01 Mayıs 2022

Mardin'in dar sokakları

"Önümüze çıkan insanlar bize zarar verebiliyorlardı o dar sokaklarda. Bize zarar veriyorlardı, biz de azınlıkta olduğumuz için bir şey söyleyemiyorduk"

Deniz Hanım'la Mardin'in taş evlerinden birinde tanıştık. Dışarıda kar fırtınası, biz içerideyiz. Ev, artık bir sosyal merkez; evin bulunduğu yer ise eski Mardin. Deniz Hanım hâlâ o eski Mardin'de yaşayanlardan biri. Kışın soğuğundan, taş evlerin durduğu yerde çıkardığı masrafa yetemeyen hane bütçelerinden bıkıp da Yenişehir'e taşınan arkadaşlarının aksine, Deniz Hanım doğup büyüdüğü sokaklarda yaşamaya devam ediyor. Evi ve hemen altında oğlunun işlettiği şarapçılarıyla hem kentin hem de sadece şaraplarıyla anılan bir cemaatin hafızasını tutuyor.

63 yaşında, iki oğlu var. 31 yıl memleketin dört bir köşesinde öğretmenlik yapmış. İncecik bir kadın. Konuşurken elleri hep birbirine kavuşuyor. Ne zaman konuşmanın seyri onu tedirgin etse elleri ayrılıyor. Onca senelik öğretmenliğin getirdiği muazzam bir hitabet yeteneğiyle anlatıyor belki milyon kere anlatmak zorunda kaldığı hikâyesini. Ama bir şartla: Siyasi konulara girmeyeceğiz. Peki diyorum ve başlıyorum dinlemeye.

"Çocukluğum güzel geçti. Yalnız okula gidip geldiğimiz zaman, kendi sınıfımdaki arkadaşlarımdan değil de, diğerlerinden ötekileştirme gördüm. Her zaman olduğu gibi dışlanma oluyordu. Ama arkadaşlarımızla aramız çok iyiydi. Çok güzel vakit geçiriyorduk. Biz birbirimizle kardeş gibiydik. Kendi sınıf arkadaşlarımızla kardeş gibiydik. Olan şeyler dışarıdan oluyordu."

Gerçi hepimiz insanız…

Röportaj için oturduğumuz restoranda anlatıyor bunları. Bir yandan çocukluk arkadaşlarına bakıyor göz ucuyla. Toz kondurmuyor arkadaşlarına. Benim yanlış anlamamdan, arkadaşlarını suçlamamdan korkuyor belki de. İyice anlamamı istiyor gelen "fenalıkların" dışarıdan olduğunu.

"Bir de sokakta gidip gelince çok zorlanıyorduk çünkü yabancılarla karşılaştığımız zaman kötü şeyler oluyordu. Hristiyan diye bizi taşlıyorlardı, kötü laflar söylüyorlardı, küfrediyorlardı. Bunlar Hristiyan, bunlara dokunmayın haram olursunuz bunların yanından geçmeyin, kötü insanlar… Yani değişik şeyler konuşuluyordu. Dar sokaklarda daha çok şiddete maruz kalıyorduk. Önümüze çıkan insanlar bize zarar verebiliyorlardı o dar sokaklarda. Çünkü çok fazla insan yoktu geçen giden. Ya taşlarlardı, ya dayak atarlardı, ya fena bir şeyler yaparlardı işte…

Beni fazla etkilemedi diyelim çünkü ben erkek gibi yetişmiş bir çocuktum. Hiç umursamıyordum kimseyi, kendimi kanıtlamış biriydim, o yüzden de okuyabildim, o yüzden de o dar sokaklarda yıllarca gidip gelebildim. Başkaları bundan çok etkilendi. Ben cevaplarını veriyordum. Ben insanım sen de insansın diyordum. Hepimizi Allah yarattı diyordum. Onları uyarmaya çalışıyordum. Ama yani böyle insanları da toplumdan yok etmek olanaksız çünkü aileleri böyle büyütmüş, böyle görmüşler. Farklı insanlara karşı nasıl davranacaklarını bilmiyorlar, farklı dinden olan insanlara. Gerçi hepimiz insanız, hepimiz iki gözlü, iki ayaklı, iki elliyiz ama farklı düşünüyorlar. Farklı düşünce açılarını farklı bir şekilde değerlendiriyorlardı. Bize zarar veriyorlardı. Biz de azınlıkta olduğumuz için bir şey söyleyemiyorduk."

