08 Eylül 2014

Böyle topluca değil de, teker teker ölseniz olmaz mı?

Nisan ayında 19 yaşındaki montaj işçisi Erdoğan Polat aynı yerden, aynı şekilde düşüp ölmedi mi?

Bakınız, geçtiğimiz Nisan ayında 19 yaşındaki montaj işçisi Erdoğan Polat aynı yerden, aynı şekilde düşüp ölmedi mi? Öldü. Nooldu? Üzülmedik mi, üzüldük, üstüne  6720 TL cezamızı ödedik ve yolumuza devam ettik. Şimdi durup duruken nerden çıktı böyle onar onar ölmeler, teker teker ölseniz olmuyor mu?


Evet, teker teker öldüğünde işçiler bu kadar olay olmuyor.
Bakanların, başbakanların da, üstelik  daha yeni güven oyu almışken,  gece gece açıklama yapmaları filan gerekmiyor.

Geçtiğimiz ay, yani Ağustos 2014’te iş kazalarında 158 işçi öldü örneğin. Fabrikalarda, küçük işletmelerde, inşaatlarda, tarlalarda, yollarda birer birer en çok da birer ikişer öldü işçiler. Gerçi, damlaya damlaya göl oldu yine 158 kişinin kanı, ama öyle gündem filan oluşturamadı.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verdiği bilgilere göre, geçen ay ölen işçilerin 144’ü erkek, 11’i kadın, 10 tanesi ise yaşları 10 ile 17 arasında değişen çocuklar. Mevsimlik karpuz işçisi 3 kişi ile ilgili ise yaş, cinsiyet, isim vb. hiçbir bilgiye ulaşılamamış. Yaşamını yitiren işçilerin çoğunun taşeron, yevmiyeli ve hatta sigortasız çalışıyor olduğunu tahmin etmek zor değil. Bunların 40 tanesi inşaat işçisi ve tamamı taşerona ve yevmiyeli olarak çalışıyor.

Peki, ağustos böyle de ondan önceki aylarda durum nasıl?
İsterseniz geriye doğru gidebiliriz,
Temmuz 127, Haziran 146, Mayıs 417 (yine toplu cinayet var, Soma), Nisan 121, Mart 122, Şubat 82, Ocak 97 kişi. (Gördüğünüz gibi hepsi sayılardan ibaret, ah Küçük Prens sayıları çok seviyoruz biz yetişkinler)
Bunlar sadece ölümler, yaralananların, uzun sure tedavi görmek zorunda kalanların, bir daha çalışamayacak kadar sakatlananların rakamları yok burada. Kaza sayılarının da sağlıklı bilgileri yok, çünkü ölümlü, ağır yaralanmalı olmayınca bunların kaydını pek tutan da olmuyor. Çok şükür “atlattık, daha kötü de olabilirdi” oluyor ve kapanıp gidiyor.

Dünyada durum nasıl peki, yoksa işin “fıtratı mı” böyle? Makina Mühendisler Odası ‘nın 28 Nisan tarihli açıklaması,  “Türkiye'nin 100 bin çalışan başına düşen ölümlü iş kazalarında Avrupa'da birinci, dünyada üçüncü sırada yer almaktayız”

Hal böyleyken şimdi, Mecidiyeköy rezidanslarının 32 katından düşüp ölen 10 işçinin ardından yapılan açıklamalara bir göz atalım.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, her zaman duyduğumuz, standart cinayet işlemiş devlet açıklamasını yapmış. Bu açıklamalarda, kullanılması zorunlu bir devlet geleneği haline gelmiş olan sözcükler kullanılır. “Maalesef, tüm milletimiz, müessif, temenni, mevzuat, feci, ikaz, tablo, rapor, soruşturma, ihmal,  üzüntüye gark olmak” Bu sözcükler ağızda diğer sıradan sözcüklerle birlikte bir süre gevelenip birer cümle olarak dışarı çıkarılır, ki bakan da öyle yapmış. Buraya almaya bile gerek duymadım. Asıl önemli olan, bakanın konuşmasının devamında, kendine ait (yani sanırım kendi cümleleri) bir şeyler söylemeye çalışıyor olması, ki burası taktire değer. Dikkatli okuyalım lütfen, çünkü ben üç kere okudum bir şey anlamadım, şimdi sıra sizde.  Diyor ki,  “Bu yoğunluğun içerisinde baktığınız zaman bir anlamda da kazanın olmaması büyük bir şans diyesim geliyor. Çünkü 10 tane can kaybetmişiz. Bunun çok farklı nedenleri olabilir, sebepleri olabilir. Bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkmasında yarar var."
Şimdi, şans bunun neresinde? Şanslı olan kim? Kazanın bugüne kadar olmamış olması mı şans? Bakan ne demek istiyor?  “10 tane can kaybetmişiz” 20 olmaması mı şans?  Nasıl yani?
Gelelim çiçeği burnunda, taze başbakanımıza, Konya’dan sesleniyor Davutoğlu, "ILO ile ilgili olarak dünyanın en gelişmiş ülkelerinde iş güvenliği hangi şartlarda sağlanıyorsa bunu sağlamak için her türlü tedbiri alırız her türlü yasal çalışmayı yürütürüz. Bunları da yarın bakanlar kurulunda ele alacağız."  Bakınız, yüklemlere dikkat,  “alırız, yürütürüz, alacağız” Asla bir sorumluluk hissetme, neden bu zamana kadar yapmadık diye bir öz eleştiri yapma durumu asla yok.
En çok ölümlü iş kazalarının inşaat sektöründe yaşandığı ve bu konuda Avrupa şampiyonu olduğumuz bilinmiyor mu?  inşaat sektöründe iş güvenliği koşullarını belirleyen Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 167 nolu sözleşmesini imzalamanız için işçilerin topluca ölmeleri mi gerekiyor illa? Yoksa bu ILO 167 daha dün mü çıktı?

