"Baba evinde dayak, koca evinde kötek…"
Sobhan'ın İran'dan Türkiye'ye, Türkiye'den Kanada'ya uzanan hikâyesinin özeti bu altı kelimeden oluşuyor. Bir göç hikâyesi dinlemeyi beklerken, kendimi bitmeyen şiddet ve ölümün tam ortasında yeşermeye çalışan bir hayata tanıklık ederken buluyorum Sobhan'ı dinledikçe. "Baba evi" İran'dan, "koca evi" Türkiye'ye gelmesi de, burada geçirdiği seneler de Sobhan'ın gülüşünü soldurmuyor ama. Bazen içinden geldiği için, bazen de kendini zorlayarak gülüyor anlatırken hikâyesini.
Gencecik bir insan Sobhan. Daha 29 yaşında. 1993'te İran'ın Urmiye kentinde doğmuş. Urmiye, Türkiye'nin hemen yanıbaşındaki bir şehir. Van'a arabayla bir saat mesafede. Urmiye'den Kerman'a taşınmışlar babasının işinden dolayı. Sobhan altı yaşındayken tekrar Urmiye'ye dönmeleri gerekmiş. "Bir gecede tası tarağı toplayıp döndük" diye anlatıyor bu dönüşü Sobhan. Neden taşındıklarını o zaman anlayamamış. Ama büyüyünce anlamış ki, babasının karanlık işleri mecbur bırakmış onları taşınmaya.
"Babam iğrenç bir insandı, her şey vardı, kötü alışkanlıklar diyeyim… Aşırı derecede şiddet yanlısıydı. Kerman'da bir oyun çevirince oradan kovuldu ve biz bir gecede ailecek Urmiye'ye dönmek zorunda kaldık. Annem hem çalışıyor, hem iki çocuk büyütüyor hem de koca dayağı çekiyordu. Annem hem ihanete hem de şiddetin her türüne uğruyordu. Hem ben, hem ablam bunların hepsine şahit oluyorduk. Şimdiki karakterimin oluşmasının temel sebeplerinden bir tanesi babam gibi bir varlıkla aynı atmosferde nefes almak. Onun, benim, annemin üzerinde sistematik şiddeti şimdiki karakterimi oluşturdu.
"Ben 14 yaşındayken babam bizi değil 'diğer eşini' seçti diyeyim. Bizim hayatımızın dönüm noktası oldu bu. Her şeye sıfırdan başladık. Bir gecede benim anneme koca, ablama baba olmam gerekti. Çok zordu, çok. Hem çalıştım, hem okudum, hem eve baktım… Sabah 7'den öğlen 2'ye kadar okula gidiyordum. 3'e kadar mola, sonra bir saatçinin yanında çalışıyorum. 9'da çıkıp bir saat derslerimi yapıyorum. Sonra arkadaşım gelip beni alıyordu ve gece 2'ye kadar sokakları gezip karton topluyorduk. O kartonları ay sonunda satıp bir şekilde eve ekmek getirmeye çalışıyordum."
Çizim: Aslı Alpar
"Kaybettiğim yıllarımı geri istiyorum"
Annesinin boşanma süreci 8 yıl sürmüş çünkü babası boşanmak istememiş. İran'da kadınların boşanma hakkı da olmadığından sürecin uzadıkça uzadığını anlatıyor Sobhan. Babasının devlet içindeki bağlantıları da sağ olsun, boşanma kararı bir türlü gelememiş. O arada babasının şiddeti ise hız kesmeden sürmüş. Babasının annesini dağa kaçırttığını anlatıyor Sobhan yüzünde herhangi bir ifade olmadan. Hemen ardından annesini ne kadar sevdiğinden bahsediyor. 14 yaşındayken annesine açıldığını söylüyor. Sobhan, non-binary. Yani cinsiyet kimliği erkek ve kadın ikiliğinin dışında. Ama babasına ve topluma göre kirli bir ibneden ibaret.
