04 Aralık 2022

Ankara sokaklarının seyrini tutan belgeselci: Sibel Tekin

Sibel, kamera arkasında olmaktan çok mutlu. Kamera ya da mikrofon da kendisine çevrildiğinde geriliyor. Ama kış güneşinin içimizi biraz ısıttığı bir gün oturduğumuzda gerilse de hikâyesini anlatıyor. Kendi hikâyesine değen başka hikayelere teyelleyerek…

Ankara'da bir eyleme denk gelirseniz şöyle bir çevrenize bakın. Bir tarafta eylemciler, diğer tarafta polis ve olanı biteni çekmeye çalışan gazeteciler. Her şehirdeki her eylemde görülebilecek aynı manzara. Ama o manzaranın tam ortasında, elinde kamerasıyla güler yüzlü bir kadına denk geleceksiniz. Gülümsemesi bulaşıcı olan insanlardan biri o. Ve hangi eylem olursa olsun, o kamerasıyla alanda. Senelerdir sessizce çekim yapıyor. Kentin, sokakların hafızasını kaydediyor usanmadan.

Belgeselci Sibel Tekin, hakkını aramak için sokağa çıkan Ankaralıların yakından tanıdığı bir isim. Özellikle de 10 Ekim'de yakınlarını kaybedenlerin. Yaşananları, bir dönemi kaydedip, "Unutturmamak için" başkalarına aktarmayı görev biliyor. Bu yüzden de hiçbir eylemi kaçırmamaya gayret ediyor.

Kırşehir'de çocukluk ve faili meçhul baba

Sibel, kamera arkasında olmaktan çok mutlu. Kamera ya da mikrofon da kendisine çevrildiğinde geriliyor. Ama kış güneşinin içimizi biraz ısıttığı bir gün oturduğumuzda gerilse de hikâyesini anlatıyor. Kendi hikâyesine değen başka hikayelere teyelleyerek…

1977, Kırşehir doğumlu Sibel. Üniversiteyi kazanıp Ankara'ya gelene kadar Kırşehir'de yaşıyor. O dönem Kırşehir'den hatırladıkları bahçeli evler, çıktıkları ağaçlar… Şehrin dokusunun sonradan bozulduğunu söylüyor. Dedesi de bu bozulmaya dayanamayıp evlerini kooperatife veriyor ve apartmana geçiyorlar. Sibel için bir dönem böyle kapanıyor.

Çocukluğundan çok berrak bir şekilde hatırladığı diğer anı ise Büyük Madenci Yürüyüşü. Dedesi ve anneannesi katılmış o yürüyüşe. Madencilere destek vermek için gittikleri o eylemin kendisini etkilediğini anlatıyor.

Çocukluk resimlerinde babası yok. Eczacı olan babası, daha Sibel bebek denebilecek yaştayken, 1980'de öldürülmüş. Faşistler öldürmüş. Bu kadar biliyor Sibel. CHP'li aile içerisinde daha fazla da konuşulmuyor mesele. Darbenin faili meçhullerinden biri olarak kalıyor babasının öldürülmesi. Ailesi korkuyor belki de. Bir daha yaşamamak için unutmayı ve unutturmayı tercih ediyor.

Sibel'se, babasını hiç hatırlamadığından taşımıyor bu yükü omuzlarında. Başka yükleri, direnişlerin, eylemlerin ve katliamların hafızasını yükleniyor. Bunu da sinemayla yapıyor.

"Ergenlikle birlikte Kırşehir bana yetmemeye başladı. Ama sinemayla tanışmam da Kırşehir'de oldu. İlk izlediğim film E.T.'ydi. Çok etkilenmiştim. Onun dışında tiyatrolar geliyordu şehre. Eğitim-Sen'in getirdiği oyunları izliyorduk. Politik oyunlardı ama kötü oyunlardı. Tiyatroyu sevmemem de o oyunlara maruz kalmamla başladı."

