Türkiye ile “çok yakından ilgilenen” iki Amerikalı, biri Amerika’nın Ankara eski Büyükelçisi Henry Barkley, diğeri CIA ajanı olduğu ısrarla vurgulanan Graham Fuller her nasılsa ve nasıl bir tesadüf ise, darbe günlerinde 13-15 Temmuz arasında Türkiye’de.
Üzerine epey spekülasyon yapılacak, senaryo yazılacak bir olay. Ankara her ikisine de yıllardır “şüpheyle” yaklaşıyor.
Darbe günlerinde ikisinin birden Türkiye’de olması, o şüpheleri şimdi biraz daha artırıyor.
Bu “tesadüf” bir yana, darbe sonrasında Amerika ve Avrupa’dan gelen “gecikmeli, geçmiş olsun” telefonları, ayak sürçercesine, “darbeye karşıyız, sizin yanınızdayız” mesajları Ankara’yı tatmin etmiyor. Bir de, bu iki kişi.
Tayyip Erdoğan’ın aniden zuhur eden Putin’le buluşması işte tam bu kavşağa rastlıyor.
Erdoğan’ın da, Putin’in de aylardır dünyada görüşmek istediği en son lider herhalde birbirleri. Karşı karşıya gelseler, birbirlerine el ense çekmeleri işten değil.
O kadar ki, daha düne kadar, Eylül ayında yapılması programlanan G20 Zirvesi'nde bir araya gelmeleri muhtemel olan İkili, on üç gün öncesine kadar “Ben onunla nasıl aynı yerde olurum” diye karın ağrıları çekerken, şimdi aniden, 15 Temmuz’un yüzü suyu hürmetine 9 Ağustos’ta Rusya’da buluşuyor.
Buzlar kırılırken telaşa kapılanlar
Darbeye karşı çıkarak, Erdoğan’ı destekleyen ilk lider Putin.
Her ne kadar, 15 Temmuz öncesinde, Erdoğan Putin’e mektup göndermiş ve düşürülen Rus uçağı için özür dilemiş olsa bile, bu ölçüde büyük bir adımı kimse beklemiyor.
Putin’in 15 Temmuz karşısında aldığı hızlı tavır Erdoğan ile arasındaki buzları eritiyor. Eritmesi doğal.
Hem de, “darbenin arkasında Amerika mı var, Avrupa darbenin önlenmesinden hoşlanmadı mı” sorularının havada uçuştuğu bir sırada, Erdoğan-Putin yakınlaşması Avrupa’yı da, Amerika’yı da telaşa düşürüyor.
Batının soruları
O yakınlaşmanın bir başka şifresi daha var. Avrupa’da soruların arkası kesilmiyor:
- Kitle halinde gözaltı kararlarında insan hakları ne ölçüde dikkate alınıyor?
- Suçlu ve suçsuz ayrımı nasıl yapılıyor? Kurunun yanında yaş da mı yanıyor?
- Askeri darbe önlendi ama, şimdi sivil darbe mi geliyor?
- Demokrasi yine tehdit altında mı?
- Ve idam cezasına dönüş?
Bunların toplamında Türkiye ile Batı’nın arası açılıyor. Avrupa Konseyi insan hakları ihlalleri iddiasını dilinden düşürmezken, NATO Ankara’nın dikkatini çekerken, Avrupa Birliği “tam üyelik görüşmelerine ara verilmesi” tehdidinde bulunuyor.
Bunlar aslında bir askeri darbede sorulan sorular ve tehditler. Türkiye askeri darbeyi atlatıyor ama, yine de benzer sorularla karşılaşıyor. Askeri darbe yerine sivil darbe alarmı.
Erdoğan’ın aklına acilen düşen, Putin’le görüşme isteği, bu gelişmeler olsa gerek.
9 Ağustos’taki buluşmayı Batı çoktan yorumlamaya başlıyor bile:
“Türkiye Batı’dan kopuyor, Rusya’ya yanaşıyor. Çünkü, orada insan hakları ihlallerini sorgulayan kimse yok.”
Bu kadar kesin bir tavır.
Ani yakınlaşmanın elbette bir de, “ekonomik hasatı” var.
- Turizm,
- Doğalgaz boru hattı,
- Nükleer santral.
Türkiye’nin de, Rusya’nın da kolay vazgeçemeyeceği projeler.
Aniden Mısır
Yaklaşık iki haftadır biz içerde, doğal olarak kendi derdimize düşmüşken, “bizimle ilgili” dünyada başka şeyler oluyor.
Örneğin, Mısır’da.
Mısır’da bazı hukukçuların, aydınların ve milletvekillerinin başlattıkları bir hareket var.
Ermeni Soykırım tasarısını Mısır parlamentosundan geçirmek üzere yapılan bir hazırlık.
Mısır’daki dış siyaset şu anda bu tasarıya kilitlenmiş durumda. Bol bol soykırım teorileri, Osmanlı mezalimi ve Türkiye bağlantılı tezlerden geçilmiyor.
Büyük olasılıkla, Mısır parlamentosundan böyle bir karar geçebilir.
Tam da, 15 Temmuz öncesinde Başbakan Binali Yıldırım’ın Mısır’a çiçek attığı bir dönemde.
Dikkat çekici olan, 15 Temmuz darbesinin önlenmesine Mısır sesini çıkarmadığı gibi, üstüne üstlük, Ermeni Soykırım tasarısını gündeme getiriyor.
Aslında başta Amerika ve AB, bütün dünyaya karşı sergilenmesi gereken tutum belli:
Her şeyden önce “cadı avına” dönme eğilimleri gösteren uygulamalardan vazgeçmek, çok daha hassas davranmak, toptancılıktan uzaklaşarak, suçlu ile suçsuzu ayırmak.
Türkiye’nin dört bir yerinde her gece “demokrasi nöbetleri” tutulurken, demokrasiden uzaklaşmak, ancak bizim gibi ülkelere özgü bir özellik.