Enflasyonla haneleri yangın yerine dönüşen halka, ekonomideki büyümeyi ‘müjde’ gibi vermek dalga geçmeye benziyor. Yok öyle değilse bile gerçeklikten kopmak demek.
Cumhurbaşkanından bakanlarına Türkiye’nin büyümede üst sıralarda hatta 2. sırada olduğu açıklamaları geliyor. Bu büyümenin “yoksullaştıran büyüme” olduğu gerçeğini perdeleyerek. Haneleri yangın yerine çeviren, orta sınıfı yoksul, yoksulu derin yoksul haline getiren bir politikaya sevinirken.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen hafta şunları söylüyordu: “Şu anda kişi başına milli gelir 9 bin 500 dolara dayandı. Hani ne oldu? Ne diyorlardı? Şu anda rakam bu. Daha da iyi olacak.”
Burada kullandığı kritik kelime “dayandı”.
2013’te 12 bin 500 dolara çıkan kişi başı milli gelir, 2020’de 8 bin 600 dolara kadar düşmüştü. 2021’de 2021’in verisi; 9 bin 592 dolar.
Tanımlama yapılacaksa “düştüğü yerde ambalaja tutundu” daha doğru olurdu. Ya içeriği? O da 17 yıl gerideki gelir.
Durum şöyle: Dolar bazında yapılan karşılaştırmada doların satın alma gücü de ABD’deki enflasyona bağlı olarak zaman içinde yavaşça eridiğinden, bugünkü 9 bin 500 dolar ile 14 yıl önceki 9 bin 500 doların satın alma gücü aynı değil.
Birincisi, 2021’in 9 bin 592 doları 2007’deki 9 bin 735 dolarlık nominal değere gerileme demek. Nominal olarak 14 sene geriye giden bir değere “dayandı” demek gerçeklikten uzak. Nominal olarak düştüğü yerde tutundu demek doğru. Ama yeterli değil.
İkincisi, 2021’deki 9 bin 592 dolarla 2007’deki 9 bin 735 dolarla eş değer tutmak mümkün değil. 2007’deki 9 bin 735 dolar, bugünün 13 bin 732 dolarına karşılık geliyor. Tersten bakarsanız 14 yıl sonra yaklaşık aynı nominal milli gelire sahipseniz satın alma gücünüz bugün yüzde 35 daha düşük. 2007’de satın alabildiğiniz mal ve hizmetlerin bugün yüzde 65’ini alabiliyorsunuz demek.
Çizgi: Tan Oral
17 yıl önceye dönüş
Ya da 2021 sonundaki kişi başı milli gelir Temmuz 2022 değerleriyle bakıldığında yaklaşık 10 bin 192 dolara denk iken, buna en yakın reel kişi başı milli gelir 2004-2005 arası bir değere karşılık geliyor. Reel olarak 2005 değerinin (11 bin 104) bile altında. Yani Erdoğan’ın “dayandı” dediği kişi başı milli gelir seviyesi 17 yıl gerideki milli gelirin satın alma gücüne denk bir seviyede. Bu her şeyin nasıl da geriye düştüğünün nişanesi.
Bu yıl da kişi başı milli gelirin 10 bin doların üstüne çıkması çok zor. Hatta yeni açıklanan Orta Vadeli Program’a bakılırsa Türkiye’nin kişi başı milli geliri 2022’de 9 bin 485 dolar olacak. Yani 17 yıl önceye tutunmuş biçimde kalacağız.
2017’de, izleyen yıllarda kişi başı milli gelirin 10 bin doların altına düşeceği görülünce, bu defa Ankara siyaset erbabının aklına satın alma gücü paritesine göre milli geliri vatandaşa işaret etmek gelmişti.
Refah ülkelerinde kişi başı milli gelir çok yüksek olduğundan, genel fiyat seviyeleri de yüksek düzeyde. Bu da refah ülkelerinde elde edilen gelirle yoksul ülkelerde harcama yapma kapasitesini yüksek kılıyor. Refah ülkelerinin yurttaşları, örneğin kendi ülkelerinde kazandığı 1 dolarlık gelirle 1 adet satın alabildiği ürünü, orta gelir ya da düşük gelir ülkelerinde yaklaşık 3 adet alabiliyor. Bu duruma da ‘ucuz ülkenin’ siyasetçileri sevinip, yurttaşlarına bunu övünç duyulacak bir durum olarak sunuyor.
