28 Ocak 2020

Sanıyorum 'çatlasak da patlasak da' hesabını soramayacağız

Kendinizden kaçmadan şu sorunun cevabını verebilir misiniz; özgür müyüz biz?

Evet kabul ediyorum, dünya bir dar boğazdan geçiyor.

Evet kabul ediyorum, tüm insanlık yozlaşmanın etkilerini yaşıyor.

Evet kabul ediyorum, tüm dünyanın başı siyasetçilerle dertte.

Evet kabul ediyorum, tüm dünyaya yeni politikalar lazım.

Ama işte toprak, bulunduğun coğrafya, kültür, alışkanlıklar, geçmiş, dna'lar falan devreye girince Türkiye çok daha zor şartlarda geçiriyor bu dönüşüm yıllarını.

Dönüşümün sonunda da ne olacağı belli değil hani, belki insanlığın, hatta dünyanın sonuna doğru giden o yolun bir yerlerindeyiz.

Her gün bir felaket haberiyle, her gün bir kayıpla, her gün en azından yaşamsal endişeye neden olacak bir unsurla devam ediyoruz hayata.

Teknolojik olarak, kurulum olarak, imkân ve mentalite olarak çağın çok çok da gerisindeyiz üstelik.

Güncel siyasi olayların, gündelik skandalların içinde bir batıyoruz bir çıkıyoruz. Kafayı kaldırıp da ne olup bittiğini anlamaya fırsat bile olmuyor çoğu zaman, fırtına gibi yaşıyor ve atlatıyoruz bir başka memleketin yıllarca etkisinden kurtulamayacağı olayları.

Sadece geçmiş beş sene içinde memlekette yaşananları alt alta koymak bile nefes keser, o derece...

Biliyorsunuz Elazığ'da meydana gelen deprem tüm memleketi derinden sarstı.

Can kaybı vardı, evet büyük mağduriyetler vardı, arama kurtarma çalışmalarının yetersiz kaldığı anlara tanık oluyorduk.

Ama en önemlisi de tüm memleketin travması, tüm memleketin zayıf karnıydı deprem.

Nadir şehirler dışında neredeyse tüm ülke deprem bölgesiydi ve geçmişimiz çok kayıplı, çok hasarlı depremlerle doluydu.

Yani deprem haberi tüm yurtta paniğe neden oldu.

Panik sorgulamayı, sorgulamalar da çıkmaz bir sarmalı doğurdu…

Yıl 2020 olduğunda, deprem önlemleri konusunda çağın sağladığı güvencelere sahip olmak istemek hepimizin hakkıydı. Hakkıydı tabii…

Ama bizim hayal ettiğimiz hak ve yaşananlar arasında yine bir uçurum vardı. Deprem olduktan sonra 3 gün içinde yaşadıklarımıza beraber bakalım isterim. Bakalım ki yine bir hayaller ve gerçekler yazısı daha ortaya koyalım!

- Depremde un ufak olan binalar, yetişmeyen yardımlar ve mağdur olan vatandaş hakkında olumsuz tweet atmak 'yasaklandı!' Yasağa uymayanlar, haklarında açılan soruşturmalarla baş başa kaldı.

- Sosyal medya paylaşımları dolayısıyla gözaltına alınanlar oldu. (Gaziantep)

- Hepimiz deprem vergisi ödüyoruz malum, "bu vergiler nereye gidiyor" sorusu birinci dereceden "vatan hainliği" ilan edildi. Soran linci yedi!

- Alınmayan önlemler nedeniyle iktidarı eleştirmek "Allah'ın işine siyaseti karıştırmak" sayıldı.

- Bakan düzeyinde açıklamalar yapıldı; "Her şeyi devletten beklemeyin. Kendi tedbirinizi kendiniz alın" dendi. (Fatih Dönmez)

- Bakan düzeyinde açıklama yapıldı; "Türkiye'nin deprem konusundaki yeterliliğini tartışmaya açmak insanlık dışıdır" dendi. (Süleyman Soylu)

- Cumhurbaşkanı düzeyinde açıklama yapıldı; hükümete eleştirilere cevaben "Depremi durdurma şansımız var mı" diye soruldu.