"Biliyor musun, ben açıldıktan bir yıl sonra babam beni arkadaşlarına peşkeş çekti. Onun gözünde bir ibneydim ve koskoca sülalenin içinden bir ibne çıkamaz diye düşünüyordu. Sırf anneme acı çektirmek için beni arkadaşlarına peşkeş çekti. Ben daha cinsellik nedir bilmezken istismara uğradım. Üzerine mahkeme süreçlerinde bir de beni suçladılar. O gün, benim hayatımdaki ilk dönüm noktasıydı. Sırf lubunyayım diye insanların gözünde hayatımın bir anlamı olmadığını anladım. O acıyı çeken benim, insanların gözünde lekelenen, toplum gözünde kirlenen benim… Eril şiddet yüzünden kaybettiğim yıllarımı geri istiyorum ama maalesef zaman geri alınmıyor."
"Cezaevinde gözümün önünde arkadaşımı öldürdüler"
Bu öfkesi hakkını aramaya yönlendiriyor Sobhan'ı. İnternetten gökkuşağı bayrağı buluyor, çıktı alıp şehrin dört bir tarafına yapıştırıyor. Başka LGBTİ+'larla tanışıyor. Gizli bir örgüt de kuruyorlar. Maha, yani Bizler diyorlar örgütün adına. Karakol duvarlarını, sokakları gökkuşağı çıkartmalarıyla kaplıyorlar. Urmiye'yle sınırlı da kalmıyorlar. Çevre illerde yardıma ihtiyacı olan LGBTİ+'lara el uzatıyorlar. Bu arada Sobhan üniversite okumaya da başlıyor. Önce açıköğretimden moda tasarım bölümünü bitiriyor. Sonra tercümanlık okumaya başlıyor. Her şey yolunda gider gibiyken baba şiddetinden sonra bu sefer de devlet şiddetiyle tanışıyor Sobhan. Cinsel kimliğinden dolayı iki ay cezaevinde kalıyor. Cezaevinde yaşadıklarını anlatmak istemiyor çok. Anlatamıyor da... Gözleri ilk kez buğulanıyor. Kendi yaşadıklarını değil, şahit olduğunu anlatıyor.
"Cezaevinde, gözümün önünde yol arkadaşımı öldürdüler. Ali'ydi adı. Gözümün önünde kıydılar arkadaşıma. O kadar zorlanıyorum, o kadar yorgunum ki Yıldız. Ama ona bir söz verdim ve o sözü tutmak için devam ediyorum hayatıma. Oradan çıktıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi değildi. Her şeyimi kaybetmiştim. 15 yaşında istismara uğradım, 18 yaşında ben suçlu çıktım, 22 yaşımda arkadaşımı kaybettim. Bir mezarı bile yok arkadaşımın."
Türkiye'de "hoş geldin" dayağı
İran'da daha fazla yaşayamayacağını anlayınca iltica etmeye karar veriyor Sobhan. İlk annesine açıyor bu fikrini. Annesi, "Burada kalır ve öldürülürsen ağlamam. Çünkü insanlar evlatlarını askere yolluyor, öldüğü zaman şehit diyorlar onlara ve arkasından ağlamıyorlar, onun yeri cennet, ağlamak uğursuzluk getirir diyorlar. Sen de kendi hakkın için savaşıyorsun, eğer ölürsen sen de benim şehidim olursun, göğsümü gere gere söylerim her yerde ve ağlamam. Ama gidersen, iyi bir hayat imkanın olur" diyor.
Böylece başlıyor Sobhan'ın ömründeki ikinci fasıl. 2017'de İstanbul'a geliyor. Havalimanından indiğinde kendisini nasıl bir ülkenin beklediğini ise acı bir şekilde fark ediyor. Çocukluğunda evlerine taktıkları kaçak antenle televizyondan izledikleri gibi olmadığını anlıyor hiçbir şeyin. Ne çok sevdiği Çılgın Bediş ya da benim adını bile bilmediğim dizilerdeki gibi bir ülkedir Türkiye ne de televizyonda ekranda gördüğü LGBTİ+ sanatçılar gibi karşılanır havalimanında. Türkiye'deki ilk saatinde bu sefer "koca evinde kötek" bekler onu. Taksici, İranlı olduğunu öğrenince, "Burada ibne mi az ki geliyorsunuz Türkiye'ye" diyerek döver Sobhan'ı.
