24 Temmuz 2020

Bea'yı da everdik, Ece de meşhur oldu, Sırrı Süreyya döndü, Sezen'in ilham perisi

Bu hafta bir ekimiz var. Huysuz Virjin'le tek nehir söyleşiyi yapan Datça muhabirim Figen Kumru anlatıyor. Hemen müzik önerisinden sonra...

Bu haftaki magazinimiz hiyerarşiye uygun olarak başlıyor. Çünkü söz konusu olan sizlerin İngiliz Kraliyet Ailesi dediğiniz Royal Family. Kraliçe Elizabeth'in torunlarından Prenses Beatrice evlendi. Hem de gayrimenkul kralı Edoardo Mapzeli Mozzi ile.

Bunda ne var demeyin. Prenses Margaret 1950'lerde Peter Townsend'e aşık olup evlenmeye kalkınca Saray, Kilise ve hükûmet kıyamet koparmıştı. Çünkü Townsend daha önce evlenip boşanmıştı ve hâşâ olmazdı. Zavallı Prenses vazgeçmek zorunda kaldı ve Anthony Amstrong -Jones'la evlendi. O bakirdi yani daha önce evlenmemişti.

Prenses Margaret ve Peter Townsend'ın mutsuz aşkları bütün dünyaya dert olmuştu

Konuyu daha da dağıtmadan son düğüne geleyim. Yeni damat Mozzi'nin eski nişanlısından bir çocuğu var. Yani Prenses Beatrice hemen üvey anne oluverdi. Royal Family nereden nereye...

Ben Margaret'ı 1972'de Keele Üniversitesi'ne (Staffordshire) geldiğinde görmüştüm. Üniversitenin onursal rektörüydü. Benden fazla sigara içen gördüğüm tek kişi de Margaret oldu. İçerdi de diye devam edeceğim ama siz bunları belki de, abone olmadığım, Netflix'in "The Crown" dizisinde görmüşsünüzdür.
 
Toprağı bol olsun, "Margaret Kraliçe'nin burnundan getirdi" der Saray'ın emektarları...
Prens Phillip ve Kraliçe, yeni evlilerle düğün fotoğrafında 

Prenses'ten Ece'ye 

Memlekette havuz olmayan medya oranı yüzde 10'a düştüğünden beri kahvaltıdan sonra internetin başına oturuyorum. Sıram şu: BBC, Guardian, Financial Times, New York Times, DW sonra bizim internet gazeteleri vb. Bu hafta FT'yi açınca ne göreyim?
 
"Küçük hemşerim" diye hafife aldığım Bornovalı Ece Temelkuran karşımda.Türkiye'deki muhalif belediyeleri yazmış. Daha o yazıyı küçümsemem bitmemişken Clermont-Ferrand muhabirim Mustafa Bostancıoğlu, Le Monde'da çıkan Ece Temelkuran imzalı yazıyı göndermez mi. Ayasofya üzerine.
 
 
Teslim oldum. Ne demişler "Amazon'u öldür, hakkını yeme." Ben de buraya Oxfam'dan gelen podcast'ı koyayım da, ne denli objektif olduğumu tüm dünya da görsün.
Bizim Ece Temelkuran, Prenses Bea'nın kocasından önce Lordlar Kamarası'nı görmüştü 

Sırrı Süreyya ortaya çıktı

Cihangir'den Kurtuluş'a düşen "vekilim" Sırrı Süreyya Önder, nihayet ortaya çıktı. Yok canım, bizi görmeye gelmemiş. Kadir İnanır'la buluşmaya gelmiş. Ne de olsa o artık bir sinemacı, bizim gibi hafif sıklet aktivistleri ne yapsın. "Biz" dediğim, darbukacı-yazar Seray Şahiner ve ben. 

Sırrı Süreyya biraz kilo vermiş ama sağlığı makul. İnanır da Jülide Kural'la yeniden Dalaman'a gidecekmiş. İkisi bütün gece konuştu. Şahiner ve ben yardımcı oyuncu bile olamadık, bildiğiniz figürandık. Yine de hak yemeyeyim, Kadir Abi gelirken bir şişe Blue Label'ımı getirmişti. Haraç mı, rüşvet mi olduğu kimseyi ilgilendirmez. 

Şişeden Hürriyet'ten Erkan Aktuğ ve Seray Şahiner'e birer duble verdim. 

