Bundan yaklaşık 4 yıl önce, yetişkin olarak daha önce hiç gitmediğim, anne ve babamın doğup büyüdükleri köyleri ziyaret etmek istemiştim. Ardahan’a bağlı Posof ilçesinin köyleriydi bunlar. Posof’ta, gecenin ilerlemiş bir saatinde, kahvede oturan gençlere, rahmetli anne ve babamdan duyduğum köylerinin adlarını sorup yolunu tarif etmelerini istediğimde, çok şaşırmıştım, çünkü söylediğim köyleri ne duymuş ne de biliyorlardı. Şaşırmıştım, çünkü, bana göre bu küçücük yerde böyle bir şey olamazdı. Caborya diyorum, yok abi öyle bir köy, Obol diyorum, vallahi bilmiyorum abi diyor. Hangi köyleriniz var diyorum, Yolağzı diyor, Yurtbaşı diyor, Sarıçiçek diyor, Arılı, Söğütlü diyor. Hiç biri bizimkilerden duyduklarıma benzemiyor. Sonunda, daha yaşlı bir amca geliyor ve sorun çözülüyor. Babamın köyü Obol, Akballı olmuş, annemin köyü Caborya, Günlüce olmuş. Annemden de babamdan da bu adları hiç duymamıştım. Olan şuydu aslında; Gürcüce olan orjinal adlar, ne zaman yapıldıysa yapılmış Türkçeleştirilmişti. Bir yerin adını değiştirmenin ne gibi sonuçlarının olabileceğini o zaman anlamış ve anneme babama, onların izlerinin peşinde olan bana saygısızlık yapıldığını düşünmüş, öfkelenmiştim.
Geçen yıl Sevan Nişanyan’ın “Adını Unutan Ülke” adlı kitabını elime aldığımda, büyük bir heyecanla hemen annemin babamın köylerinin adlarını, sonra benim doğduğum yerin adını bulduğumda, yapılan bu çalışma için, böyle bir çalışmanın kapatmaya çalıştığı kültürel yarılma için yazarına içimden defalarca teşekkür etmiş, yaptığı hizmet için büyük bir minnettarlık duymuştum. Kitap 555 sayfada, adı değiştirilmiş 15.000 köy kasaba ve ilin, Ermenice, Rumca, Kürtçe, Lazca, Gürcüce, Süryanica, Arapça eski ve yeni adlarının dökümünü veriyordu. Nişanyan’a göre, İttihat ve Terakki ile başlayan ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında devam eden isim değiştirme politikası, 1956 yılında Demokrat Parti iktidarı döneminde kurulan “Ad Değiştirme Komisyonu” ile daha sistemli hale geliyor, 27 Mayıs Darbesi sonrası iktidar da bu politikayı sürdürüyor. Böylece, 1956-64 yılları arası en çok ve özensizce Türkçe adlar verilen yıllar oluyor. 12 Eylül sonrasında da ad değiştirme devam ediyor. 2010 yılında basılan kitap,15.000 yer adını kapsıyor ama Sevan bununla yetinmiyor, hazırladığı web sayfasında 45.000 adet yer adının dökümü veriliyor.
Sevan Nişanyan’ı çeşitli vesilelerle gittiğim Nesin Matematik Köyü sokaklarında, anfisinde görüp konuştuğumda da, zekasına, çalışkanlığına, üretkenliğine hayran olmuş, onun bütün bu yeteneklerini nasıl hepimiz için, bu ülke için kullandığını düşünmüştüm. Yanlış Cumhuriyet, Adını Unutan Ülke, Sözlerin Cumhuriyeti, diğer gezi kitapları, Matematik Köyü, Tiyatro Medresesi, Felsefe Okulu... Son olarak da, Matematik Köyü’nde açılan ve tasarımı ve yapımını Sevan’ın gerçekleştirdiği kütüphaneyi hayranlıkla gezmiş ve bir kere daha taktir etmiştim.
