23 Temmuz 2021

Sen de başkalarının 'Arabı'sın, oradan bak ülkendeki mültecileri nasıl gördüğünü anlarsın!

Sonuçta Türkiyelisin, Arabistanlısın, Yunanistanlısın, neysen nesin; iş dönüp dolaşıp senin de birilerinin ‘Arabı', birilerinin ‘siyahı’, birilerinin ‘istenmeyeni’ olmana dönüşmüyor mu hep sonunda? E bu deneyime sahipsen, en basitinden bir benzerini de başkalarının yaşamasını istememen gerekmez mi güzel kardeşim?

Şüphesiz ki son günlerin konu-komşu, eş-dost, akraba adına utanç başlığı ‘mülteciler' oldu.
Bayram arifesinde oturmuş insan insan konuşuyorduk, ne zaman konu  mültecilere döndü de bizler yüz yüze bakamayacak hale geldik.
Abartma, biz Kürt meselesinden alışığız bu duruma” diyeceksiniz ama tam olarak öyle değil.
Türkiye'de belli bir kültür seviyesinin üzerine çıkmış insanlarda ırkçılığı açık etmeme hali hakimdir.
Evet ırkçılık, kökencilik, kökçülük, renk-aidiyet-etnik vurgulu milliyetçilik ve kendi temsiliyetini tüm bu ‘özellikler' nedeniyle üstün konumlandırmak memleketin kimi solcularının bile kurtulamadığı çocukluk hastalığıdır. Evet tabii  ki buna itirazım yok ama ilavem var; entelektüel seviye arttıkça büyük oranda  gizlenir, gizlenmesi gerektiği bilinir en azından bu hastalıklı düşüncelerin…

Yani mesela konu Kürtler ve özgürlükleri üzerine bir tartışma ise karşınızdaki ‘gelişmiş zihin'  dudaklarının içini ısırmak zorunda kalsa dahi çok yükselemez, bir yerden sonra susar, gerçek görüşlerini dile getirmez.
O konuyu  ustalıkla atlamayı öğrenmiştir bir şekilde.

Ama  mülteciler, özellikle de Suriyeliler, yani ‘Pis Araplar' mevzu olunca bir anda tüm gerçek düşünceleri, en acımasız dilekleri eşliğinde ifşa olur, ‘öğrenilmiş fren' boşalır…
Kendini toplumun kültürlü, bilinçli kesiminden sayanlar soğuk kanlılığını kaybeder.
Hiç utanmazlar ortaya saçtıkları düşüncelerden.
Hiç çekinmezler, bir insanlık ayıbına imza atmaktan.
İhtiyaç dahi duymazlar kendilerini frenlemeye.
Oysa ‘kültür' dedikleri önce insanlık ister!
Bunlar; "Neredeyse biz azınlık olacağız" deyiverirler açıktan.
"Memleket Arabistan'a döndü..."
"Hayır bir de sürekli hamam böceği gibi ürüyorlar..."
Onları doyuracak para yok bu ülkede, olsa ‘kendi insanımızı' doyururuz önce!.."
Ucuz işçilik yaparak hem yerli işsizleri artırıyorlar hem de fiyat kırıyorlar..."
"Her türlü suça karıştılar, mafya desen onlarda, hırsızlık da cabası..."
Gidip başka ülkelerin başına bela olsunlar..."
Memleketinden, savaştan kaçan şerefsizdir. Her tür sıkıntıya müstahaktır.”

