Tamam, başlıkta bir çarpıklık var. Ama sözünü edeceğim uygulamadaki çarpıklığın yanında başlığınki hiç kalır. O nedenle de galiba bu konu ancak böyle bir başlıkla anlatılabilir.
Henüz dokuz yaşındaki Mert geçtiğimiz hafta Kars’ta tecavüze uğramış ve öldürülmüştü. Günlerce kayıp olarak arandıktan sonra da çöplük yakınındaki boş bir arazide cesedi bulunmuştu. Zanlı ifadesinde Mert’i “iş bittikten sonra” iple boğarak öldürdüğünü itiraf etmişti.
Bu öykünün cinayetle sonuçlanması elbette kamuoyunun ilgisini ve duyarlılığını arttırdı. Ancak ne yazık ki, böylesi üzücü olaylarla artan ilgi kısa zamanda canlılığını yitiriyor. Mert için belki artık yapılabilecek bir şey yok, ama tecavüz mağduru olarak yaşamını sürdürmek zorunda olan çocuklarla ilgili olarak acilen yapılması gerekenler var.
Küçük Mert eğer hayatını kaybetmeseydi mahkeme uzmanlardan “mağdurun ruh sağlığının kalıcı olarak bozulup bozulmadığı” yolunda bir değerlendirme isteyecekti. Bu da kendisi ve ailesi için, (Kars’ta oturduklarını da göz önüne alırsak) hiç de kolay olmayan ve yaşamlarını uzun süreli ve olumsuz olarak etkileyen bir sürecin içine girmeleri anlamına gelecekti.
Çocuklara yönelik suçlara ilişkin cezai düzenlemelerin sıkça konuşulduğu bu günlerde cinsel suç mağdurlarının “ruh sağlığının kalıcı olarak bozulup bozulmadığına ilişkin” rapor düzenlenmesi uygulamasını acilen yeniden düşünmenin zamanıdır. Aslında en azından iki yıldan beri ilgili bakanlıklar da dâhil pek çok kişi ve kurum uygulamadaki büyük sorunların farkında, ama bir türlü gerekli düzenlemeler yapılamadı.
Cinsel suçların sanığı durumundaki kişilerin yargılanmalarında bu adli rapor işlemi düzenli olarak uygulanıyor. Mahkemelerce bu konuda Adli Tıp Kurumu'nun ilgili ihtisas dairesinin ya da üniversite hastanelerinin rapor düzenlemesi isteniyor. Başlangıçta hangi niyet ve gerekçeyle yasalaştırılmış olursa olsun bu uygulamanın pratikteki karşılığı -her zaman değilse de sıklıkla- mağdurların, hele de çocuk mağdurların olayın ardından birçok kere daha mağdur edilmeleri oluyor.
Bu uygulamanın hem pratik, hem toplumsal hem de psikiyatrik bakımdan birçok sorunları var. Bunlara kısaca bir göz atalım.
Her şeyden önce, Türkiye’de çocukların mağdur olduğu cinsel ve fiziksel şiddet olaylarının sayısı ile sözünü ettiğimiz raporları düzenleyebilecek uzman sayısı arasındaki orantısızlık göze çarpıyor. Bunun pratik karşılığı muayene ve değerlendirme için genellikle aylar sonrasına, bazen yıllar sonrasına randevu verilebilmesi olur.
İkincisi, bu uygulama ceza ile suç arasındaki dengeyi bozmaya teşnedir. Görece hafif bir saldırganlık, mağdurun ruh sağlığının bozulduğu yolunda bir rapor verilirse ağır bir cezaya yol açabilir; ya da tersine, şiddetli bir saldırgan eyleme ruh sağlığının bozulmadığı gerekçesiyle gereğinden az bir ceza verilebilir. (Buna bir örnek bu linkte bulunabilir)
Bunların yanı sıra psikiyatri disiplini açısından bu soruya gerçekten yanıt vermek hiç de kolay değildir, hatta mümkün değildir bile denebilir. Şöyle ki ruh sağlığının kalıcı olarak bozulduğunu söyleyebilmek için yeteri kadar uzun bir süre izlem yapmak gerekir. Ama bu da Diyarbakır’da küçük çocuğunun gözü önünde tecavüze uğrayan HA vakasında Dicle Üniversitesi Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun verdiği yanıtta olduğu gibi tuhaf uygulamaları gündeme getirebilir: “Olayın üzerinden bir yıl geçmeden karar verilemez. "Mağdur muayeneye 18 ay sonra gelsin.” Habere göre sanık bile bu uzun bekleyişten yorulup “Ne ceza verilecekse verilsin artık, ben sıkıldım” demiş. (Bkz )
Diyarbakır’daki ihtisas kurulunun sözleri öfke uyandırıcı görünse de kısmen bir gerçeğe işaret etmektedir. Diyelim olaydan sonra adaletin hızlı tecellisi için bir iki ay içinde muayene yapıldı ve ruh sağlığının bozulduğuna ilişkin yeteri kadar bulgu belirlenemedi; mahkemeye bu şekilde rapor sunuldu ve mahkeme de kararı hızla oluşturdu. Belirtiler pekâlâ birkaç ay sonra ortaya çıkabilir. Tanı kılavuzları, temel başvuru metinleri, uzmanlar böyle söylüyor. Bu durumda önceden verilen raporun anlamı olmadığından işler çıkmaza girecektir.