"Film gibiydi ama çocukken izlediklerim gibi değildi. Hani filmlerde dayak yeyince gözünüzün çevresinde yıldızlar uçuşuyor ya, aynısını yaşadım."
Bu hoş geldin mesajından sonra Sobhan Yalova'ya yerleşiyor. İranlı LGBTİ+ mültecilerin üçüncü ülkeye yerleştirilmeden önce bekletildikleri uydu kentlerden biri Yalova. Ne kadar süreceği belirsiz bir bekleyiş başlıyor Sobhan'ın hayatında. Kafelerde çalışıyor yaşayabilmek için. Bazen günde 12 saat mesai yapıyor asgari ücretin de altına. Mülteci olduğu için hakkını aramak bir yana, iş bulduğuna şükretmesi bekleniyor.
Bizim tanışıklığımız tam da bu döneme denk geliyor. Nasıl tanıştığımızı hatırlayıp hatırlamadığımı soruyor. Hatırlıyorum. 2018'de Denizli'den Ankara'ya otobüsle yolculuk yaparken gece vakti telefonda tanışmıştık diyorum. Yalova'da mülteci bir trans kadın, Ayda linç girişimine uğramıştı. Sobhan ve arkadaşları "Benim adım Ayda" diyerek hem Ayda'nın hikâyesinin hem de kendi hikâyelerinin duyulması için sosyal medyadan yazıyorlardı. Son ve tek çareleri sosyal medyaydı. Konuşmuş, o otobüs yolculuğu sırasında haber yazmıştım. Benim için sıradan bir gündü. Ama Sobhan, öyle olmadığını söylüyor, teşekkür ediyor. Mahcup oluyorum ve sonrasında anlattıklarından dolayı hem Türkiyeliler hem de gazeteciler adına utanıyorum.
"O haber ve sonra benim yaşadığım saldırıya dair haberin hayatımızı kurtardı biliyor musun? Ayda'nın hayatı kurtuldu. O haberden sonra sosyal medyada TT listesine girdi. Kurumlar ilgi göstermeye başladı. Yalova'daki kadınlarla beraber yürüyüş bile yapabildik. Kimse hikâyemizi dinlememişti. Sen, bizim için ilk oldun."
Arafta bekleyiş
Ben sokak ortasındaki saldırıya kimsenin ilgi göstermemesinden dolayı utanırken Sobhan başka bir hayal kırıklığını anlatıyor. Birleşmiş Milletler'e (BM) bağlı kurumların, BM'den fon olarak projeler yapan partner sivil toplum kurumlarının söz konusu LGBTİ+ mülteciler olduğundan nasıl da bir işe yaramadığını söylüyor. Kendisi de bir dönem bir BM projesinde tercüman olarak çalıştığı için içeriden de konuşuyor.
"Dokuz senedir üçüncü ülkeye yerleştirilmeyi bekleyen trans arkadaşım var benim mesela. HIV'le yaşayan ve ilacına erişemeyen arkadaşlarım var. Şiddet sürekli yaşanıyor. Ama bu yaşadıklarımız görünmez kalıyor. Türkiye'deki sivil toplum örgütlerinin çabaları da yetersiz kalıyor. Bu örgütlerde çok fazla arkadaşım da var, iyi niyetli olanlar da çok ama iyi niyet yetmiyor. BM'nin sistematik bir sorunu var. Türkiye, LGBTİ+ mülteciler için güvenli ülke statüsünde. Ama öyle olmadığını biz her gün yaşadık. Raporlara girmiyor yaşadıklarımız. Hayatımız şiddetin gölgesinde bir arafta geçiyor burada beklerken. Eşya bile alamıyorsun mesela çünkü yarın ne olacağı belirsiz. Evim diyebildiğin bir yerin olmuyor."