Bunlar ‘en popüler insanlık dışı yorumlar' arasından benim aklıma gelenler, siz kendi maruz kaldıklarınızı ilave edin altına…
İddiaya varım, bu sözleri söyleyenlerin en az bir akrabası veya yakın tanıdığı; kendi aidiyetleri yüzünden ‘kokmak', ‘pis olmak', ‘adap bilmemek' gibi ‘geriliklerle' aşağılanıp işçi olmak üzere gittikleri batı ülkelerinde bir dönem yok sayılmışlardır.
Yalan mı?
Yaşanmadı mı bunlar, hâlâ da yaşanmıyor mu? Daha dün gibi hatırlarda; Neo-Nazi'ler işi Solingen'lerde, Mölln'lerde Türkiyeli ailelerin kanını dökmeye kadar varmadı mı?
Çok yakın geçmişte bazı batılı ülkelerde Türkiyeli olmanın burada Suriyeli olmaktan çok büyük bir farkı var mıydı?
Tabii şöyle büyük bir farkı vardı; Suriyeliler sigortasız, güvencesiz ve çok daha az kazanarak, neredeyse ‘hayvan muamelesi' görerek çalıştırılıyor.
Evet sınırlar açıldı, savaş mağdurları geldi ama onlara adil, eşit bir yaşam sunulmadı, sunulamadı.
Ülkenin hemen her kesiminden kötü muamele görüyorlar.
Sahip çıkanları yok.
Köle oldular desek yeri.


İtirazları duyar gibiyim...
Aynı şey değil, mülteciler bu örneklerle beraber değerlendirilemez” diyecek olanlar var, biliyorum.
Evet kesinlikle haklı bir yan var, o da sen işçi olarak gidip kayıtlı, nispeten iyi kazanç sağlayarak döndün.
Yaşamın gittiğin ülke vatandaşlarıyla eşit orantıda garanti altındaydı.
Orda şartlar neyse o şartlarda yaşadın.
Evet onlar da önemli ölçüde seni ‘üstelik çok görgüsüzler' nitelemesiyle, 'kara kafalı Türk'  olarak görüyordu.
Ama ‘hayvan muamelesi' etmemişti.

Batıya işçi olarak göç eden ailelerin kendilerini kabul ettirene kadar kaç nesil, ne yaşadıklarını tahmin edersiniz, yakınlarınızda varsa sorun anlatsınlar.
90'larda  Almanya‘da faşist zihniyetlerce hazırlanan, Türkiyeli işçileri ve ailelerini kendi gözlerinden tasvir eden, nefret dolu  ‘ülkenize dönün' broşürlerini hatırlayalım mesela.
Sizleri ‘geldiğiniz yere göndermek' isteyenlerin başlattığı “Evlerinizi Türkiyelilere kiraya vermeyin...
Onları hiçbir şekilde içinize almayın, çocuklarınızın arkadaşlık etmesine müsaade etmeyin” kampanyalarını hatırlayın.
O ayıp değil miydi?
O rezalet değil miydi?
Onlar insanlık suçu değil miydi?
Peki bu nedir, şimdi senin yaptığın?
Sen oraya ailene daha iyi bir imkân vermeye , daha çok kazanmaya, daha iyi yaşamaya gitmiştin.
Bu insanlar da hayatta kalabilmek, ailelerini yaşatabilmek için mecburen burada ve doymaya çalışıyorlar.
Ona doyması için imkân sunmazsa sistem, yaşamak için her türlü mücadele etmek zorunda!
Aslında konunun sana değen bir ucu olmasa dahi sırf insanlık namına bu durumu yaratan sistemden hesap sormak zorundasın.
Dünya vatandaşı olarak senin de sorumlulukların var aslında!
Her şeyden önce 'insan' olana yaşatılanlar için tepkili olmalı ve devletlerden hesap sormalısın.
Yaşamı seninle eşit şartlarda tamamlama hakkı olan insanlara ‘mülteci' olmayı dayattığı için bu adaletsiz sistemin karşısında olmalısın.
Daha fazla para kazanmak için bitmeyen savaşlar üreten bu sisteme öfkeni değişim için mücadeleye yöneltmelisin.
Gerekirse kendi rahatından feragat edip bu gidişe dur diyen insanların arasında yerini almalısın.

Mesela ben bir tanıklık anlatayım. Antakya'dan sınırın hemen dibindeki memleketinden İstanbul'a göçeli daha 20 sene olmuş, belki biraz didiklese geçmişini kendisi veya akrabaları Arap çıkacak. Akraba çıkmasalar da akraba kadar yakınlar şüphesiz.

