16 Kasım 2013 Tayyip Erdoğan kendinden çok emin:
“Dağdakilerin indiği bir Türkiye göreceksiniz.”
Erdoğan haklı çıkıyor, dağdakilerin indiği bir Türkiye görüyoruz. Kentlere, hatt artık başkente, başkentin göbeğine iniyor dağdakiler. 10 Ekim, 17 Şubat ve 13 Mart’ta dağdakiler başkentte.
Başkentteki, üç saldırıda şimdilik toplam 168 kişi hayatını kaybediyor, 432 kişi yaralanıyor.
Dağdakilerin indiği bir Türkiye görüyoruz artık. Dağdakiler 12 Ocak’ta İstanbul Sultanahmet’e iniyor. On iki Alman turist hayatını kaybediyor.
Dağdakilerin indiği bir Türkiye’yi Temmuz’dan bu yana, tam dokuz aydır görüyoruz. Cizre’de, Sur’da, Silopi’de, Nusaybin’de, İdil’de, Yüksekova’da, Van’da, Hakkari’de, Şırnak’ta, Güneydoğu’nun pek çok yerinde, dağdakiler inmiş bulunuyor.
Dağdakiler Güneydoğu’ya inmekle yetinmiyor, “sizi başkentinizde vururuz, hem de başkentin göbeğinde” diyerek, Meclis’e, Başbakanlık’a, Genelkurmay’a, bakanlıklara bir kaç yüz metre uzaklıktaki yerlerde bomba patlatıyor.
Laf salatası
Ve her saldırıdan sonra artık hepimizin ezberlediği nakarat başlıyor. Cumhurbaşkanından Başbakana, bütün Bakanlara kadar hep bir ağızdan:
“Ölenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır, yaralılara acil şifalar diliyorum.”
Nakarat devam ediyor:
“Bu alçakça saldırıyı gerçekleştiren hainler en büyük cezayı görecektir, halkımız emin olsun ki, terörle mücadeleye kararlılıkla devam edeceğiz, terörün kökünü kazıyacağız.”
Laf salatasının sonu yok:
“İnlerine girmiş vaziyetteyiz, bu saldırılar terör örgütünün son çırpınışıdır.”
Bu laf salataları sürerken, TV’lerde yine bir “son dakika haberi:”
“Türk Hava Kuvvetlerine ait uçaklar gece saat 24 ile 01.30 arasında terör örgütünün Kandil’deki kamplarını vurdu.”
Dağdakiler iniyor, jet uçakları kampları bombalıyor. Bu nasıl bir “iniş?” Bu nasıl bir “bombalama?” Vur Allah vur, yıllardır bir türlü bitmeyen, ayakta kalan kamplar.
Palavra bol
Benzer laf salatalarının sonu yok, on yıldır aynı palavralar.
2010, dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay Meclis kürsüsünde. Yeni bir kurum getiriliyor, onu anlatıyor:
“Kamu Güvenliği ve Müsteşarlığı adı altında yeni bir kurum getiriyoruz. Terörü bütün boyutlarıyla çalışmak, istihbaratı bir yerde toplamak, tam bir koordinasyon sağlamak için bu müsteşarlığı kuruyoruz.”
Beşir Atalay’ın son cümlesi daha da iddialı:
“Böylece terörü bitireceğiz.”
Bu sözlerin üzerinden altı yıl geçiyor, gördüğünüz gibi, terör bitiyor, istihbarat bir yerde toplanıyor ve müthiş koordinasyon sonucu teröristlere nefes aldırılmıyor. Ayıptır, ayıp, bu palavralar, yazık bu ülkeye, hepimize.
En yüksek makamlarda oturan sorumluların tamamı ise, laf ebeliği ile meşgul, hiç birinde “ben yapamadım, çekiliyorum, Türk Halkından özür diliyorum” yolunda bir cümle, bekle ki etsin, nafile, hepsi hala yerinde. Hiç vicdan azabı çekmeden, nasıl oturabiliyorlar o koltuklarda?
Onların şakşakçıları da, yüzler kızarmadan, “terörle yaşamaya alışmalıyız” nağmeleri çekiyor.
Bunlar hep birlikte, hepimizi yıllardır aldatıyor. Söyledikleri hiç bir şey gerçek çıkmıyor. Tersine, bataklık daha derinleşiyor.
Var mı, yok mu?
2 Haziran 2011, Tayyip Erdoğan “Kürt Sorunu vardır”. 28 Nisan 2015, yine ve aynı Tayyip Erdoğan “Kürt Sorunu vardır demek, ayrımcılıktır.”
Hangisi doğru? Var mı, yok mu? Politikan ne, neye göre strateji çiziyorsun?
Tıpkı, “dağdakiler inecek, terör bitecek” masalı gibi.
Bir kitlesel felaket ve ölümlerden bir başka kitlesel felakete ve ölümlere kadar, birbiriyle tutarsız, ne anlama geldiği belirsiz adımlar ve sözler.
Arada yine, en sorumlu Bakan, İçİşleri Bakanından, her saldırıdan sonra olduğu gibi, “ciddi emarelere ulaşılmıştır” türünde, muhteşem açıklamalar. Ya kardeşim, senin görevin o “emareleri” saldırıdan sonra değil, saldırı öncesinde tespit edip, terörü önlemek.
O emare bu emare, o terör örgütü, bu terör örgütü, ne farkeder? Onca acı ve ölümü önleyemedikten sonra, ne emaresi?
Bulabildikleri iki çözüm ise, akıllara durgunluk verecek ölçüde zekice.
- Anında TV ve gazetelere yayın yasağı.
- Anında sosyal medyaya ulaşımın engellenmesi.
Terörle mücadele dediğin böyle olur.
Bataklığı kurutmak
Terörle mücadelede en büyük palavralardan biri de, “bataklığı kurutmak." Yerini de tarif ediyorlar, “dışarıda,” yani komşu ülkelerde.
Senin dış politikan iflas etmiş, “bataklık” diye niteliğin o komşu ülkelerle sürekli kavga etmen, içeride seni teröre mahkum etmiş, bataklığı kurutmak bir yana, bataklık giderek derinleşmiş. Komşularının hepsi sana düşman kesilmiş. Herkesin iç işlerine karışmaya kalkmak, sana “bataklık” olarak geri dönmüş ve geri dönmeye devam ediyor.
Bunun faturasını da masum insanlar hayatlarıyla ödüyor.
Bataklık öyle derin hal alıyor ki, oradan sadece terör ihraç edilmiyor, bundan ekonomi de etkileniyor.
CHP eski milletvekili Umut Oran’ın yaptığı bir çalışma var. Ona göre?
Komşu ve çevre on sekiz ülke ile 2012’de 123.9 milyar dolar olan dış ticaret hacmi, 2015’te 89.6 milyar dolara düşüyor. O ülkelere, aynı dönemdeki ihracatımız 61 milyar dolardan 44.5 milyar dolara iniyor.
Aradaki fark, 61-44.5 = 16.5 milyar dolarlık fark bizim sanayicinin, çiftçinin, üreticinin zararı.
Senin dış politikan sadece terör ithal etmekle kalmıyor, aynı zamanda teröre birebir hedef olmayan yurttaşlarının da, zararına yol açıyor.
Bir sonraki felaket sonrasını merak edenlere:
“Bu hain saldırıda hayatlarını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyorum, terörün üstesinden mutlaka geleceğiz.”
Ne de olsa, “dağdakilerin indiği bir Türkiye’de” yaşıyoruz.