Suçluluk duyuyorum...
Vicdanım rahat değil…
Uyuyamıyorum, uyanamıyorum...
Karanlıktayım.
Nefes almakta zorlanıyorum.
Midem bulanıyor.
Zihnim de bedenim de tanıklık ettiklerine reaksiyon gösteriyor.
İnsanlara çok kızıyorum.
İnsanlardan korkuyorum.
İnsanlardan kaçmak istiyorum.
Öyle çoklar ki, öyle her yerdeler ki, delirecek gibi oluyorum.
Sosyal medyayı açınca bulantım daha da artıyor.
Yalancı, riyakâr tutumlar.
En acıklı mülteci çocuk kareleri paylaşmalar.
Besbelli göstermelik bir duyar, yapmazsam olmaz hâli!
Diğer yandan "Biz gitsinler dedik de bu şekilde demedik" diyebilenler, tiksiniyorum.
Gazetelerde, televizyonlarda eskiden arkadaşlık ettiğimiz insanlar hükümet yalakalığı yaparak daha çok kazanmak, daha çok kazanmak adına insanlık ayıplarını savunup, methiye yazıları yazıyor, yayınlar yapıyorlar, utanıyorum.
"Hepsi gebersin!"
"Dönüşünüz olmasın!"
"Pis kokuyorlar!"
"Hastalık getiriyorlar!"
Diyenleri saymıyorum bile.
"Memleketinde savaşı bırakıp kaçmış, toprakları için savaşmamış bile, ona ne saygı duyacağım" diyenler, öyle azımsanacak kadar az değiller, biliyorum.
Ama onlar hakkında bir şeyi daha iyi biliyorum, ilk kaçanlar arasında yer alacaklardır.
Tıpkı "Her çocuk asker doğar" paylaşımları yapıp çocuğunu asla askere göndermemiş, göndermeyecek olanlar gibi!
Yazı yazmaktan başka bildiğim bir yaşama şekli yok, o yüzden de yazmaya devam etmek istiyorum.
Ama hiç bu kadar karanlıkta, hiç bu kadar boşlukta hissettiğim bir dönem de olmamıştı doğrusu.
Sürekli "ne için, kim için yazacağım" diye soruyorum kendime.
Türkiye’nin içler acısı hâli malum.
Peki ya dünya? Dünyanın durumu?
Koca bir hapishaneye kısılmışım gibi hissediyorum.
Kaçacak 'temiz' bir yer bulmak imkânsız, sadece düşünüp "en azından oraya göç ederim" diyebilecek bir yer kalmayacak gibi görünüyor.
Etrafa bakıyorum, kendim gibi bir avuç insan var yok.
Onun dışında kalanlar sadece endişe veriyor bana.
Koronavirüs falan diyorlar ya, boş verin o işleri. Esas bu salgın tüm insanlığı ele geçirmiş, üstelik öldürmüyor süründürüyor!
İskelelerden botla karaya yanaşmaya çalışan insanlara "kışt kışt" dedirtiyor.
Aynı virüs yüzme bilmeyen yüzlerce insanın botunu batırtmaya çalışıyor.
Hiçbir şey yapamazsa minnacık bebeklerin üzerine gaz sıktırtıyor.
"Kapıları açtık görün bakalım gününüzü" diye bir nevi haşere muamelesi yaptırtabiliyor insanlara, gittikleri yerde gördükleri zulmü "Avrupa'nın gerçek yüzü" diye sayfa sayfa yayınlatıp siyasi çalışma yaptırtabiliyor, pazarlık konusu yaptırtabiliyor insan hayatlarını.
Üstelik bunu mağdur insanları kullanarak, onları ölüme, sefalete terk ettirerek yaptırtıyor.
Uzun zamandır evsiz, uzun zamandır aç, uzun zamandır yokluk içinde olan insanlara bir de bu oyunu oynattırıyor.
Savaşın travmasını sırtlanmış yaşamaya çalışan insanlara... Öyle felaket bir virüs yani bu insanları ele geçiren.
Ve maalesef tedavisi de yok.
Aşısının bulunma şansı da yok.
Hiç umut yok yani insanlık adına.
Benim inancım da yok doğrusu.
Bir gün sınırların önemini yitireceği, insanların sadece insan olma özelliğinden dolayı birbirini eşit kabul edeceği bir dünya falan olmayacak.
Aksine herkes birbirinden daha da nefret edecek.
Ülkelerin politikaları da bu durumu harladıkça harlayacak, çünkü faşist düşünce satacak!
Çünkü radikal milliyetçilik, çünkü düşman söylemi revaçta olacak!
Açıkçası ben savaş karşıtı bir insanım.
Son nefesime kadar da 'barış çığırtkanı' olmaya yemin etmiş biriyim.
Zorunlu askerliğe de karşıyım.
Silaha tahammülüm yok.
Şiddetin olduğu yerden büyük ihtimalle kaçarım.
Yani potansiyel bir mülteciyim.
"Kokuyor bu!"
"Savaşı bırakıp kaçmış bu!"
"Başımıza bela bu!"
"Hastalık getirdi bu!"
"Kara bu kara!"
Denecek… Ve ölüme terk edilecek, dövülecek, aç bırakılacak, hor görüleceklerdenim.
Çoğunuz da öylesiniz bence.
Sadece dürüst değilsiniz!