İktidar, en başta Cumhurbaşkanı Erdoğan, evdeki enflasyon yangınını seçmenlerinin kafasında ‘soğutmak’ için, gelişmiş ülkelerin ne kadar büyük bir ‘enflasyon felaketi’ ile karşı karşıya olduğunu anlatıyor. Gelişmiş ülkelerde enflasyonun yüzde 1’lerden yüzde 7’ye çıkmasını ‘enflasyonun 7 kat arttığı’ biçiminde sunarken, yüzde 14-15’lik enflasyonun yüzde 36’ya çıkmasını normalleştirmeye çalışıyor.
Mesele sadece enflasyon değil, hayat pahalılığının kökleşmesi; yoksullar yanında orta sınıfın da çökmesi.
Yüzde 7’lik bir enflasyona, 20 yılı aşan uzunca bir sürede enflasyonlarını yıllık yüzde 1-2 seviyesinde tutan ve yüksek bir refaha sahip ülkelerde ‘geçici gözle’ bakıldı. Ama şimdi faizleri yükseltme, daha da hızlı yükseltme sinyalleri veriyorlar. Enflasyonu yıllık yüzde 10-15 arasında olan Türkiye için enflasyonun yüzde 36’ya çıkması (daha da yükselecek olması), hayat pahalılığını kökleştiren, yoksulu daha yoksulluğa iten, sosyal tabakaları refaha erişme hayalinden de aşağı doğru iten bir gelişme. Bunun sebebi de faizleri düşürme hevesi.
ABD’de enflasyon 2021 yılında yüzde 7’ye vururken, bu 1982’den bu yana görülen en yüksek enflasyon oldu. 2020 yılı ise yüzde 1.3’lük bir enflasyonla kapanmıştı. ABD’de 1982’den bu yana 40 yıllık enflasyon oranının ortalaması yüzde 2.66 olmuş.
Türkiye’deki herhangi bir enflasyon oranına bakarak ‘rahatlama’ sağlayacak bir tablo bir tarafa, tersine üzüleceğimiz bir tablo var; ABD’de 2012’den 2021 sonuna kadar olan 8 buçuk yılda gerçekleşen birikimli enflasyon oranı, Türkiye’de tek ayda aralık ayında gerçekleşen yüzde 13.6’lık artışa denk.
Türkiye’nin ‘Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine’ geçtiği Temmuz 2018’den bu yana, 3 buçuk yılda TÜİK verilerine göre birikimli enflasyon yüzde 91 olmuş. Gıdada yüzde 114.4, kiralarda ise yüzde 40 olmuş. (Ki BETAM’ın sahibinden.com verileriyle hesapladığı sadece son 1 yıllık kira artışının Kasım ayında yüzde 63.7 olduğu dikkate alınmalı)
3 buçuk yılda elektrik, gaz, yakıt ücretleri yüzde 106.4 artarken, ulaştırma yüzde 59 artmış. Ocak ayında yansıyacak olan en az yüzde 50’lik elektrik ile yüzde 25’lik doğal gaz artışları buna dahil değil.
Türkiye’de tek başına aralık ayında gıda fiyatları yüzde 16.5 artarken, ABD’de tüm bu enflasyon ‘patlamasına’ karşın son 3 buçuk yıldaki gıda fiyat artışı yüzde 11, Almanya’da yüzde 8, “raflarda ürün yok” diye anlatılan Britanya’da ise yüzde 4 olmuş. Yani bizdeki ‘başkanlık rejiminin’ başından bu yana geçen sürede.
Enflasyondan hayat pahalılığına
Enflasyondaki artış, fiyat artışlarındaki oranının büyümesi demek. Sürekli hal alan yüksek enflasyon hayat pahalılığını kökleştiriyor. Son 3 buçuk yılda giderek daha fazla biçimde hane halkını etkileyen şey ise hayat pahalılığı oldu.
Hayat pahalılığı, hane halkının cari geliriyle temel mal ve hizmetlere eskiden sürdürüp geldiği ölçekte, miktarda erişememesi demek. Yükselen enflasyonla beraber, harcama kalemlerinde eskisi kadar aynı miktar harcama için daha fazla gelire ihtiyaç duymak demek. Yükselen enflasyonla, hane halkının harcanabilir geliri erir. Aynı tüketim kalıbını sürdüremez. Hayat pahalı hale gelir.