Sobhan'ın anlattıkları aklıma başka bir eşcinsel mülteciyi, Wisam Sankari'yi getiriyor. Wisam, Suriyeliydi. Savaştan kaçıp Türkiye'ye gelmişti. 2016'da İstanbul'da kafası kesilerek öldürüldü. Arkadaşlarıyla görüştüğümde onlar da aynı yalnızlıktan, kimsenin hayatlarına değer vermediğinden bahsetmişti. Bütün bunların sonunda Wisam'ın katiline mahkeme haksız tahrik indirimi uyguladı. Sobhan, kimsenin haberinin olmadığı o kadar çok cinayet ve şiddet olduğunu söylüyor ki… Bir numaradan ibaret görülen mülteciler adeta ip cambazına dönüyor Türkiye'de…
"Hakkını aramaya kalktığında sınırdışı edilebilirsin. Bu da İran'a yollandığında idam cezası demek. Bu yüzden LGBTİ+ mülteciler yaşadıklarını dahi anlatamaz hâle geliyor."
Yaşananlar iz bırakıyor
Sobhan'ın arafta bekleyişi bu sene sonlanıyor. Nisan'dan beri Kanada'da. Önce Edminton diye ufak bir şehre yerleştiriliyor. Sonra partnerinin yanına, Toronto'ya taşınıyor. Şimdi orada partneriyle birlikte bir otelin mutfağında çalışıyor. Ama aklı Türkiye'de kalan arkadaşlarında.
"Türkiye'den ayrılırken çok zorlandım. Tüm bu zorlukların yanı sıra çok fazla arkadaş da edindim. Onlardan ayrılmak zordu. Bir yandan da yıllar boyu yaşadıkların üzerinde izler bırakıyor. Ben her şeyin öznesi olmak zorunda değilim, bu insanlar beni her şeyin öznesi yaptı. Eğer gerçekten biri bizim sesimizi duysa birçoğumuz kurtuluruz. Bundan on gün önce bir telefon aldım. Aynı uçağa bindiğim başka bir LGBTİ+ mültecinin Edminton'da evinde ölü bulunduğunu söylediler. Ailesine ulaşamadıkları için beni aramışlar. Ben onla aynı uçağa bindim, tüm duraklarda sohbet ettim. Yedi buçuk sene bekle, yedi buçuk senenin sonunda… Bizlerin ölümü de normal değil. Şimdi bu çocuğun ailesi bu çocuğun mülteci olduğunu biliyor mu, Kanada'da olduğunu biliyor mu, ailesine söylemeli miyim? Belki ailesinden kaçtı. Ailesinden kaçan birine cesedini vermeli miyiz? O kadar acı bir şekilde öldü ki bu çocuk. Ortada cansız bir beden var ve kimse de sahip çıkmak istemiyor. Göç yoluna başlamadan önce bizi ilticaya iten şey bizim kaderimizi de belirliyor. Türkiye'de ölen mülteciler var, noluyor onlara? Sonları ne oluyor? İki hafta morgda kalıyor, sonra ya ölümüne sebep olan ülkeye gönderiliyor ya da kimsesizler mezarlığına…"
Yıldız Tar kimdir?
Sıfatsız gazeteci, Boğaziçi terk, Cranberries hayranı, fantastik roman müptelası. 2013 yılında gazeteciliğe başladı. Etkin Haber Ajansı'nda editör, Özgür Radyo'da program yapımcısı ve sunucusu olarak çalıştıktan sonra 2014'ten beri LGBTİ+ internet gazetesi KaosGL.org'ta sırasıyla muhabir, editör ve yayın yönetmeni olarak çalıştı. Halen bu görevi sürdürüyor.
Sol, sosyalist siyasi partilerle LGBTİ+ hakları üzerine röportajları "Yoldaş Ben İbneyim" başlığıyla, trans kadınlarla röportajları "Dönmelere Doyamadık" ve Türkiye'deki LGBTİ+ hareketinin tarihine ilişkin sözlü tarih çalışması "Patikalar: Resmî Tarihe Çentik" ismiyle kitaplaştı.
Kaos GL Derneği'nin senelik medya izleme raporunu kaleme alıyor. Çeşitli gazete, dergi, kitap ve dijital mecralarda LGBTİ+ hakları, hafıza çalışmaları, edebiyat, nefret söylemi ve medya okur yazarlığı üzerine yazıları yayımlanıyor.
T24'te "İnsan Manzaraları" başlıklı portre röportajlar yapıyor.
|