Gecenin hâkimleri Kadir İnanır ve Sırrı Süreyya Önder'di. Seray ve ben kadraja bile giremedik

Bodrum-Gümüşlük

Stajyerlikten telifli magazinciliğe geçmeye çalışan gazeteci Edip Öymen ve Gelişim Yayınları'ndan arkadaşım olan eşi Şadan, çarşamba gecesi kendilerini Bodrum yollarına atmışlar. Gecenin bir saati "her yer bayağı tenha" videosu çekip bana göndermişler. Bu çocuklar benden asla telif alamayacaklar çünkü herkes o gece Cem Adrian'ı dinlemek için kaldıkları eve beş dakika mesafede olan Off Gümüşlük'teydi tabii.
 
Cem Adrian'ın sosyal mesafeli konserinin on katı kalabalık, sahilden eşlik ediyor. İçerisi ünlü, ünsüz dolu: Deniz Çakır, Derya Alabora, Birce Akalay, Aslı Mavitan, Dilek Türkan, Derya Türkan...Gördüğünüz gibi Ferah Aydın'ın mekânı kadın tayfa ağırlıklı.
 
Eğlence iyiymiş belli ki çünkü gelinim Gülizar Bayraktar Özdemir Sisifos Otel'e döndüğünde gece yarısıymış. Canım torunum Asya'yı çok daha önce otoriter babası Hüso'ya teslim edip yatmaya yollamış.
 
Son olarak benimkilere fazla kazık atmayan Off Gümüşlük'e bir kıyak yapayım. Doğan Duru, Dilek Türkan, Nükhet Duru ve Kalben sıralarını bekliyorlar.
Cem Adrian. Fotoğraf: Gülizar Bayraktar Özdemir 

K.G.G.

Tarihimden yapraklar

Bornovalı Nuri Erel, Karşıyakalı Tuğrul Eryılmaz, Salihli eşrafından Nimet Adalalı ve Caddebostanlı Macit Akman
İlk fotoğrafta 1964-65 Mülkiye birinci sınıftayız. Henüz parka modası başlamamış ve kravat takıp şık görünmek tam ayıp sayılmıyor. Zaten hepimiz değil ama çoğumuz iki üç sene içinde "Hoşt Amerika, puşt Amerika" deyip yollara düşeceğiz. 
İpek Çalışlar, Ferhan Babalıoğlu, ben ve Tûba Çandar
Fotoğraftan anlayacağınız gibi kızlarla aram hep daha iyi oldu. 60'ıncı yaş günüm için Cezayir'deki bir partiden bu fotoğraf. Yine üç Mülkiyeli ile üç Mülkiyeli güzel kadın. İpek, Oral'la; Ferhan, Ahmet'le; Tûba, Cengiz'le evlendi. Kendi tercihleri...

Sıkça sorulan sorular ve cheap shots

* Dizi ve film setleri yavaş yavaş başlayınca Cihangir mekânları gündüz, proje konuşulan yerlere dönüştü yine. Çekimlere başlamadan herkese Korona testleri yapılıyormuş, en yeni arkadaşlarımdan Başak Soysal söyledi. Evet bildiniz, "Halka"nın yönetmeni olan genç kadın. Şimdi "Yeni Hayat"ı çekmeye başlıyor. Şimdi değil ama üçüncü bölümden sonra bana bir rol önereceğinden emin gibiyim. Kaşeyi beğenirsem olabilir.

Biz Cihangir Home Room'da bunları konuşurken yan masaya başka bir kadın yönetmen oturdu; Hilal Saral. Karşısına biraz sonra YT geldi. Evet, benim şöhret olmamı engellemek için her şeyi yapan yazar. Tabii ki kulak misafiri oldum. Proje maalesef şahane ama YT'nin korkusundan şimdilik yazamıyorum. Topuğumdan vurdurulmaya hiç niyetim yok üç kuruş kazanacağım diye.

Yönetmen Başak Soysal'la Cihangir Home Room'da

* 101 Aksaçlı'nın seslenişinde benim de imzam vardı. Şimdi de itirazım var. Videonun başlangıcı tam da devletin çizdiği 65 plus portresine uygundu. Bastona dayanmış eller...Horon tepen, rock yapan, halay çeken benim gibi milyonlarca 'senior citizen'a biraz haksızlık edildi. Metin iyiydi. 