"Kurgu biraz yapboz gibi"

Tatillerde Ankara ve İstanbul'daki filmlere gidiyorlar. Sinema tutkusu onda gelecekteki mesleğine dair bir ışık da yakıyor. Sinemada yer gösterici olmak istiyor. Böylece daha çok film izleyebileceğini düşlüyor. Üniversiteden mezun olunca yer gösterici oluyor da. Altı ay boyunca Ankara'da bir sinemada yer gösterici olarak çalışıyor. Ona kalsa daha da devam eder bu işe ama TRT'de iş bulunca ayrılıyor.

"Ben önce halkla ilişkiler tercih etmiştim. Ama Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde beş kişilik bir ekip öğrenci filmleri çekmeye başladık. O zaman kurgucu oldum. Sonra kurgu yapmayı sevdim. Mezun olduktan sonra da 2000 yılından itibaren TRT Ankara Televizyonu Belgesel Programlar Müdürlüğü'nde yapımcı ve yönetmen yardımcısı olarak çalıştım. 2004 yılından itibaren de TRT Ankara Televizyonu Kurgu Servisi'nde kurgucu olarak çalıştım. 2007'de TRT'den ayrıldım. Hiç kendime ait zamanım olmadığı ve ekonomik şartlardan dolayı ayrıldım TRT'den.

"Kurgu biraz yapboz gibi. O görüntülerle bir şey oluşturmak çok hoşuma gidiyor. Kurgu, sinema sektöründe ilk yaptığım iş. Bazen işkenceye dönüşebiliyor tabii. Kurmaca kurgusunda mesela o kadar özgür değilsin. Ama belgesel kurgusu başka bir şey. İki görüntüyü arka arkaya koyduğunda üçüncü bir anlam yaratıyorsun. Çekerken düşünüyorsun ama çok da gözünde canlanmıyor. Kurguda gelen malzemeyle bambaşka bir şey çıkartıyorsun."

"12 Eylül Ne? Kenan Evren Kim?"

Bıraksam, kurgudan sonsuza kadar bahsedebilir Sibel. Gözleri ışıldıyor kurgu denince. Ama ben biraz da öğrencilik dönemlerini, öğrenci filmlerini ve o dönemin Ankarasını merak ediyorum. "12 Eylül Ne? Kenan Evren Kim?", filmlerini soruyorum. 1998 güz döneminde çektikleri bu filmin hikayesini merak ediyorum.

"Düşünce olarak hep aynı taraftaydım ama eylem olarak çok da değildim. Birinci sınıftayken bir arkadaşımla YÖK eylemine katılmıştık. İkimiz gittik, herkes gruptu ve biz çok yalnız hissettik. O günden sonra da başka eyleme gitmedim öğrenciyken. Daha çok rock müzik dinlediğim için rock barlara takılıyordum ben.

"İlk öğrenci projesi olarak ‘Yolcu Yolun Şarksa' diye Doğu Ekspresi belgeseli çektik. Sonrasında Oğuz Onaran bize 12 Eylül belgeselini önerdi. Hitler'le ilgili bir belgeselde buna benzer bir şey yapmışlar. Sokağa çıkıp iki soru sormuşlar. Biz de aynısını yaptık. Sokağa çıkıp filmin adındaki iki soruyu insanlara sorduk. Çok komik cevaplar da aldık. 12 Eylül için Cumhuriyet Bayramı diyenler de çıktı, Kenan Evren için ilk cumhurbaşkanı diyenler de çıktı."

Şu an ekipten kimsenin elinde bu filmin kopyası bulunmuyor. Bütün ekipte VHS kaydı olsa da hepsi kaybetmiş. İzlemek için alanlar geri getirmemiş ve bir şekilde bütün kayıtlar kaybolmuş. Ama Sibel açısından sokak röportajları deneyimi olmuş bu film.

"Yaşadığımız dönemde politik olanın ne kadar politik, apolitik olanın ne kadar apolitik olduğunu gösteren bir film oldu. Bilinçli olmasa da bilinçsiz olarak o deneyim beni etkiledi. Beni belgesel konusunda eğiten kurumsa Belgesel Sinemacılar Birliği oldu. BSB'de izlediğimiz her film, bellek konusunda etkiledi."

Ankara'nın rock barları

Bellek demişken Ankara'nın unutulan geçmişini soruyorum: Rock barlar.

