Bilmem kaçınız bazı bazı cemaat yurtlarından, Kuran kurslarından, derneklerden, tarikatlardan gelen taciz, tecavüz, dolandırıcılık, yardım için toplananı zimmete geçirme haberlerine şaşırıyor hâlâ.
Kendimi bildim bileli memleket, din maskesini takıp milleti kandıranlar konusunda oldukça bereketliydi.
Daha da kötüsü bu alanda uzmanlaşmış isimler -çoğu lider, şeyh vb. gibi anılan- devletle de yakın ilişkiler kurup "kareler"e girer, kendilerini bir nevi "devlet/siyaset zırhı"na büründürür, onaylatır ve "işlerini" daha kuvvetli bir yerden görürlerdi.
İrili ufaklı örnekler çok olmakla birlikte çoğu unutulmaz kıldı kendini.
Adnan Hocalar…
Fethullah Gülenler falan…
Şükür, hiç boş bırakmadılar memleketin kendine bir "inanç kapısı" arayan garibanının yakasını.
Kimi seks cemaati kurdu...
Kimi sömürü...
Kimi derin devlet…
Ama özetle tek bir şey olmadılar, olamadılar; o da dillerinden düşürmedikleri tasavvuf ehli olmaktı.
Her birinin yaşam süresi oldu.
Kimisinin ipi gözlerimizin önünde çekildi, ortaya çıkan kirli çamaşırlar da kronolojiye/konjonktüre uygun saçıldı.
Kiminin ayağı nereye takıldı bilmedik ama saçılan rezillikleriyle anladık yaşam sürelerinin sonuna gelindiğini.
Ayaklar tökezlediği anda "sözde" takısını aldılar yıllardır saygıyla anıldıkları çevrelerden…
Son günlerde yine gündemimizde "sözde" bir "şeyh" var!
20 yılı aşkın süredir Uşşakî tarikatının lideri olarak kamuoyunda yer alan Fatih Nurullah kod adlı kişi.
Geçmişte iktidarıyla, muhalefetiyle yan yana ve sık sık görünen bir isim.
O günlerde "sözde" olmayan liderliğiyle AK Parti'si ayrı, CHP'si’ ayrı çaldığı her kapı bir şekilde açılan; belediye başkanları ayrı, bakanlar ayrı "saygıda kusur edilmeyen" biri. Bu şahıs sık sık medyada da gündem olan biri aynı zamanda…
Son olarak çocukları taciz ettiği tespit edilerek tutuklandı ve daha önceki konumu sebebiyle de tartışılmaya başlandı.
Hem kendini din işlerine adamış, kendini insanlara şeyh olarak kabul ettirmiş, koşulsuz güvenlerini kazanmış birinin tacize yeltenmesi hem de bu insanlık suçunu işleyebilen birinin "yükseklere yakınlığı" cevap bekleyen sorular yarattı, tartışmalar alevlendi.
Mağdur çocuğun mürid babası "şeyh"in kendisine olayı itiraf ettiği ses kayıtlarını kullanmaması karşılığında "Hazreti Ebubekir olmak" ve 50 milyon TL teklif ettiğini açıkladı.
Belki "halifelik teklifi" karşısında gülmek mümkündü ama 50 milyon liranın tek seferde bir şeyhin cebinden -üstelikte bugünün Türkiye’sinde- çıkabilecek olması hiç komik değildi.
Sonuçta teklif kabul edilmeyip "şeyh" tutuklanınca mağdur aileye tarikatın müridi olduğu iddia edilenlerce ölüm tehditleri yağmaya başlamış. Aile dev bir polis kadrosuyla koruma altına alınmış. Yani karşımızda; felaket karanlık bir yapı daha...
Eş zamanlı olarak televizyon kanallarında da "başka şeyhler" konuk olarak ağırlanmaya ve bu "sözde şeyh"in zaten ilk andan beri sadece bir "sözde şeyh" ve bir dolandırıcı olmaktan öteye gitmediği, İslam konusunda da yeterli olmayacağı anlatıp durulmaya başladı.
Uşşakî tarikatından gelen "Bu zatın bizimle alakası yoktur, liderimiz değildir" açıklamaları, şeyh’in "sözde şeyh" oluşunun tasdiklenişi olmuştu.
Oysa biraz önce de dediğim gibi, kişinin ilk "gündem" oluşu değildi.
Mesela...
Daha önce Alevileri hedef almıştı...
CHP’nin "Adalet Yürüyüşü"nü kastederek "Özellikle Alevi arkadaşlar bu kardeşlik ortamının sürmesini istiyorsa otursunlar evlerinde" demiş ve çok tartışılmıştı. Ama o günlerde ne bir itiraz edeni, ne de "Bu adam bizim liderimiz değildir" diyeni duyduk.
Yine aynı şekilde bir başka tartışmalı açıklaması da...
"Türkiye Cumhuriyeti son bulmuştur ve İkinci Osmanlı kurulmaktadır. Tayyip Bey de birinci padişahımız olacaktır" sözleriydi. Ve o günlerde bu açıklama üzerine çıkan tartışmaların arasında tek bir "sözde şeyh" beyanında bulunan kişi yoktu. Aksine aklımızda kalan intiba, her tartışmalı açıklaması ait olduğu kesim tarafından sahiplenildiği yönünde olmuştu.
Yine aynı "sözde şeyh" Cumhurbaşkanı düzeyindeki "cami açılışlarında" bulunmuş, kimse de kalkıp "Aman efendim ne yapıyorsunuz, bu tam bir sahtekârdır" dememiş… Ve bu şahsın ortalıkta "şeyh" olarak gezmesine göz yumulmuş, yıllardır da en üst düzeyde politikacılarla verdiği samimi pozlar sonucu gelecekte mağdur-mürid olacak vatandaşlara "Bu adama güvenebilirsin" mesajı verilmişti.
Tıpkı diğerlerinde olduğu gibi...
Sonuç yine yüzlerce mağdur...
Sonuç yine inançları kullanılarak neye alet olduğunu bilmeden kullanılmış insanlar...
Sonuç yine tonla ahlaksızlık, hesabı sorulamayacak haksızlıklar…
Tüm deneyimlerimiz sonucu yaşadıklarımızı alt alta koyduğumda "şeyh"in tacizine maruz kalan o çocuk gibi daha fazla çocuk olduğunu tahmin dahi edemiyorum ama bu mağduriyetlerin hesabının kimlerden sorulması gerektiğini gayet net görebiliyorum.
Diğer yandan da bu çağda hâlâ kendine bir "şeyh" arayan ve "İşte o benim" diyene aldanıp peşinden sürüklenen, mağduriyetin en büyüğünü kendine yaşatanlara da Nâzım'ın lisanıyla, "Kabahat senin, -demeğe de dilim varmıyor ama- kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!" demek istiyorum.