* Filli Boya'yı Japonlara satan Gözde Akpınar, GAIN adıyla bir dijital platform kurmuş, başına da Cem Aydın'ı getirmiş. Buraya kadar kesin bilgi. Bundan sonrası Kaktüs ve Home Room rivayetleri.

Cem Aydın şu veya bu nedenle Mirgün Cabas, Çınar Oskay ve Can Kozanoğlu ile görüşmüş. Bu doğruysa yakında Prof.Dr. Orhan Tekelioğlu, yapımcı Sevilay Demirci ve köşe yazarı Kanat Atkaya ile de görüşür. Sizleri merakta bırakmam, fikr-i takip yapacağım çünkü burası Düzeyli Magazin.

Advertorial

Tamamı kadınların elinden çıkma bir dergi-kitap Rağmen. Bu sayfada gördüğünüz üçüncü sayısı. Teması "Ayrılık". Ünlü ve ünsüz tam 38 imza saydım ben. Görselleri de müthiş. Bu sayının geliri her türlü mücadele edeceğimiz kadın cinayetine kurban giden Ayşegül Aktürk'ün kızına verilecek.

207 sayfa, 35 lira, Karakarga Yayınları.

HDP'yle demokrasi buluşmaları

Saat 18.00'de Alsancak Gündoğdu Meydanı'nda. 

Müzik önerisi

Bu haftaki müzik önerisi Ertuğrul Özkök'ten. Biliyorum, şimdi Datça Mesudiye'den Nilgün Uysal ve Aksaçlı imzadaşlarım azıcık şaşıracaklar ama ben Özkök'ü tuzağa düşürdüm.

Geçen hafta Hürriyet'te öve öve bitiremediği Sezen Aksu'nun "Karşıyım" şarkısının ilhamını benim verdiğimi anlamamış. İnanmazsa "Mesaj attım, cevap verdi..." dediği hemşerimize bir sorsun ve bu şarkıyı seçtiğine pişman olsun.

Kılçık atmak bir yana, hangi İzmirli katılmaz şu sözlere: "Ya efendisi olacağım kendi hayatımın, ya da çekip gideceğim bu yerden..."


Özel ek 

Seyfi Bey bu yaz Datça’ya, bize gelecekti

Figen Kumru

Bundan 16 yıl önce, ben ve Korhan, çiçeğimiz çikolatamız elimizde, Seyfi Bey'i ziyaret ederek kitap projemizi anlattık. Seyfi Dursunoğlu'nu; yaşam öyküsünü, yaşama bakışını, yaşam anlayışını yazmak için ikna etmek müthiş heyecanlı, eğlenceli bir serüvene adım atmak gibiydi. Aynı süreçte hem bir İstanbul Beyefendisi'nin unutulmuş kentli değerlerle bezeli saygın yaşamında gezinecek, hem de magazin dünyası denilen sahne ve gösteri dünyasının uzun yıllarını, göbeğinde yaşamasına rağmen dışında kalmayı başaran Seyfi Dursunoğlu'nun anı, gözlem ve yorumlarından öğrenecektik.

Seyfi Bey olabildiğince açık yüreklilikle yaşadıklarını, gördüklerini bizimle paylaştı. Onu çekici kılan, zıt bakış açılarına sahip iki ayrı kişinin aynı süreci ve olayları iç içe geçmiş bir biçimde anlatmasıydı. Yaşanılanlar kimi zaman Seyfi  Bey'in  titiz, saygılı ve muhafazakâr bakış açısıyla, kimi zaman da yaratıcısı olduğu ölümsüz Huysuz Virjin karakterinin iğneli, esprili ve biraz hoppa diliyle anlatılıyordu. Sonuçta kuru bir Seyfi Dursunoğlu resmi tarihi yerine, zaman zaman öykü lezzetine ulaşan bir metin çıktı ortaya.

Seyfi Dursunoğlu'nun evinde, haftada iki tam gün söyleşi yaparak yaklaşık üç ayda ortaya çıkan bu kitap için en büyük yardımı sanatçının kendisinden aldık. "Canım kendi kitabı. Tabii yapacak" diye düşünülmemeli; müthiş çalışma disiplini ve olağanüstü konukseverliği zoru kolaylaştırmak yolunda büyük katkı sağladı.