- Adı yandaşlıkla anılan televizyon kanallarında yayınlar yapıldı. Göçükten çıkartılan insanlara "Mutlusunuz ama değil mi? Devletin sağladıklarından memnunsunuz?" diye soruldu ve muhabirler çadırlarda yaşanan "mutluluk tablosu"nu göstermek için çalıştılar.

- Deprem haberi memleketi kasıp kavururken Google'da en çok aranan kelimeler "Elazığ Kürt mü?" oldu.

- RTÜK depremle alakalı yapılan haber ve yayınları takibe aldı.

- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı deprem içerikli bazı sosyal medya paylaşımları hakkında soruşturma başlattı.

- Enkazda kalan bir kadına yine orada bulunan bir Suriyeli olan Mahmoud Abdel Basset Al Othmam adlı gencin yardım etmesi tüm ülkeyi şaşkına çevirdi. Neredeyse "Aa Suriyeliler de insanmış" haberleri yapıldı, Suriyeli gencin enkazı kazmak için kullandığı ellerinin fotoğrafları yayımlandı (Şaka değil)!

- Ülkede ne yaşanırsa yaşansın -yas veya neşenin hakim olduğu- para toplama yayınlarını gönüllü üstlenen Acun Ilıcalı yine ekranlardaydı. Ve "rekor düzeyde yardım" toplamıştı.

Kızılay ise depremden 15 dakika sonra cep telefonlarına para yardımı kampanyası mesajı atmıştı.

Demet Akalın gibi bazı ünlülerin bölgeye gönderdiği yardım paketleri haberleri de bültenlerde yerini almıştı.

Eş zamanlı olarak HDP'li Ergani Belediyesi'nin gönderdiği iki kamyon yardım malzemesi "HDP'den gelmesi" gerekçesiyle Elazığ Valiliği'nce geri çevrildi.

- Cem Yılmaz gibi bazı ünlü isimler depremden hemen sonra üzüntülerini dile getiren paylaşımlar yapmadıkları için sosyal medyada ve bazı "magazin yayınları"nda linç edildi, "vatan haini" statüsü imaları yine sahnedeydi.

- Taraflı yayıncılığın örnekleri deprem dolayısıyla bir bir saçıldı ortalığa. Birçok gazetede "deprem vergileri ne oldu" başlığı altında toplanan "parodiler" yayınlamdı. Haberlere göre 110 milyar liraya 80 bin 321 bin konut yapılmıştı yani tek bir dairenin devlete maliyeti 1,36 milyon TL idi.

Aynı gazetele, iktidar partisi döneminde memleketin gördüğü depremler ve o bölgelerde yapılan inşaatları da sayfa sayfa yayımladılar. 

- Muhalif görüşlü azınlık, depremin öncesinde ve hemen ardından "Kanal İstanbul meselesi"nin inşaat sürecinin de İstanbul depremini tetikleme ihtimalinden söz eden uzmanlardan alıntılar yapılarak konuyu tekrar tartışmaya açtı. Bu duruma kızan Süleyman Soylu yeni bir açıklama yaptı "Çatlasalar da patlasalar da Kanal İstanbul'u yapacağız."

- Bölgeden haber yapan Serdar Akinan, "AFAD ekibi bölgeye Cumhurbaşkanı'nın geldiğini öğrenince göçük altından çıkartacağı kişiyi bir süre bekletti ki Tayyip Erdoğan oraya geldiği an çıkartılsın ve yanına götürülsün diye" dedi. "Bizzat gördüm, tanığım, AFAD Daire Başkanı'nın 'gönderin' komutu beklendi" diye ekledi. Elazığ Valiliği, Akinan hakkında suç duyurusunda bulundu.