Maaşına TÜFE oranında zamla artış sağlayan bir hanenin, aynı miktarda gıda harcamasına TÜFE’nin üzerinde olan oranla artan bir bedelle ödeme yapıyorsa elektrik faturası TÜFE artışının çok üzerinde artıyorsa o hane için hayat pahalı hale geliyor demektir. Geçim sıkıntısı yaşıyor demektir.
Başkanlık rejimi ile Türkiye, enflasyonu yükselen, geçim sıkıntısını daha sancılı biçimde yaşayan, hayatı pahalı hale gelen bir ülke oldu.
Gündelik geçim zorluğu yanında refah unsuru olan temel mal ve varlık fiyatlarında da hayat pahalılığı kayda değer biçimde arttı. Kimi kesimler için ki içinde orta gelir grubu da var, erişilebilirlik azaldı ya da süresi uzadı.
Konut amaçlı inşaat maliyeti Kasım ayı itibariyle Haziran 2018’e göre yüzde 118.5 artmış. Aralık ayında üretici fiyat endeksindeki yüzde 20’ye yakın artış kadar maliyet ilave edilirse yüzde 140’ları aşan bir orana ulaşılacak. TÜİK konut birim fiyat endeksi de ekim sonu itibariyle yüzde 94’lük artışı gösteriyor.
Otomobil fiyatları da TÜİK verilerine göre, 3 buçuk yıllık aynı dönemde; dizel araçlarda yüzde 338, benzinli araçlarda yüzde 384 artmış.
Yine TÜİK verilerine göre ‘no-frost’ buzdolabı yüzde 215, çamaşır makinesi yüzde 221, bulaşık makinesi yüzde 329, fırın yüzde 645, set üstü ocak yüzde 372 artmış.
Son birkaç yılda belirgin biçimde gözlenen olgu; giderek daha az yeni konut, daha fazla ikinci el konut satılırken, daha fazla yerli otomobil satışı gerçekleşiyor.
2018 ortasında Türkiye’de satılan konutların yüzde 47’si yeni, yüzde 53’ü ikinci el konutlar iken, ‘başkanlık rejimine’ geçiş sonrasındaki dönemde hızla tablonun değişerek, Ekim 2021’e gelindiğinde satılan konutların yüzde 69’u ikinci el, yüzde 31’i yeni konut halini almıştır. Burada belirgin olan şey, hızla artan konut maliyetleri nedeniyle yeni konut sahibi olmanın mevcut gelir akışıyla daha az erişilebilir hale gelmesidir. Muhtemeldir ki ikinci el konuta yönelen talep kiralardaki artışı da ivmelendirmiş olmalıdır.
Otomobil satışlarında da farklılaşma belirgin hale gelmektedir. ODD verilerinden yaptığım hesaba göre; son 12 aylık bazda Haziran 2018’de satılan otomobillerin yüzde 30.8’i yerli, yüzde 69.2’si yabancı iken, Aralık 2021 itibariyle son 12 ayda satılan otomobillerin yüzde 40.2’si yerli, yüzde 59.8’i yabancı yabancı olmuştur.
Hayat pahalılığının egemen olmaya başlamasıyla, her düzeyde tüketici cephesinde bedeli-maliyeti daha düşük mal ve hizmetlere kayış, yani ikame etkisi ortaya çıkmaya başlamıştır.
Ayrıca kimi yerde daha düşük kaliteye, kimi yerde daha düşük standarda kayış da kaçınılmazdır.
Bu tabloda orta sınıf için bu tür refah çıpaları giderek daha az erişilebilir hale gelmiştir.
Çerçevesiz bir gevşek ekonomi politikasıyla, günübirlik keyfi kararlarla; devasa kredi genişlemesi, Merkez Bankası kaynaklarına el atma, enflasyonun altında faiz ayarlaması derken, kurda patlama, enflasyonda patlama ile orta sınıf ‘başkanlık rejimiyle’ birlikte refah kuşağından uzaklaştırılarak alt gelir grubuna yaklaştırılmış oldu.
Ne yazık ki hikâye burada bitmiyor. Zira iktidar, enflasyona karşı faiz indirme tutumunu koruyor ya da mevcut faizi bu düşük seviyede tutarak bu süreci besliyor.