Âdetleri, yeme-içme kültürleri, toprakları, iklimleri o kadar yakın o kadar iç içe ki...
Ama Suriyeli mülteciler konusunda tahammülü sıfır noktasında “Gitsin kardeşim kendi ülkesinde yapsın ne yapacaksa” diyor.
Kendi' dediği kim, ‘kendi' dediği neresi Allah aşkınıza.
Adına sınır dedikleri dikenli bir tele bu kadar önem atfetmek niye?

Bahsettiğimiz konu, 'ha bin metre o tarafa yakın doğdun, ha bin metre bu tarafa'dan ibaret, bir aşamadan sonra!
Çok da abartmamalı kişi kendi doğduğu yeri.
Sonuçta Türkiyelisin, Arabistanlısın, Yunanistanlısın neysen nesin; iş dönüp dolaşıp senin de birilerinin ‘Arabı', birilerinin ‘siyahı', birilerinin ‘istenmeyeni' olmana dönüşmüyor mu hep sonunda?
Sen de birilerinin görece ‘daha medeniyetsiz'i değil misin?
E bu deneyime sahipsen, en basitinden bir benzerini de başkalarının yaşamasını istememen gerekmez mi güzel kardeşim?

Sınır dediğin...
Irk dediğin...
Renk dediğin...
Soy dediğin de nedir ki sonuçta?..
Sonuçta, hepimizin herkesin mücadelesi tek değil midir?
En azından tek olmalıdır, değil mi?
Hâlâ oldurulamadıysa bu ‘birlik hali' bunu oldurmaya vakfetmelisin hayatını mültecilere bela okumayı kesip.

Sonuç nettir, sarihtir, ortadadır;
Ya hep beraber yaşamayı başaracağız bu dünyada. Ya hep beraber doyup, hep beraber iyileşeceğiz…  Ya da hep beraber geberip gideceğiz… Öyle çok da seçenek yok masada anlayacağın.

Benim sınırım”, “benim ülkem”, “benim insanım”, “benim bayrağım” diye bakmayı öğrettiler sana biliyorum ama artık tamam, meselenin özünü anlamakta, yakalamakta çok geç kalıyorsun, hepimiz aynıyız işte günün sonunda…

Anlatıyordunuz, yazıyordunuz, konuşuyordunuz yayınlarda ; hani bu salgın belasıyla anlamıştık ki  hepimiz aynıyız, dünya tek ve bir, sınır mınır hikâye.
Hani anlamıştık bir ülke insanı, sadece bir ülke insanı kaybederse tüm dünya kaybeder.
E bu ne şimdi o halde?
Açıkça “Ben yaşayayım onlar ölsün” diyorsun...
Üç ekmek varsa üçünü de ben yiyeyim, benim beğendiklerim, sevdiklerim yesin” diyorsun,
Çünkü ben daha yüksek bir milletim” diyorsun.
E tamam, bir sonraki durakta da seni indirecekler o zaman.
Çünkü onlar da senin için aynısını düşünüyor!
Ben ondan üstünüm” diyor.
Biliyorsun, öyle…
Maalesef öyle…
Dünyanın yağmalanarak hızla tükenen kaynakları seni de o pozisyona getirecek, mutlaka getirecek, göreceksin.
Ve senin bugün yaratamadığın bir aradalık, o gün de kendini daha yüksek görenlerin kalkıp “Önce bizim doymamız önemli”  diyebilmesine sebep olacak.

Olacak bunlar….
Maalesef olacak…
O gün de belki sen çocuğun doysun diye neler yapabileceğinin sınırlarını deneyimliyor olacaksın.
Sen hayatta kalmaya çalışırken “Gitsin başkalarının başına bela olsunlar” diyen insanlık bakalım o gün, o gözle size nasıl görünecek?

Bakalım insan evladı, komşusu açken; misal Bağcılar'ın, Başakşehir'in, Beyoğlu'nun, Samandağ'ın, Antakya'nın, Reyhanlı'nın sokaklarında çoluk çocuk açıktayken sözüm ona ‘üstün olmanın' huzuru içinde yaşayamayacağını ne zaman öğrenecek?..

Yazarın Diğer Yazıları

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!