Sevan kimseye eyvallahı olmayan, hiçbir zaman boş durmayan, hepimiz için, bu ülke için her an birşeyler üreten cesur bir aydın. Devletin bütün öfkesini üzerine çekmesi de tam bu yüzden, asla “yola getirilemez” kural tanımaz, burnunun dikine giden bir insan. Üstelik de Ermeni. İttihatçı kafalı Atatürkçüler sevmiyor onu, sağdan soldan, islamcılardan da epeyce sevmeyeni var. Dizboyu yolsuzluklara, hukuksuzluğa battığımız bu günlerde devletimiz Sevan’la uğraşmayı asla ihmal etmiyor. Şirince’de 80 metre kare kaçak inşaat yapmaktan 2 yıl hapiste yatması gerekiyor. Üstelik hakkında sürmekte olan 20’ye yakın başka başka davalar da var. Sevan Nişanyan, kendisine yapılan çağrıya uyarak, Torbalı Yarı Açık Cezaevi’nde Ocak ayı başında yatmaya başladı. Başladı ama orada da rahat durmadı, önce cezaevinin kütüphanesini gündeme getirdi, kütüphaneye bütün dünyadan kitap yağmaya başlayınca, birileri bundan huzursuz oldu. Sonra içerde bir hırsızlık olayını açık edince, “yeter” deyip, şubat sonunda apar topar Buca Kapalı cezaevi’ne yolladılar. Bir daha da haber alamaz olduk Sevan’dan. Son gelen haberler, Buca’da “yatak yok diye taşın üzerine yatırıldığı” yönündeydi. Devamında ise ülkemiz cezaevi koşulları hakkında da fikir veren bilgiler aldık, Ali Nesin yazdı:
“Eski tip tavuk nakil kasalarını andıran 60 kişilik bir koğuşta 103 kişi kalıyorlar, ki bu tenha zamanlarmış, sayı bazen 130'u bulurmuş. İki kişilik yer yatağını ve tarif edilmeyecek kadar pis bir şilteyi üç kişi paylaşıyorlar. Sevan'a ranza verilmesi mahkûmlar arasında isyan çıkartırmış. Ama o, başkalarının daha kötü durumda olduğuna işaret ederek "şükür iyiyim" diyor! Gece koğuş ısıtılmamakta, ayrıca havasızlıktan dolayı pencereler açılmaktadır, dolayısıyla mahkûmlar gripten kırılmaktadır. İdarenin verdiği yemekler yenmeyecek kadar kötüdür. Yüksek gazlı kömür dumanı çıkaran iki baca yüzünden 100 m2'lik avlu kullanılamamaktadır. Koğuşta masa ve iskemle yoktur. Dolayısıyla Sevan gibi ranzası olmayanlar gün boyunca oturacak yer bulamamaktadır. Ama Sevan koşullara kahramanca direniyor. Gençliğinde de böyleydi, biliyorum. Yarın kendisini görmeye gideceğim. Umarım daha iyi haberler getiririm.”
Merak ediyorum, bütün bu haberleri adalet bakanı izliyor mu? (habersiz olabileceğini düşünemiyorum) İzliyorsa ne düşünüyor bu bilgiler karşısında? Acaba Buca Kapalı Cezaevi’ni arayıp, “orada neler oluyor?” diye sordu mu? Sevan’ın orada geçirdiği günlerin hepimiz adına, ülkemiz adına kayıp olduğunun farkında mı?
“Yanlış Cumhuriyet” in, bu topraklarda yazan, çizen, düşünen, aydınlara neler yapabileceğini biliyoruz. Bunu bildiğimiz için de korku duyuyoruz.
“Adını unutan ülke” her şeye rağmen, Sevan’ı da unutturmaya mı çalışıyor?
Unutacak mıyız?
İlgili Bağlantılar
Türkiye Yerleşim Birimleri Envanteri
Radikal Haberi
İsmail Saymaz söyleşisi
Hasan Cemal yazısı
Talat Ulusoy yazısı
Twitter: @ymbymb