Geçen hafta, ocak ayı enflasyonu yüzde 11.1 olarak açıklandı. Yıllık enflasyon ise yüzde 50'ye yaklaştı. Şubat ayında yüzde 2'lik bir enflasyon olursa yüzde 50 geçilmiş olacak. Muhtemelen de geçecek.
Bu enflasyon dalgasının, en başta yoksulu daha da yoksullaştıran, orta sınıfı çökerten bir 'enflasyon tsunamisi' olduğu çok açık. Faizlerin hızla 5 puan düşürülerek 14'e çekilmesi ile yaratılan kur şoku sonucu oluşan bu enflasyon dalgası, sadece 5 ayda fiyatlarda toplam yüzde 35.4'lik artış getirdi.
Hiçbir kitapta olmayan "Faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur" inanışının yanlışlamasının, bu kadar hızlı ve ağır bir faturayla topluma çıkması beklenmeyen bir sonuç değildi. Çokça uyarıldı.
Ne yazık ki bu kör inanç politika tercihi olarak ısrarla masada tutuluyor. Bunun anlamı, henüz bu dalganın bitmemiş olduğu, devamının geleceğidir.
Enflasyon dalgasını yaratan unsur kurların patlamasıydı. Bu patlamayı söndürmek için ülke rezervlerinden bir 20 milyar dolar daha 'sulandı'. Şimdi elde ne döviz kaldı ise onunla 'küçük dokunuşlar' yapılıyor.
TL'yi savunmasız bırakıp 'faiz silahını' mahzene gömen politika yapıcılar, TL'yi korumak adına başka ülkelerin bastığı paralara endeksli bir mekanizma uydurdular: Kur Korumalı Mevduat (KKM). Kur yükselirse faturası vergi ödeyenlerin cebinden. Sabit kalır ya da düşerse bedel enflasyona karşı hesap açanların cebinden.
Bu hesapların ne kadar olduğu da resmi kayıtlarda yok. Açıklanmıyor. Ankara'da bir etkili-yetkili çıkıp konuşursa oradan öğreniyoruz. Döviz bozdurularak açılan KKM miktarı 113 milyarmış. Yani 8.3 milyar dolar. Toplamı ise 22 milyar dolar.
Döviz benzeri bir enstrüman yaratıp vatandaşını buna teşvik edip 22 milyar dolarlık bir yükümlülük yaratan ülke, bunun adına 'liralaşma' diyor.
Tam tersine liranın konvertibilitesinin adım adım kolu kanadı budanırken.
TL'nin konvertibilitesi nasıl hasar gördü?
Merkez Bankası "konvertibilite" kavramını şöyle tanımlıyor: "Bir ülke parasının, döviz piyasalarında başka bir ülke parası ile serbestçe değiştirilebilmesi ve uluslararası ticari işlemlerde değişim aracı olarak kullanılabilmesidir."
1989'da Başbakan Turgut Özal'ın döviz bulundurma ve tutma, transfer etme serbestisi getirmesiyle Türk lirasının konvertibilitesi eşik atlamıştı. İzleyen yıllarda, özellikle de 2001 krizi ertesinde dalgalı kur rejimine geçişle birlikte bu süreç hızlanmıştı. Asıl önemlisi, 2002 sonrası parayı istikrarlı ve itibarlı yapan unsur, enflasyonda kayda değer bir düşüş sağlanması, tek haneli enflasyonda seyir başlaması oldu.
Son 10 yılda ise düşüş başladı. Temeli de Türkiye'nin siyasi krizin içine girmesi oldu. Keyfi yönetimin 2018 sonrası kurumsallaşması, kurallı ekonomiyi darmadağın etti. Döviz kuru dalgalanması döviz krizlerine dönüştü, enflasyon patladı. TL hızla değer kaybederken, TL'yi basan Merkez Bankası'na olan güven de kurumun itibarı da kalmadı.
TL'nin itibarı, uluslararası piyasalarda kabul ve talep görmesi ile ölçülür. 2000'li yılların başlarında birçok uluslararası kuruluş TL cinsi tahvil ihracı yapmışlardı. Hatta bu ihraçlar iç piyasaya, özellikle de konut piyasasına swap işlemleri kanalından kaynak olarak girmiş, konut pazarı böylelikle canlanmıştı.
2018 sonrası keyfi ve 'iddialı' ekonomi yönetiminin getirdiği sonuç, TL'nin konvertibilitesine büyük hasar vermek oldu. Para piyasasında swap işlemleri kanalıyla TL borçlanmalarına getirilen kısıtlamalar, TL işlem hacimlerini vurdu. İstikrarsız ve kısıtlayıcı gündelik kararlar, yerleşik olmayan yatırımcıların TL tutma iştahını öldürdü.
Para politikası da ikide bir makas değiştiren, verdiği sözleri ve hedefleri, yapılan değerlendirmeleri bir süre sonra çöpe atan, enflasyona karşı faiz indiren Merkez Bankası fotoğrafı TL'nin konvertibilitesini de yaraladı.