Tam bir züğürt tesellisi olan satın alma gücü paritesine göre kişi başı milli gelir sayılarıyla halka ne kadar “zenginleştiği” anlatılırken, gerçek fotoğraf, ülkedeki cari milli gelirin dolar karşılığı ile ancak 17 sene önceki gelirle ABD’deki mal ve hizmet fiyatlarıyla değerlerine erişilebileceği gerçeğidir. Ya da bugün, 17 sene öncesine göre yüzde 35 daha az mal ve hizmet satın alınabileceğidir.
Oysa satın alma gücü paritesine göre “aman ne güzel yüksek” diye halka yutturulan hikâyede, yurtdışında kazanıp yurtiçinde harcayanların kendi ülkelerindeki mal ve hizmet sepetine göre daha fazla satın alabildiklerine “övgü” yapmanın ne kadar absürt olduğu gerçeği var.
Daha fazlası, TÜİK’in geçen pazartesi ikinci çeyrek verilerini açıkladığında daha da belirginleşen bir bölüşümdeki çöküş fotoğrafını görmezden gelerek milli gelirin 9 bin 500 dolara dayandığını anlatmak da büyük bir inkâr olmalı.
TÜİK verileri ve metodolojisi ile çıkardığım tablo aşağıda. Türkiye’de emeği ile geçimlerini sağlayan kesimlerin gayrisafi katma değer içindeki payları verilerin geriye gidebildiği 1998 yılından bu yana çeyrek yüzyıllık bir çöküşü gösteriyor.
İşgücünün gayrisafi katma değerden aldığı pay yüzde 23.9 ile tarihi en düşük oranda.
Şimdi gelin ve “büyüme başarısını” emeği ile geçinenlere anlatın. Türkiye’de keyfi bir yönetimin kapılarını açan “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin” her alanda olduğu gibi ekonomide yarattığı çöküntünün fotoğrafı bu.
Kendini tahrip eden model
“Türkiye Modeli” diye uydurulan nasıl bir çerçevesi olduğu bilinmeyen, gün ve gün yamalar yapılan modelin ‘motoru’ diye sunulan ihracatın da teklemeye başladığı görülüyor. Yüzde 7.6’lık büyümenin 2.7 puanlık katkı ihracattan gelmesi, pandemi sonrası ortaya çıkan ivmenin kalmayacağının göstergesi
Aslında bu ‘modelin’ tek ana ‘motoru’ var o da hane halkı; büyümenin de ivmesi enflasyon altı faizlerle buradaki tüketim patlamasıdır. Bunun da son 4 çeyrekte ortalamasının yüzde 11 büyüme eğiliminde olmasıdır.
Bu modelde çok açıkça görülüyor ki ülkeyi yönetenler ‘ihracat kutlamaları’ yaparken ithalat yüzde 40’lık bir artış eğiliminde. Ağustos ayı dış ticaret verilerine bakıldığında ithalattaki artışın hız kesmediği görülebilir.
Çalışan kesimlerin ücretleri yıkıcı enflasyonla erirken, milli gelir artışından aldıkları pay da düşüyor.
Faiz enflasyonun 6’da birinde tutulduğu sürece, vatandaş parasını mala-ürüne, üretici de hammadde ve ara malına yatırmaktan uzak durmayacak. Bu da döngüye ‘el büyüterek’ katkı verecektir.
Gidişat çok açık; enerji faturasının da büyümesiyle ödemeler dengesinde dar boğaz ve kriz eşiğindeki ülke kur ve enflasyon döngüsünü kıramayacak. Orta sınıfı ve yoksullaşmayı tabana yayacak.
Uğur Gürses kimdir?
Uğur Gürses, 1985 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat Bölümü'nden mezun oldu.
Çalışma hayatına 1986 yılında T.C. Merkez Bankası'nda başlayan Gürses; döviz kuru politikası, döviz rezerv yönetimi ve açık piyasa işlemleri alanlarında çalıştı.
1994-2000 yılları arasında özel ticari bankalarda yöneticilik yaptı. 2001 krizi öncesinde bankacılığı bırakarak TV kanallarında ekonomi yorumculuğu yapmaya başladı.
1999 yılında Yeni Yüzyıl gazetesinde başladığı günlük ekonomi ve finans yazılarına, daha sonra Yeni Binyıl gazetesinde devam etti. 2001-2014 yıllarında Radikal gazetesinde, 2014-2018 arasında da Hürriyet gazetesinde yazdı.
2018'den sonra kişisel blogunda (www.ugurses.net) ekonomik gelişmeleri yorumlayan Uğur Gürses, Aralık 2021’den itibaren T24’te yazmaya başladı.
|