İki düğmeye aynı anda basılıyor.
Biri, “yandaş medya”...
Diğeri, “AKP’ye yakın akademisyenler”...
İkisi de, aynı konuda kıyameti kopartıyor.
-“Karanlık karar,
-Şaibeli karar,
-Bu teröre destektir,
-Bu ifade özgürlüğü değildir,
-Bu karar terörü meşru hale getirir”.
Bu ve buna benzer manşetler, bildiriler, aynen böyle.
Olay ne?..
Birkaç yıl önce Güneydoğu Anadolu’da hükümetin PKK ile mücadelesinde “halkın zarar görmemesi, buna dikkat edilmesi” yönünde sayıları bini aşkın akademisyen bir bildiri yayınlıyor, bu bildiri daha sonra “Barış Bildirisi” olarak anılıyor.
Bildiri üzerine, her zaman olduğu gibi, bu düşüncelere katılmayan Tayyip Erdoğan küplere biniyor, yaptığı açıklamalarla bildiriyi imzalayan akademisyenlere söylemediğini bırakmıyor ve ertesinde bilinen senaryo sahnedeki yerini alıyor:
“Bildiride imzası bulunan akademisyenlere dava üstüne dava açılıyor. Çok sayıda farklı mahkemede bu davalar görülüyor”
Ceza alıyorlar. Cezanın infazına gelince, ya bir daha tekrar ederse, o zaman hapis cezası uygulanır, kuralını uyguluyor mahkemeler ya da bazılarında hemen hapis yolu açılıyor.
Bu arada kararın infazı ceza alan akademisyenlere de bırakılıyor.
Bir bölümü kabul ediyor, ceza erteleniyor.
Bazı akademisyenler kabul etmiyor, hapse giriyor.
Neden?..
Düşüncelerini açıkladıkları için.
Anayasal hak olan, ifade özgürlüklerini kullandıkları için.
AYM kararı
Birkaç gün önce Anayasa Mahkemesi (AYM) bir karar alıyor:
“Bu bildiri ifade özgürlüğü kapsamındadır, ceza alan akademisyenler için yerel mahkemelerin verdikleri kararlar hak ihlalidir”.
AYM kararı da, kıtı kıtına çıkıyor. 8’e 8, AYM Başkanı “hak ihlali vardır” yönünde oy kullanınca, karar “ihlal vardır” olarak kesinleşiyor.
Sen misin böyle karar veren?..
İşte, yandaş medya ve AKP’ye yakın akademisyenler yukarıdaki ifadelerle AYM’yi hedef alıyor.
AYM, yok terörü meşrulaştırıyormuş, yok karar karanlıkmış, v.s.
Bu tepkiler aslında “Türkiye’de demokrasinin yerlerde süründüğünü, hukukun üstünlüğünün olmadığını” bir kez daha kanıtlıyor.
Demokrasinin en basit tanımları arasında yerini alan ve demokraside olmazsa olmaz olan evrensel değerlerin tam anlamıyla karşılığı niteliğindeki, ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü bu manşetlerle yeni darbeler alıyor.
Türkiye’yi iyice tırpalanmış demokrasiden biraz daha uzaklaştıran tepkiler.
O tepkiler burada, evrensel hukuk değerleri taaa öte yanda, epey uzakta.
AYM kararlarına uyulmuyor
O kadar uzaktaki, bu ülkede en yüksek mahkeme olan AYM, Mehmet Altan ve Şahin Alpay ile ilgili bir karar veriyor, yerel mahkemenin bu karara uyması gerek, önce “uymuyorum” diyebiliyor!..
AYM yeni bir karar ile yerel mahkemeyi karara uymaya çağırdığında, çaresiz uymak zorunda kalıyor!..
Yerel mahkemenin tavrı dünyanın hiçbir hukuk devletinde, hukuk sisteminde, hukuk ölçülerinde asla ve asla olamayacak bir ret!..
Roma Hukuku’ndan bu yana!.. Yani, asırlardır!..
Peki, o yerel mahkeme o cesareti nereden alıyor?..
AYM, iktidarın işine gelmeyen bir karar aldığında, AKP siyasetçileri anında TV’le çıkıyor ve “bu kararı tanımıyoruz” diyebiliyor!..
Böyle bir hakları, yetkileri, sorumlulukları olmadığı halde!..
Yargıçlar, savcılar değişiyor
Bu tepkilerin bir başka biçimi, “yargıçların ya da savcıların değişmesi”.
Her mahkeme, her dava öyle ince izleniyor ki, bir yargıç ya da savcı “hükümetin istemediği bir karar verdiğinde ya da mütalaa açıkladığında, hiç sekmiyor, başka yere atanıyor”.
Hukuka uygun kararlara bu iktidarın tahammülü yok!..
Son örnek, Osman Kavala davası.
Kavala’nın tahliyesi yönünde oy kullanana mahkeme başkanı bir başka yere kaydırılıyor!..
Böylelikle, yargıç ve savcıların “hukuka göre” karar vermelerinin önüne geçiliyor.
Cumhuriyet davası
Böyle bir dönemde evrensel değerlere uygun bir başvuru Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın imzasını taşıyor.
Cumhuriyet Gazetesi davasında bazı arkadaşlarımız halen tutuklu, giriyorlar, çıkıyorlar, yeniden giriyorlar. Bir bölümü de, tutuksuz ve fakat ceza almış, dosyaları Yargıtay 16. Dairesinde.
Tam bu aşamada Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 16. Daireye gönderdiği tebliğnamede önce “iddialar kanıtılanmamıştır” diyor, yani cezaların düşmesi gerektiğini belirtiyor.
Ama, arkadan kullandığı cümle içinden geçmekte olduğumuz dönemde ifade özgürlüğünü, gazeteciliği aklayan, çağdaş değerler yerine oturtan bir cümle:
“Gazetecilik faaliyetinden terör örgütüne yardım ya da üyelik üretilemez.
Eleştiri sınırları içindeki haber ve yorumlar ifade özgürlüğünün parçasıdır”.
Aslında hukukta olması gereken ve fakat bu dönemde hukukun verdiği en çarpıcı yargı görüşlerinden biri.
Bu görüş çerçevesinde hapisteki bütün gazetecilerin derhal serbest bırakılması ve haklarında açılan davaların hepsinin düşmesi gerek.
AYM kararıyla birlikte eğer “hukuka dönüş” varsa!..