“Bardağı taşıran son damla etkisi” diye adlandırılabilecek durumlarda, örneğin cinsel saldırıya maruz kalıp önceden ruh sağlığının iyi olması, olaydan sonra iyi destek görmesi gibi nedenlerle kendisinde bir ruhsal bozukluk gelişmemiş bir mağduru düşünelim. Bu mağdurun ruh sağlığı hassas bir dengede sürmekteyken ilkiyle kıyaslanamayacak kadar küçük bir cinsel taciz şiddetli bir ruhsal bozukluğun bütün belirtilerini ortaya çıkarabilir. Bu durumda ruh sağlığının bozulmasından hangi eylemin sorumlu olduğu nasıl belirlenebilir?
Bu soruya yanıt vermekle ilgili güçlüklerden başka birisi de yine kalıcılık terimiyle ilgilidir. Cinsel saldırıya uğramış bir kişinin ruh sağlığının kalıcı olarak bozulduğunun belirlendiğini ve davanın görüldüğü mahkemede bunun belgelendirildiğini düşünelim. Aynı mağdur başka birisinin cinsel saldırısına uğrarsa ruh sağlığı önceden kalıcı olarak bozulmuş kabul edildiği için yeni bir değerlendirme yapmak mümkün olmayacaktır. Bunun büyük pratik önemi vardır, zira mağdurlar genel nüfusa göre daha fazla risk altındadırlar.
Psikiyatrik muayene bulguları yoruma çok bağlıdırlar; psikiyatride birçok defa karar verdirici olan nitelik değil niceliktir. Farklı uzmanların ve kurulların farklı kararlar vermesi mümkündür ve pratikte de kamuoyunun öfkesini davet edecek sıklıkta çelişkili kararlarla karşılaşılmaktadır. Bu da hem raporları düzenleyenlerin hem de bu raporları talep edenlerin gereksiz yere töhmet altında kalmalarına yol açabilir.
Bütün bunlar bu sorunun sorulmasının yerinde olmadığına ilişkin pratik/teknik gerekçeler. Bunlardan daha önemlisi ise uygulamada asıl sorunu yaratan ruhsal gerekçeler. Rapor düzenlemek için yapılan muayene ve değerlendirmeler gerçek bir işkenceye dönüşebilmektedir. Çocuklar koruyucu olmayan ortamlarda defalarca yeniden mağdur edilmekte, sanki bütün bu süreçte onlar sadece davanın asıl sahibi olan mahkemelerin kendi işlemlerini tamamlamak için çekinmeksizin kullanabileceği nesnelermiş gibi muamele görmektedirler. Defalarca muayene ve değerlendirmeden geçmiş kişilerin yeni bir değerlendirmeye itiraz ettiklerinde zorla muayene edilmelerini buyuran mahkemelerin tutumları bu yaklaşımın iyi bilinen bir örneğidir. (Polis zoruyla muayene )
Peki, tecavüze uğrayan bir kişinin ruh sağlığı bozulmayabilir mi? Bunu sormak ve hayli uzun ve zahmetli bir süreç sonunda bir karar oluşturmaya çalışmak anlamlı mı? Göründüğünden daha zor bir soru ve tartıştığınız düzeye göre değişik cevaplar verilebilir ama lafı dolandırmaz ve uzman jargonu kullanmazsak aslında itiraf etmemiz gereken şey kamuoyunun zaten söylediğinden farklı değildir. Böyle bir şeyden söz edilemez. Görünürde hiç belirti olmaması bile başlı başına bir ruhsal belirti ve sorun olarak kabul edilebilir.
Peki, cinsel saldırı mağdurları için bir psikiyatrik değerlendirmeye gerek yok mudur? Vardır ve böyle bir ruhsal değerlendirme ve gerekiyorsa tedavi süreci mağdurun ruh sağlığının korunması amacına yönelik olarak yasal düzenlemede yer almalıdır. Hekim mağdurla bilirkişi rolünde değil, tedavici rolünde ilişki kurabilmelidir. Bu iki rol arasında önemli farklılıklar vardır, ilkinde asıl ya da ağırlıklı amaç mahkemenin karara varmasına yardımcı olmak iken ikincisinde hastanın ruh sağlığını gözetmektir. İlkinde mahkemeye karşı görüşülen kişiye ilişkin gizlilik ilkesi söz konusu değilken, ikincisinde hasta hekim ilişkisine özgü gizlilik ilkesi yürürlüktedir.
Kısacası yargılama sürecini belirgin biçimde uzatan ve çoğu kere zamana ve kişilere bağlı olmaksızın nesnel bir yanıtını bulmanın mümkün olmadığı bu soru mahkemelerce artık sorulmamalıdır. Öte yandan mağdurların psikiyatrik muayene ve yardım imkânından yararlanmasını kolaylaştıran bir düzenleme yeni yasada mutlaka yer almalıdır.
NOT: Bu yazıyı küçük Mert’in ölümünün ardından kaleme almıştım. Ancak başka bir hunharca cinayetin, Antalya’daki küçük Gizem cinayetinin ardından burada konu edindiğim yasanın değişeceği haberleri geldi ve daha sonra da bu konuda adımlar atılmaya başlandı. Yeni yasal düzenlemede “ruh sağlığının kalıcı olarak bozulup bozulmadığı” sorusunun yargılama sürecinin bir parçası olmaktan çıkarılacağı anlaşılıyor. Ancak hem bu dönemin düşünüş ve uygulama biçimini neden ve nasıl eleştirdiğimizi hatırlamak, hem de yeni düzenlemeler hakkında konuşabilmek için biraz gecikerek de olsa bu yazıyı yayınlamanın uygun olacağını düşündüm.