Bizi kenarda bırakmaya başladılar yani bize zarar vermemeye başladılar

Çok sevdiği, bizi tanıştıran arkadaşından bahsediyor Deniz Hanım. "Onun da nenesi Hristiyan. Ama ona sakın söylemeyin diyorlar, kimseye söylemeyin, bizi aşağılarlar. Niye aşağılasınlar ki? O da insan ben de insanım, niye böyle yapıyorlar" diye soruyor. Cevabı kendisi de bilmiyor. Konuşma boyunca hep yaptığı gibi Allah'a ve inancına sığınıyor.

"Hepimizi Allah yaratmadı mı? Biz bir şey yaratabiliyor muyuz? Saç teli bile yaratamıyoruz. Ama maalesef böyle insanlarla yaşıyorduk. Biz de alıştık bunlara. Daha sonra bilinçlenmeye başladılar. Bizi de insan olarak görmeye başladılar. Okuma açısından… Daha çok kitap okudular. Daha çok bizimle beraber yaşadılar. Bizim kişiliğimizin nasıl olduğunu öğrendiler. Bizim kimseye zarar vermediğimizi, vermeyeceğimizi öğrendiler. Biz zararlı insanlar değiliz. Bizim İncil'de yazar, hükümetlerinize tabi olunuz, der. Hangi hükümet varsa başta ona tabi olunuz der. Biz hükümetimize tabi olmak için elimizden geleni yapan insanlarız. Kanunlara uymak isteyen insanlarız. Kimseye zarar vermek istemeyiz, kesinlikle kimseye zarar vermek istemeyiz. Bunun farkına varıldı. İnsanlar okudu, bilinçlendi ve bizi kenarda bırakmaya başladılar yani bize zarar vermemeye başladılar. Ve böyle devam ediyoruz."

Yalan söylemeyi sevmiyorum

Kenarda bırakılmaktan mutlu olsa da gözlerine bir gölge iniyor. Şimdinin mi geçmişin mi gölgesi bilmiyorum. Konuyu değiştirmek istiyorum, o gölgeden uzaklaştırmak istiyorum. Öğretmenlik günlerini soruyorum. Gözleri ışıyor.

"31 yıl önce öğretmenliğe başladım. İlk görev yerim Karabük'tü. Zonguldak'a bağlıydı o zaman, daha sonra il oldu. Ben her gittiğim yerde Hristiyan olduğumu, Süryani olduğumu müdürüme anlatırdım, problem çıkmasın diye. Ben Hristiyan'ım, Süryani'yim, Mardin'den geliyorum, derdim. Orada da dedim müdürüme. Kızım, dedi. Burası yobaz insanların bulunduğu bir yer. Karabük'ün merkezindeydim ama kenar mahallerinden birinde bir okuldaydım. Dedi ki kızım sen bunu ifade etme, aramızda kalsın. Sen benim kızımsın, ben senin babanım, bu aramızda kalsın, dedi çünkü zarar görebilirsin. İfade etmedim ben de ama o zaman da ben doğruyu söyleyen bir insan olduğum için çok acı çektim. Üç dört ay orada kaldım. Yalan söylemeyi sevmiyorum."

Karabük'ten sonra Deniz Hanım'ın tayini Mardin'e çıkmış. Farklı farklı köylerde öğretmenlik yapmış. Başlarda "Süryani öğretmen" diye laflar dönmüş ama onun eğitimini, öğrencilere ilgisini görünce herkes çocuğunu ona vermek istemiş. Kimseyle alıp vermediği de olmayınca takdir toplamış. Oradan önce Ordu'ya gidecekken dağ köyü olduğu için gitmemiş. Derken Urfa. Urfa'da da müdürle hemen ilk gün konuşmuş "problem çıkmasın" diye. Şansına müdür, amcasının oğlunun lise arkadaşı çıkmış. Yalan söylemek zorunda kalmamış.