Davutoğlu, devam ediyor, "Mesele sadece hukuki mevzuat değil. Dünyanın en iyi yasasını çıkarsanız en evrensel geçerliliği olan kuralları koysanız insan faktörü önemli… Aksi takdirde aldığımız yasal tedbirler bypass edilmeye kalkılırsa iş kazaları yaşamak kaçınılmaz olur.” diyor. Bu sözleri Türk insanından daha iyi anlayacak kimse yoktur herhalde. Bu ülkede hukukun nasıl guguk haline geldiğini ve bunu her zaman devlet ve iktidarı ellerinde bulunduranların en çok yaptığını bizden iyi kimse bilemez. Evet başbakan, hukuki mevzuat yapmak yetmez, onun herkes için uygulanmasını sağlamak da gerekir ki, bu yürütmenin görevidir. Bakanlık cinayet işlenen inşaatı durdurmak yerine 6720 TL ceza kesip, yeni ölümler için “süre” tanırsa, yeni ölümler gelir tabi ve bunlar artık kaza değil cinayet olurlar.

Tabi bakan ve başbakanın açıklamalarında,
Sermayenin vahşi kapitalizm zamanlarını aratır dizginlenemez kâr hırsından,
Çalışma yaşamında yıllardır yapılan emek karşıtı düzenlemelerden,
Küresel sermayenin yarattığı acımasız rekabet ortamından,
İşsizlik tehdidinden,
Özelleştirmelerden,
Hukuksuzluklardan,
Sendikasızlaşmalardan,
Kayıt dışı işçilerden,
Taşeronlaşmadan,
Esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaşmasından,
Çalışma şartlarının ağırlaşmasından
Çocuk işçilerden,
Neo liberal ekonomi politikalarının hükümet tarafından dolu dizgin uygulanmasının yarattığı sorunlardan söz edilmiyor. Edilmeyecek de.

10 işçi, 10 genç, 10 sevgili, 10 baba, 10 evlat, 10 abi, 10 kardeş… 10 insan.

32. Kattan, neredeyse 100 metreden düşüp öldüler. 

Gökdelen sayısında Avrupa birincisiyiz, çalışırken ölmede de.

Bakanımız, başbakanımız konuştu. 

Eski başbakanımızın madende ölen işçilerimiz için “işin fıtratında var” demesi gibi, Torunlar İnşaat Şirketinin sahibi Aziz Torun da kaza için “sektörel bir vaka” dedi.

Ölenler şehit sayıldı, cennete gitti, devlet baş sağlığı diledi, ailelerine yardım edeceğini söyledi, sorumlular da araştırılacakmış.

E daha ne olsun? 

Bize biraz ah çekmek düştü. 

Ah ne yazık !

Gökdelen işçileri Nazım’ın eski “yapıcılar”ı gibi türkü söylemiyorlar artık, ama gökdelenler “Kan-ter” içinde yükselmeye devam ediyorlar. 

Olumlu anlamda değişen hiçbir şey yok, hatta şiirin son dizelerindeki iyimser hava bile yok artık... Aah ah!

 

 

KANTER İÇİNDE

Yapıcılar türkü söylüyor

Yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama.

Bu iş biraz zor.

Yapıcıların yüreği

bayram yeri gibi cıvıl cıvıl

ama yapı yeri bayram yeri değil.

yapı yeri toz toprak.

Çamur, kar.

Yapı yerinde ayağın burkulur

                        ellerin kanar.

 

Yapı yerinde ne çay her zaman şekerli

                        her zaman sıcak,

ne ekmek her zaman pamuk gibi yumuşak

ne herkes kahraman

ne dostlar vefalı her zaman.

Türkü söyler gibi yapılmıyor yapı

bu iş biraz zor,

zor ama

           yapı yükseliyor, yükseliyor.


Saksılar konuldu pencerelere

                        alt katlarında.

İlk balkonlara güneş taşıyor kuşlar

                   kanatlarında.

Bir yürek çarpıntısı var her putrelinde

                   her tuğlasında

                    her kerpicinde.

Yükseliyor, yükseliyor yapı

                   kanter içinde.

Nazım Hikmet

 

Haber kaynakları:
http://t24.com.tr/
http://www.sendika.org/tag/is-kazalari-raporu/ 
http://www.haber3.com/davutoglu-yasal-tedbirler-bypass-edilirse-is-kazalari-yasamak-kacinilmaz-olur-2883766h.htm
http://www.demokrathaber.net/guncel/bakan-kaza-yerinden-konustu-kaza-olmamasi-buyuk-sans-h37736.html

@ymbymb 

Yazarın Diğer Yazıları

Dünya Felsefe Günü’nde kendimize sorabileceğimiz ince sorular

Hiç doğmamış olduğunuzu hayal edin: Bu düşünce sizi rahatsız eder mi? Hiç yaşamamış gibi unutulacağınızı hayal edin: Bu sizi rahatsız eder mi?

“Etkin” olmaya çağrı: “Naturans III, Yeni Gündelik Yaşam” 

Çetin Balanuye, Naturans üçlemesinin bu son kitabında bizi, etkin olmaya ve diğer etkin insanlarla bir arada olmaya, dostluğa davet ediyor. Ben de bu davet doğrultusunda, bir ilk hareket olarak, herkese bu kitabı okumayı öneriyorum

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

"
"