"Tunus Caddesi'nde çalışanlar Bina dediği için Bina dediğimiz yeri hatırlıyorum. Birçok bar bir aradaydı. Roadhouse, Graveyard, Oldschool, Bira Parkı… Sakarya'da Nihayet gibi barlar vardı. SSK İş Hanı tamamen barlardı. Orada da rock barlar vardı. Bina neredeyse ikinci evimiz olmuştu. Küçük yerlerdi. Saçına kadar sigara dumanı koktuğun yerlerdi. Güzel müzik ve ucuz biraydı. Ama öğrenciyken o bira bile bizim için ucuz değildi. Mini bar ya da otopark dediğimiz dışarılarda içerdik biz biramızı. Personelle arkadaş olduğumuz için bazen içeri de sokardık marketten aldığımız birayı. Herkesin birbirini tanıdığı güzel yerlerdi. Sonra insanlar gitmemeye başladı. Dönüşmeye başladı mekanlar. Bu dönüşüm tamamen kötü de değildi. Gey bar olmaya başladı Tunus'taki mekanlar. O zamanlar da takılmaya devam ediyorduk biz. Mekanlarda mesela sular kesik olurdu, o yüzden fıçı bira satarlardı. İlla bardakta içmek istiyorsan, ‘Git bardağını kendin yıka' derlerdi. Arkadaşlarımız mekanlarda ücretsiz içki karşılığı çalışırdı. Gizli gizli kendi birasından bize de verirdi."

Rock barları da gey barları da 2000'lerin ortasından sonra büyük bir değişimin beklediğini söylüyor Sibel. "Şimdiden bakınca AKP ile birlikte muhafazakarlaşmanın geldiğini görüyorum. Biz önceden gece 11'de dışarı çıkardık, şimdi eğlence zaten 12-1'de bitiyor. Geceler elimizden gitti, geceyle birlikte sokaklar da gitti. O zamanlar fark etmedik belki çünkü yavaş yavaş oldu her şey" diyor.

Tekel, Gezi ve 10 Ekim: İnsanlara ne olduğunu göstermemiz gerekiyor

Hayatında üç kırılma noktası olduğunu anlatıyor Sibel. Bunların ilki Tekel Direnişi. Nerdeyse her gün takip ediyor direnişi. Ardından bir belgesel de yayınlıyor. Onca yıl sonra Tekel'den ne hatırladığını soruyorum.

"Çadırlar. Aralık'ta geldiler, Mart'a kadar kaldılar. İlk aklıma gelen kar altındaki çadırların görüntüsü. İzmir ve Diyarbakır çadırları en büyük çadırlardı. Dayanışmayı birebir yaşadığım ilk andı diyebilirim. Tekel, politik kamusal bir alandaki en büyük ilk deneyimdi."

Hayatının ikinci kırılma noktası Gezi'yle birlikte video aktivizm hayatına biraz daha giriyor. Cep telefonlarıyla kayıt yapmaya başlamak, yaşananları yaşandığı an aktarma ihtiyacı ağır basıyor. Gezi'de sokağı, forumları çekiyor. 2013'ten 2017'ye kadar takip edebildiği her eylemi çekmeye çalışıyor.

"Seyr-i Sokak olarak 2013 yılının sonunda Ankara'da sokakta çekim yapanlar bir araya geldik. Ankara'daki özgürlük mücadelelerini kaydetmeye ve bunları sosyal medyada yaymaya başladık. Belgelemek önemli ama bir yandan da sonraya saklamadan, anında haber vermek de önemli diye düşündük. Bende bu düşünceyi oluşturan ilk eylem Tuzluçayır'da Cami-Cemevi'ne karşı eylemdi. Kadınlar ve yaşlılar inşaat alanına yürümüşlerdi. Polis çok sert saldırdı. Bunu kaydetmenin ötesinde, anında sosyal medyada duyurma hissi oluştu. Sokaktan tanıştığımız kişilerle kurduk Seyr-i Sokak'ı."

