Almanya ile gerilim ya da genel anlamda “Türkiye’nin dış politikası ne kadar başarılı ve nereye gidiyor” sorusunun çok objektif bir yanıtı var. Başka veriler de olabilir ama, şu anda başka bir veriye gerek yok:
2016 yılında, yani daha bir yıl önce Türkiye’ye gelen turist sayısı 17 milyon 400 bin. Bu yıl beklenen ise, 7 milyon 500 bin.
10 milyona yakın turist bir yılda nereye uçup gidiyor, ne oldu da bu insanlar aniden Türkiye’ye gelmekten vazgeçiyor?
Ve bu turistler içinde Almanlar...
Bir yıl önce 4 milyon 200 bin Alman turist sayısı, bu yıl 1 milyon 750 bine düşüyor.
Ve bir anket...
Almanya ile arka arkaya yaşanana gerilimlerin sonrasında ve hele de özellikle insan hakları aktivisti Peter Stendtler’in Büyükada’da katıldığı sempozyum sonrasında tutuklanması üzerine, Alman Bakanların açıklamaları ile birlikte Almanya’nın önde gelen gazetelerin tamamı dün bir anket düzenliyor. Soru çok basit:
“Bu koşullarda tatil için Türkiye’ye gider misiniz?”
Evet ya da hayır.
Ben bu yazıyı yazdığım dün akşam saatlerinde anket henüz devam ediyor, sonuç belli değil. Ancak, böyle bir anketin düzenlenmesi bile bizim turizmimiz için tehlike.
Söz düellosu
Türkiye ile Almanya’nın söyledikleri birbirini tutmuyor.
Alman Basını iddia ediyor:
“Türkiye Daimler ve BASF firmalarını terörizmle suçluyor, Almanya’ya liste verdi”.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi yalanlıyor:
“Bu haber yanlış ve haksız bir suçlamadır, biz böyle bir liste vermedik. Almanya ile ekonomik ilişkilerimizini etkilemek istiyorlar”.
Alman Adalet Bakanı Heiko Maas kendi yurttaşlarına sesleniyor:
“Türkiye’ye gidecek Almanlar, tatillerini bir hukuk devletinde geçirmeyeceklerini bilmelidir”.
Başbakan Binali Yıldırım yanıtlıyor:
“Türkiye bir hukuk devletidir”.
Ama, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları Türkiye aleyhine çıktığı zaman, Türkiye her bir kademeden tavrını gösteriyor:
“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları yok hükmündedir”.
Alman Maliye Bakanı Schaeuble devam ediyor:
“Türkiye’de kimin başına ne geleceği artık belli değildir”.
Almanlar özellikle Die Welt muhabiri, gazeteci Deniz Yücel’in tutuklanması ile Peter Stendtner’in tutuklanmasını örnek veriyor.
“Seçim yatırımı” mı?
Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel gerilimi daha farklı noktaya çekiyor:
“Türkiye’de hukuki güvence yoktur, kimseye yatırım tavsiyesinde bulunmuyoruz”.
Buna yine Nihat Zeybekçi yanıt veriyor:
“Türkiye uluslararası hukuk kurallarına bağlıdır, Türkiye’ye yatırım yapan herkes bizim dostumuzdur. Alman yatırımları yüzde yüz hükümetimizin garantisi altındadır”.
Almanya Başbakanlık Müsteşarı Peter Altmaier karşılık veriyor:
“Bizim yurttaşlarımızı ve firmalarımızı korumak görevimiz var”.
Bütün bu sözlere genel olarak Türkiye’nin verdiği en sık karşılık şu:
“Almanya’da seçim var, Almanlar onun için böyle yapıyor”.
Bu doğru bir tespit ya da yorum değil.
Almanları çok yakından bilen birisi olarak şunu söyleyebilirim.
Alman seçmeni, kendi hükümetinin bir başka ülke ile gerilim yaratmasını alkışlamaz.
O gerilime dayanarak, siyasi tercihte bulunmaz.
Bir başka ülke ile meydana gelen anlaşmazlığı, kendi hükümetinin seçim yatırımı olarak görmez.
Seçim tercihini kendi rasyonel beklentilerine göre belirler.
Siyasetten ekonomiye kayıyor
Derken Almanya çok bir başka açıklama daha yapıyor:
“Türkiye’nin talep ettiği savunma sanayi işbirliğini gözden geçiriyoruz”.
Dolayısıyla, Almanya ile gerilim siyasetten ekonomiye kaymaya başlıyor. Öyle ki:
1-Alman turistlerin Türkiye’ye gelmemesi için Alman Hükümeti yurttaşlarını uyarıyor.
2-Türkiye’deki yatırımlar konusunda uyarıyor.
3-Savunma sanayi işbirliğine soru işaretleri getiriyor.
4-Türkiye’ye verilmekte olan ihracat kredilerinin gözden geçirileceğini söylüyor.
Bunlar çok ciddi sözler. Eğer bu yönde adım atarlarsa, ekonomik olarak Türkiye’de sıkıntı doğması işten değil.
Son aylarda hızla tırmanan gerilimin arkasında çeşitli nedenler var.
“O öyle yapıyor, ben de karşılık olarak, bunu yaparım” mantığı yatıyor.
Hızla yalnızlaşmak
Ve genel olarak şöyle bir gerçek var:
Batı’da hiç kimse Türkiye’ye hak vermiyor.
Yargı bağımsızlığının sona ermesi, basın ve ifade özgürlüklerinin askıya alınması, tutuklamalar, aylarca hapis yatmaya karşın, iddianamelerin ortada bulunmayışı, hukuk devletine ilişkin kaygıların artması, OHAL uygulamaları, rejimin otoriterleşmesi Batı Basınında, Alman Basınında hemen her hafta haber ve yorum konusu.
“Değerli yalnızlık” hızla artıyor.
Ülkelerle birer birer ipleri koparmak bir süre sonra bizde de iç politika tüketimine artık katkı sağlamaz hale dönüşebilir. Çünkü, gerilim ekonomiyi etkilemeye başlarsa, o iç politika tüketiminin de sonu gelir.
Çok genel ve fakat çok geçerli bir çözüm var:
Bir an önce demokrasiye dönmek. Türkiye’nin önündeki tek yol bu.