Tayyip Erdoğan’a tweet at, tutuklan!..
Kemal Kılıçdaroğlu’na yumurta at, serbest kal!..
Bu yönde atılan bir tweet o kadar gerçekçi ki, Yiğit Acar isimli bir yurttaş şöyle yazıyor:
“Tayyip Erdoğan için tweet atarsanız, tutuklanırsınız, ama Kemal Kılıçdaroğlu’na yumurta atarsanız, serbest bırakılırsınız."
Aktarılan iki örneği de, son üç gün içinde yaşıyoruz. İkisi de, doğru. Atılan bir tweetten verilen ceza da doğru, yumurta atanın serbest bırakılması da...
Canan Kaftancıoğlu attığı bir tweet nedeniyle “Cumhurbaşkanına hakaretten” ceza alıyor, buna karşılık Kemal Kılıçdaroğlu’na yumurta atan kişi serbest bırakılıyor.
Tek başına bu iki örnek, hele de atılan tweet yedi yıl öncesine ait ise, Türkiye’deki yargının hal-i pür melalini çok net gösteriyor.
“Hukukla” uzak yakın ilgisi bulunmayan çifte standart!.. Kişiye göre özel uygulama!.. İkisi de, iktidar sahiplerinin hoşuna gidecek kararlar... İster kendileriyle ilgili, ister muhalefetle ilgili... İktidarın yargı üzerindeki denetimini gözler önüne seren uygulama...
Yeni değil, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminde”, af buyurun, “hukuk” böyle!..
Ayrı ayarı kararlar
Canan Kaftancıoğlu için dört ayrı “suçtan”(!) dört ayrı karar veriliyor.
-Türkiye Cumhuriyeti’ni alenen aşağılama iddiasından 1 yıl 8 ay,
-Kamu görevlisine hakaret iddiasından 1 yıl 6 ay 20 gün,
-Cumhurbaşkanına hakaret iddiasından 2 yıl 4 ay,
-Halkı kin ve düşmanlığa tahrik iddiasından 2 yıl 8 ay ceza veriliyor.
Her ceza için ayrı karar. Çok tipik ve verilen cezalar kadar, üzerinde asıl durulması gereken nokta bu kararların ayrı ayrı olması. Nedeni var.
Mahkeme verdiği cezalardan sonra şu hükme varıyor:
“Kaftancıoğlu’nun kişisel özellikleri ve pişmanlık duymadığı için yeniden suç işlemeyeceğine ilişkin kanaat oluşmadığından dolayı, cezanın ertelenmesine ayrı ayrı yer olmadığına karar verilmiştir”.
Asıl kritik konu, bu “ayrı ayrı” lafı. Hem cezaların “ayrı ayrı” verilmiş olması, hem de ertelemede vurgulanan “ayrı ayrı” lafının uzanacağı bir yer var:
“İstinaf Mahkemesi.”
Fikret İlkiz’in görüşü
Kaftancıoğlu’nu savunan avukatlar arasında değerli ceza hukukçusu Fikret İlkiz de var. Duruşma sonrasında kendisiyle konuşurken, İlkiz bir gözlemini aktarıyor:
“Canan Hanım da çok iyi bir savunma yaptı, bana göne, bizler de çok iyi savunma yaptık. Mahkeme bizlere sonuna kadar ve istediğin gibi konuş, diyor. Hay hay!.. Biz de savunuyoruz. İddialara ilişkin kanıt istiyoruz, o yok!.. Kendi hukuki gerekçelerimizi sunuyoruz. Ceza hukukun çeşitli maddelerine atıf yapıyoruz, örnekler veriyoruz.
Ancak, bunlar mahkeme heyeti üzerinde ne ölçüde etkili oluyor, verilecek kararlara ne ölçüde katkıda bulunuyor, orasını bilmek mümkün değil. Çünkü, heyet hiç ses çıkarmadan dinliyor, herhangi bir soru sormuyor ve ardından pat diye ceza geliyor!..”
Yargılama süreci sanki zorunlu bir görevi yerine getirmek gibi işliyor.
İstinaf mahkemesi
Kararların tek tek ve ayrı ayrı beş yıldan az olması çok düşündürücü ve asıl dikkat edilecek nokta da burası. Şöyle ki:
-Verilen ceza beş yılı aştığında, Yargıtay’a gidiyor. Yok, beş yılın altında ise, İstinaf Mahkemesine gidiyor. Cumhuriyet gazetesindeki arkadaşlarımıza verilen cezalar gibi.
-Kaftancıoğlu’na verilen cezalar tek tek ve ayrı ayrı beş yılın altında olduğu için, hepsi tek tek ve ayrı ayrı İstinaf Mahkemesine gidiyor.
-İstinaf Mahkemesi bu cezalar hakkında tek tek ve ayrı ayrı karar verecek.
-Ve oradan çıkan karar kesin, yani başvuracak bir başka hukuki kurum yok.
Dolayısıyla Kaftancıoğlu’nu bekleyen şöyle bir tehlike var:
İstinaf Mahkemesi bu kararlardan hangisi onaylarsa Kaftancıoğlu hapse giriyor. Şimdi hapis yatan Cumhuriyet gazetesindeki arkadaşlarımız gibi.
Mahkeme kararında cezanın ertelenmemiş olması, bu tehlikeyi daha açık hale getiriyor.
Umarım, yanılırım ve yanılmayı çok isterim.
Bir de TRT spikeri
Ve çok ayrı bir konu.
Geçen cumartesi akşamı Türkiye - Andorra milli futbol maçı var. Andorra Avrupa’nın en zayıf takımlarının başında geliyor. Buna rağmen, biz çok zorlanıyoruz ve aradığımız golü ancak 89. dakikada bulabiliyoruz, neyse ki, maçı 1- 0 galip bitiriyoruz. Bazen oluyor.
Ben çok başka bir konuyu vurgulamak istiyorum.
Maçı anlatan TRT spikerini!..
O arkadaş kim ise, dersini hiç çalışmadığı belli. Sanki sokaktan toplamışlar ve “haydi sen maç anlat” demişler!..
1-Bizim milli takımda oynayan futbolcuların bir bölümü yeni. Ortalama bir seyirci onları tanımıyor. Hangisi hangi kulüpte, hangisi yurt dışında oynuyor, özelliği ne, maçı anlatan spiker bu konuda hiç bilgi vermiyor. Ya bilmiyor ki, öğrenmesi ve anlatması gerek ya da önem vermiyor ki, bir spiker için ikisi de kötü puan.
2-Benzer biçimde Andorra Milli Takımı'nda oynayan futbolcular için de, tek bir bilgi yok!..
3-Böyle baştan kara maç anlatılmaz. Maçı herkes zaten canlı izliyor, top onda hayır bunda, ya da taca çıktı, avuta gitti, demek iş değil.
4-Yine, hakemlerle de ilgili tek bilgi yok.
Vurgulanması gereken ayrıntılar açısından bu kadar kötü bir maç anlatımı çok az gördüm.
Bugün Moldova ile oynuyoruz. Bakalım, maçı anlatacak kim ise, aynı “bilgisizlik” devam edecek mi yoksa TRT kendini toparlayacak mı?..