"Çok kötü bir gündü o gün" diye hatırlıyor 10 Ekim'i, hayatının üçüncü kırılma noktasını. Ankara'da değil o sırada Sibel. Bir etkinlik için İstanbul'da. Hayatındaki kırılma noktalarının sonuncusu oluyor 10 Ekim. Önce Bellek İzleri diye röportajlar yapıyor doktorlarla, avukatlarla. Sonra 10 Ekim'in öncesine de bakarak "Ölüm Ne Yana Düşer Usta" filmini çekiyorlar.

"2015'te 10 Ekim'i yaşadık ama öncesinde Haziran'da Diyarbakır'ı, Temmuz'da Suruç'u yaşadık. Bilgisayar başında, neredeyse canlı yayında denk geldim ben bu katliamlara. Benim için 10 Ekim'den sonra hayatımda sadece 10 Ekim oldu diyebilirim. 2019'da Ölüm Ne Yana Düşer Usta tamamlandı. Ama bir yandan da unutturmamak istiyoruz ama iç çeper dediğimiz yaralılar, tanıklar, aileler var. Gösterme tedirginliği de oluşuyor. Çünkü biz aslında onlara değil, bilmeyenlere görmeyenlere göstermek istiyoruz. Film şu an erişime açık. Kimseyi tekrar travmatize etmek istemiyoruz. Bir yandan da zaten hemen arkasında maçlarda yuhalanan bir katliam yaşadık. İnsanlara ne olduğunu da göstermemiz gerekiyor."

Ankara'da OHAL ve sonrasında çekim yapamaz hale geldiklerini söylüyor Sibel. "Sokaktan insanlar çekildi, çekim yapanlar çekildi. Her bir olay yeni bir bahane yaratıyor çekimleri engellemeleri için" diyerek son dönemi özetliyor…

 Yıldız Tar kimdir?

Sıfatsız gazeteci, Boğaziçi terk, Cranberries hayranı, fantastik roman müptelası. 2013 yılında gazeteciliğe başladı. Etkin Haber Ajansı'nda editör, Özgür Radyo'da program yapımcısı ve sunucusu olarak çalıştıktan sonra 2014'ten beri LGBTİ+ internet gazetesi KaosGL.org'ta sırasıyla muhabir, editör ve yayın yönetmeni olarak çalıştı. Halen bu görevi sürdürüyor.

Sol, sosyalist siyasi partilerle LGBTİ+ hakları üzerine röportajları "Yoldaş Ben İbneyim" başlığıyla, trans kadınlarla röportajları "Dönmelere Doyamadık" ve Türkiye'deki LGBTİ+ hareketinin tarihine ilişkin sözlü tarih çalışması "Patikalar: Resmî Tarihe Çentik" ismiyle kitaplaştı. 

Kaos GL Derneği'nin senelik medya izleme raporunu kaleme alıyor. Çeşitli gazete, dergi, kitap ve dijital mecralarda LGBTİ+ hakları, hafıza çalışmaları, edebiyat, nefret söylemi ve medya okur yazarlığı üzerine yazıları yayımlanıyor. 

T24'te "İnsan Manzaraları" başlıklı portre röportajlar yapıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

'Dünyaya kafa tutan Türkiye'ye yakından dokunmak: TEKNOFEST'lerle örülen yeni siyaset ne anlatıyor?

"Evet, asgari ücret yetmiyor. Evet, kiralar artıyor. Evet, yaşamak güçleşiyor. Ama TOGG var, İHA ve SİHA’lar var. Teknoloji üzerinden yeni bir hikâye yarattılar. 'Yeni bir Türkiye var 'dediler ve bu yeni Türkiye’nin ekran yüzü de savaş gemisi TCG Anadolu, milli araba TOGG ve savunma sanayiindeki gelişmeler oldu"

"Benim evladım bu şekilde öldürülmeyi hak etmedi, adalet yerini bulsun"

Ecem Seçkin davasında azalarak biten nefret olmadı

Gençler neden intihar ediyor?

TV kanallarında ya intihar eden gençlerin psikolojilerinin ne kadar bozuk olduğunu izliyoruz ya da yine ruh sağlığı uzmanlarının uyarılarıyla, intiharı bir sebebe bağlamamaya çalışan, kişisel hikâyesinden uzak durmaya çalışırken ne diyeceğini bilemeyen bir haberciliği görüyoruz