Seyfi Dursunoğlu kitabını hazırlamanın bizim açımızdan en çekici yanı Seyfi Bey’i gerçekten tanımaktı. Sanırız tanıdık ve ayrıcalıklı bir dosta sahip olduğumuz için bugün çok mutluyuz.

Havlularımız daha ilk günden ayrılmıştı. Herkes kendi havlusunu biliyor ve ona göre kullanıyordu. Dikkat etmemiz gereken bir diğer konu da tırnaklarımızın temiz ve bakımlı olmasıydı -ki Allah'tan öyleydi-. Bir de sehpaların üstüne konulan, tümü Seyfi Bey'in göz nuru ve el emeğiyle işlenmiş örtüleri buruşturmamak ve yerinden oynatmamakla yükümlüydük. Küçük bir kırışık, küçük bir uyarı demekti. Gözlükten kaleme, makastan sigaraya evdeki her eşyanın yeri belliydi ve değiştirilemezdi. Mevsimine göre günün hangi saatinde hangi kapı ya da pencerenin açılacağı, ne şekilde kapatılacağı saptanmış ve kurala bağlanmıştı. Biz bütün bunları görüp yaşadıkça yardımcısı Ümit için hayıflanmaya başlamıştık ki, onun Seyfi Bey'den daha titiz olduğunu öğrenip rahatlamıştık.

Röportajlar süresince Seyfi Bey'in elleri hiç boş durmadı. Önce bir arkadaşına hediye etmek üzere "patchwork" yatak örtüsü yaptı, sonra da büyük boy bir etamin yastık işlemeye başladı. Röportajlar sona erdiğinde, etamin de neredeyse tamamlanmıştı. Yaşam odasının duvarları tanınmış tabloların Seyfi Bey tarafından etamin işlenerek yapılmış röprodüksiyonlarıyla bezeliydi.

Kitabın yazarları Korhan Atay ve Datça muhabirimiz Figen Kumru, Seyfi Dursunoğlu'yla 

Bu çalışma süresince; fotoğraf albümlerinden yatak odasına, Virjin Hanım'ın gardırobundan Seyfi Bey'in mutfağına, akla gelecek ve gelmeyecek her yere burnumuzu soktuk. Tüm bu süreçte bir yandan Seyfi Bey ve Virjin Hanım'ın yaşam öyküsünü kaleme aldık bir yandan da çevresindeki herkes gibi biz de mecburen eğitildik... Onun İstanbul Beyefendiliği, nezaketi ve samimiyetinden, yaşama ve insan ilişkilerine bakışından, -kimi zaman Huysuz Virjin'in dikenlerine bürünse de- her zaman yapıcı olan eleştirilerinden etkilenmemek elde değildi. Seyfi Dursunoğlu'nu tüm kurallarıyla birlikte çok sevdik.

Kitabın üzerinden 16 yıl geçti, Seyfi Bey'le hiç kopmadık, zaman zaman ziyaret ettik. Birbirimizi telefonla aradık. Bir ay önce konuştuk en son, bu yaz bize gelecekti…

Yazarın Diğer Yazıları

Esad'ın düşüşü ve Suriye'nin perişanlığı dışında tüm haberler burada...

"Sen ağla İstanbul!" başlığını görünce yanlış yazdığımızı düşünmeyin, bile bile yaptık... Zaten bütün diziler çok ağlak, bunu da söylemeden geçmedik! Ayrıca bu magazinde ekrandaki programı terk eden Mülkiye'den sınıf arkadaşım İlber Ortaylı ya da bir filmde oynayan Radikal'den stajyerim İsmail Saymaz yok...

165 yaşındaki Mülkiye ve çok daha fazlası var bu magazinde...

Sevgili hayranlarım ve okurlarım, bir kez daha belirteyim ki hiçbir sosyal medya platformunda hesabım yok; bu yüzden "Biz bunu sosyal medyadan biliyorduk" deyip beni üzmeyin...

78 yaşında hâlâ beni şaşırtıyorlar

Bu hafta fotoğrafım yok çünkü patoloji raporum ancak perşembe öğleden sonra çıktı; daha Taksim İlkyardım doktorumu görmedim ama galiba kanserimle başa çıkmış, tabii kesinleşince size daha iyi bilgi veririm

"
"