullarda yaşanıyor.

Bizim için 2. Dünya Savaşı yıllarında Nazilerden kaçan Yahudilere yardım eden kahraman insanlar vardır. Oysa Suriyeli mülteciler önümüzdedir. Onlar için bir şeyler yapmak için kahramanlık bile gerekmez. Vietnam Savaşı'nın acılı fotoğrafları belleğimizdedir.  Çocuklar savaşın vahşetinden korunmalıdır. İnsan hakları herkes için gereklidir vb. Oysa bombalanan yok edilen şehirler, kadınlar, çocuklar, insanlar… Hepsi şimdi ve gerçektir. Bugün dünyada olup bitenler geçmişte yaşananlardan farklı değil, aynı acılar aynı yoksulluklar, aynı vahşet ve yine onlara karşı durmak için çırpınan aynı bir avuç kahraman insanlar var.

Londra’nın yaklaşan Christmas nedeniyle adeta ışığa gömüldüğü bu günlerde, Southbank’ten geçen insanların karşısına dikilen ve çoğu insanı orada durmaya zorlayan bir fotoğraf sergisi açıldı. 7-18 Aralık tarihlerinde açık olacak sergi tam da yukarda değinmeye çalıştığım insanlık durumuna dikkat çekiyor.

Ünlü fotoğrafçılık ajansı Magnum ve Amnesty International’ın (Uluslararası Af Örgütü) birlikte organize ettiği sergide 30 çarpıcı fotoğraf sergileniyor. “I Welcome Refugees” adını taşıyan serginin dikkat çeken özelliği sadece Suriyeli mülteci fotoğraflarından oluşmuyor olması. Sergi, 2. Dünya Savaşı'ndan bu güne dünyanın değişik yerlerinde çekilmiş etkileyici fotoğrafları ışıklar içinde karşımıza çıkararak şunu söylüyor bizlere:

“Bugün gözünüzü kapatmaya çalıştığınız bu sorun eskiden de vardı; savaşlar oldukça, bu savaşlardan mağdur olan insanlar da hep olacak. Almanya’da, Yunanistan’da, Vietnam’da, Afganistan’da ya da Suriye’de…”

Uluslararası Af Örgütü İngiltere Kampanya Müdürü Tom Davies sergiyle ilgili olarak "Fotoğrafçılık bir hikaye anlatmanın en güçlü yollarından biridir. Bu fotoğraflar insanlara, çatışma ve zulmün var olduğunu, kendilerinin ise bundan kurtulduklarını hatırlatıyor. İkinci Dünya Savaşı'nın dehşetinden sonra, bütün mültecilere sığınma taahhüdünde bulunan uluslararası topluluk, bugünkü mülteci krizinde çok zavallı bir tutum almış durumda. Hükümetler sığınma hakkının sağlanmasından sorumludurlar, fakat daha önemlisi, sıradan insanların rolüdür. Bu insanlar mültecilerin ağırlanması için hayati bir role sahiptirler. Bugün, İngiltere genelinde ve daha yakın çevrede, İngiliz kamuoyu mültecilerle dayanışma göstermek ve mültecilere hoş geldiniz demek için sesini yükseltmektedir. Hükümetimizden de aynı tavrı göstermesini istiyoruz" diyor.

South Bank'daki sergide yer alan fotoğraflardan en eskisi David Seymour'un, fotoğraf 1946 yılından ve Yunanistan'daki çocuk mültecileri gösteriyor. En yeni fotoğraf ise, Lesbos adasından, Chien-Chi Chang'in sahilde terk edilmiş can yelekleriyle Suriye’li mültecilere dikkat çeken fotoğrafı. Philip Jones Griffiths'in çektiği, 1968'de Vietnam'daki bir baskını yaşayan bir çocuğun, Jerome Sessini’nin çektiği Sırp-Macaristan sınırına yakınında Vasariste'de bir mülteci kampına yerleştirilen Suriyeli ailelerin ve Thomas Dworzak'ın çektiği, 1999'daki komşu İnguşetya karında oynayan Çeçen mülteci çocuklarının fotoğrafları ise başka bazıları.

Sergiden öğrendiğimiz bazı sayılar ise şöyle: BM rakamlarına göre, sadece 2016 yılında Akdeniz’in sularında boğulan veya kaybolan göçmen sayısı 4.715. Çatışmanın başladığı 2011 yılından bu yana insani yardıma ulaşmak ve savaştan canını kurtarmak için yollara düşen insanların sayısı, 6 milyonu çocuk olmak üzere 13.5 milyon. Geride kalıp öldürülen Suriyeli sayısı ise 250 bin. İngiliz hükümeti topraklarına, şu ana kadar 4.162 mülteciyi yerleştirilebilmiş, 2020 yılına kadar yerleştirmeyi hedeflediği mülteci sayısı ise sadece 20.000.

Küresel dünyanın bugün yaşadığı en büyük insani kriz tartışma götürmez bir şekilde, acil çözüm bekleyen mülteci krizidir. Bunun için bölgesel çatışmaların bir an önce bitirilmesi, yerinden yurdundan olmuş insanların eski konumlarına dönebilmesi için çalışmalara başlanılması gerekmektedir. Bu konuda hiçbir ülke sorumluluktan kaçamaz. Bugün, dünyanın neresinde ve hangi nedenlerle olursa olsun, çatışmalardan dolayı mülteci olmuş insanlara karşı ise hepimizin bireysel sorumlulukları ve yapabileceği bir şeyler mutlaka var. Onlara koşulsuz bir şekilde hoş geldiniz demek bunun en güzel başlangıcıdır.

Terörle yatıp kalktığımız, savaşın, çatışmanın, öldürmenin, öfkenin, intikamın, kibirin bir ülkeyi, bir ülkenin insanlarını nerelere sürükleyebileceğinin örneklerini yaşadığımız bu günlerde, savaşın ve olası sonuçlarının bizden çok da uzak olmadığını görebilmemiz için bakabileceğimiz çok yerimiz var.

Eğer “insanlık” diye bir şey varsa ve kaldıysa, onun değerlerini unutmamak ve korumak için hiç durmadan bir şeyler yapmak zorundayız.



Konuyla ilgili Independent haberi

Yazarın Diğer Yazıları

Dünya Felsefe Günü’nde kendimize sorabileceğimiz ince sorular

Hiç doğmamış olduğunuzu hayal edin: Bu düşünce sizi rahatsız eder mi? Hiç yaşamamış gibi unutulacağınızı hayal edin: Bu sizi rahatsız eder mi?

“Etkin” olmaya çağrı: “Naturans III, Yeni Gündelik Yaşam” 

Çetin Balanuye, Naturans üçlemesinin bu son kitabında bizi, etkin olmaya ve diğer etkin insanlarla bir arada olmaya, dostluğa davet ediyor. Ben de bu davet doğrultusunda, bir ilk hareket olarak, herkese bu kitabı okumayı öneriyorum

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

"
"