Adım adım ülkeyi krize sürükleyen bu politikalar, önce Merkez Bankası'nın rezervlerini eritip tüketti. İşte '128 milyar dolar' hikâyesi olarak adlandırılan süreç buydu.
Merkez Bankası'nın döviz rezervleri eritilirken, 'erimemiş gibi' göstermek için başka ülkelerin merkez bankaları ile swap anlaşmaları yapıldı; karşılıklı bilanço kayıtları ile makyajdan öteye gitmeyen ama 'rezerv varmış gibi' gösteren.
Yurtiçi bankaların elindeki dövizlere göz dikildi. Önce swapla, sonra zorunlu karşılık artışlarıyla.
Bu da yetmedi, ihracatçıların elindeki dövizlere geldi sıra; yüzde 25'inin Merkez Bankası'na satılması zorunluluğu getirildi.
Şirketlere de sonunda; 'döviz getir, vergiden kurtul' havucu sunuldu.
Keyfi bir bilmişlikle hatalı ve yıkıcı yanlışa yol açan kararlar, kendi girdabını yarattı. Girdaptan kurtulmak için bu girdabı güçlendiren kararlar izledi. Öyle ki TL kredi kullananlara "döviz almayacaksınız" baskısı yapılıyor, kullandıkları krediyle sahip oldukları TL'lerin izi takip ediliyor. Bir başka biçimde konvertibilite tanımı içinde bulunan 'serbestçe' kısmı 'tutuklu' kalıyor.
Hükümet, yaptığı yanlışı değil, yanlışın sonuçlarını hem de kural dışı biçimde kontrol etmeye çalışıyor.
İşte bu fotoğrafta son 3-4 yıl içinde vatandaş ise TL'den kaçmaya başladı.
TL'den kaçışa önlem olsun diye Ankara TL yerine dövize sarıldıkça süreç güçlendi.
Sonunda TL, sert değer kaybı ve ne vatandaşının ne de yabancı yatırımcısının kaçtığı, konvertibilitesi yaralı bir para olarak duruyor öylece.
Hasar uluslararası 'tabelada'
Londra dünyanın en önde gelen finans merkezi. Burada tüm paralar işlem görür. Alınır satılır, borç verilir, takas edilir. İşte bu işlemlerin hangi boyutta olduğunu Britanya Merkez Bankası altı ayda bir yayımlar. Son açıklanan veriler, Ekim 2021'e ait. Bu veriler, TL'nin kaybettiği zemini teyit ediyor. O piyasada da TL, sıralamadan gerilemiş biçimde yaralı duruyor.
Britanya Merkez Bankası'nın (BOE) kurduğu ve piyasadaki döviz işlemlerini gerçekleştiren aracı banka ve platformların temsilcilerinin oluşturduğu bir daimî komite var (FXJSC). Bu komitenin yayımladığı verilere göre; TL karşılığı yapılan döviz alım satım işlemlerinde işlem hacmi 2015-2018 arası dönemin ortalamasındaki hacimlerin yarısından az bir seviyede. 2018 sonrası düşüş giderek yerleşmiş. Nisan 2021'de 105 milyar dolara düşen aylık hacim, Ekim 2021'de 131 milyar dolar.
Göreceli sıralamada, bundan 5 yıl önce spot alım satım işlemlerinde 7. sırada olan TL, hızla hacim ve sıra kaybederek 2020 sonrasında 16-17. Sıraya geriledi. Meraklısı için not düşelim; 2017 nisanında Londra piyasasında spot alım-satımda TL 7. sırada iken, Rus rublesi 13. sırada, Çin yuanı ise 8. sırada idi. Ekim 2021'de, yuan 6, ruble 8, TL 16. sırada yer alıyor.
Nedeni ise belli; TL'ye talep yok, daha az kabul görüyor, bu da işlem hacmini düşürüyor.
İç piyasa verileri de döviz işlemlerinin hacminin düştüğünü, 5 yıl öncesine göre sığlaştığını söylüyor.
Merkez Bankası verilerine göre, döviz alım-satım işlemlerinde günlük ortalama işlem hacmi 8-10 milyar dolar arasında seyrederken, 2018 sonrası Başkanlık rejimi ile sığlaşma yaşandı. 2020'de 4 milyar dolara düştü. 2019 sonrasında aylar itibariyle görülen sıçramalarda 'arka kapılı' döviz satışlarının etkisi görülüyor. En son ise Aralık 2021'deki Merkez Bankası'nın açık müdahaleleri ile kamu bankalarının örtülü satışlarının hacmi yükselttiği izleniyor.
Bu tabloya söylenecek tek söz var; kendini 'yerli ve milli' söylem ambalajına yaslayan bir iktidar, geldiğimiz yer itibariyle milli parasının konvertibilitesini, itibarını, değerini yerle bir etmiş durumda. Ne için? Ülkenin değil, kendi siyasi bekası için.
Şimdi TL'nin getirildiği yerde, lirasız "liralaşma" kampanyası yapılıyor.
Gerçekten çok yazık oldu.