"İdol oldum ben onlara"

Şimdi Mardin'de herkesin onu tanıdığını söylüyor. "Büyük bir idol oldum ben onlara" diyor.

"Benim bir yere geldiğimi gördükleri zaman onlar da okumaya merak saldı. Her zaman söylüyor velilerim, senin öğretmenliğin sayesinde kızım öğretmen oldu diye. Benim hayatım onlara bir örnek oldu."

İdol olmaktan çok mutlu. Hep liderlik duygusu olduğunu, komşu çocuklara yardım ettiğini söylüyor. Çevreye faydalı olabildiği için de mutlu. Mardin'i de çok seviyor. Çünkü burada doğdu, burada büyüdü. Ah bir de üniversite bitiren oğulları işlerini yapabilseler. O zaman daha da mutlu olacak.

Röportajın sonunda "Allah muvaffak etsin" diyor bana. Kaydı kapatıyoruz. Yemeklerimiz geliyor. Deniz Hanım büyük perhizde. 40 gün boyunca İsa'nın Şeytan tarafından sınanması gibi hiçbir şekilde hayvansal gıda tüketmediklerini anlatıyor. Buna bir de on günlük elem ekleniyor. İsa'nın çilesini anmak için. Yemek yerken röportaj yapma sırası ona geçiyor. Nereli olduğumdan, inancıma geliyor konu. Ben de ona bizim 12 İmam orucunu anlatıyorum. "Bakın ben de sizden yeni bir şey öğrendim" diyor.

Tatlıları yerken biraz çekinerek neden LGBT konusunu seçtiğimi soruyor tanıştığımızdaki sohbete istinaden. Gülüyorum, belli değil mi diye soruyorum. O da gülüyor. Ailemi soruyor, hayatımı. Bu sefer ben anlatıyorum. Pür dikkat dinliyor. "Siz de bizim gibiymişsiniz yani" diyor. "Size de utanmanızı öğretmişler ama utanmamışsınız. Her yerde söylüyorsunuz. Ne güzel" diyor. Beni reddetmediği için çok kıymetli olduğunu söylediği anacığıma bir hediye almam için oğlunun dükkanının adresini veriyor. Onlarda gümüş kolyeler yokmuş ama beni iyi malların olduğu yere götürürmüş.

Kalkıyoruz masadan. Fotoğraf çekmek istiyorum. Eliyle boşver diyor. İsmini nasıl yazmamı istediğini sorduğumda ise, "Deniz yeterli" diye yanıt veriyor. "Benim için sorun değil ama soyadım kocamın soyadı. Deniz de sen" diyor ve restorandan çıkıyoruz. Farklı yönlere yürüyoruz. O evine doğru yollanırken ben de bahsettiği Mardin'in dar sokaklarını arşınlamaya ve fotoğraflamaya başlıyorum…

Yazarın Diğer Yazıları

'Dünyaya kafa tutan Türkiye'ye yakından dokunmak: TEKNOFEST'lerle örülen yeni siyaset ne anlatıyor?

"Evet, asgari ücret yetmiyor. Evet, kiralar artıyor. Evet, yaşamak güçleşiyor. Ama TOGG var, İHA ve SİHA’lar var. Teknoloji üzerinden yeni bir hikâye yarattılar. 'Yeni bir Türkiye var 'dediler ve bu yeni Türkiye’nin ekran yüzü de savaş gemisi TCG Anadolu, milli araba TOGG ve savunma sanayiindeki gelişmeler oldu"

"Benim evladım bu şekilde öldürülmeyi hak etmedi, adalet yerini bulsun"

Ecem Seçkin davasında azalarak biten nefret olmadı

Gençler neden intihar ediyor?

TV kanallarında ya intihar eden gençlerin psikolojilerinin ne kadar bozuk olduğunu izliyoruz ya da yine ruh sağlığı uzmanlarının uyarılarıyla, intiharı bir sebebe bağlamamaya çalışan, kişisel hikâyesinden uzak durmaya çalışırken ne diyeceğini bilemeyen bir haberciliği görüyoruz