- Depremden sonra Siirt Hassa Hatun Kız Yurdu'nun duvarlarında çatlaklar oluştu. Yöneticiler yurdu boşaltmayınca öğrenciler çatlakları sosyal medyada yayınladı. Bu yayınlar üzerine yurtta anons yapıldı "Bu konuyu kim ki sosyal medyada konu eder yurttan atılır, burs ve kredileri kesilir" dendi.

- Arama kurtarma timlerinin hayat kurtaran köpekleri sanıyorum deprem haberlerinin en ilgi görenleri oldu. Bu haberlere hayvan severler "Dövdünüz, öldürdünüz, açlığa terk ettiniz ama bakın insanlara yardım ediyorlar" noktasından baktılar. Memlekette her tür canlıya yapılanlara bakınca haksız da sayılmazlar ama şunu atlamamak lazım, deprem vergisini sormak yasaksa, "depreme siyaset bulaştırmak" yasaksa, tuzla buz olan binaların izini sürmek yasaksa bu arkadaşlar neyin haberini yapacak, değil mi?

- Yine yandaş "tartışma programları" düzenlendi ve yayında konuğun "Her şeyin temeli yoksulluk ve yolsuzluğa bağlanıyor" demesinin üzerine panikleyen sunucunun "Lütfen konunun siyasi boyutuna girmeyelim" demesi deprem haberciliğinde geldiğimiz ve geleceğimiz hâllerin sağlaması niteliğindeydi.

- Memleketin başı siyasi partilerin cemaatlerle ilişkisi konusunda dertten kurtulmasa da, cemaatsiz olmuyor sevgili okur. Deprem bölgesi cemaatlerin de ziyaretine ev sahipliği yaptı. Okundu üflendi bölge. Evelallah!

Yazıyı yazdığım saat itibarı ile Elazığ depreminde hayatını kaybedenlerin sayısı 41'di, umarım artış olmaz.

41 kişinin hayatını kaybettiği, insanların evsiz kaldığı, binlerin üzerinde vatandaşın yaralandığı bu doğal afet uzun zamandır beklenen, geleceği bilinen bir afetti efendim. Sürpriz yok yani. Ben kendisini uzun süredir dikkatle takip ediyorum, sanırım birçok insan da ondan bilgi alıyor; Prof. Naci Görür hocadan söz ediyorum. Kendisinin daha birkaç ay önce yaptığı ve Elazığ özelindeki depremi noktasına kadar içeren uyarıları, çalışmaları dikkate alınmamıştı.

Şimdi Süleyman Soylu "İstanbul'da 7,5'lik bir deprem senaryosuna çalışıyoruz" diyor. Çok sevindirici bir haber çalışmaya başlamış olmaları tabii, duyduğuma memnun oldum da bir İstanbul sakini olarak bu çalışmalara hiç rastlamadım. Sadece kendi oturduğum bölgenin toplanma alanının durumu bile tartışmaya açık. Ama insan bu tabloya bakınca, "Depremde ölmez de sağ kalırsak ya dayak yeriz, ya dava ediliriz ya da 'görüş ayrılığından' sebep bize yardım edilmez" diye düşünüyor ister istemez. 
Şu yaşananlara bakın Allah aşkına, vatandaşın hakkını araması, kendi seçtiği siyasetçilerden hesap sorma hakkı ne hale getirildi. Sanki bize vatandaşlık hakkını onlar vermiş, bizi oylarıyla vatandaşlığa seçmiş ve bundan sonraki hâl ve davranışlarımıza göre vatandaşlığımızın devam edip etmeyeceğine oylarıyla karar verecekmiş gibi bir üst perdeden bize 'höt' diyorlar…

"Özgürlük" kavramını unutan vatandaş lütfen uyanın, her şeyin en iyisini sunmak için yarışan siyasetçileri oylarımızla biz seçiyoruz.

Ve tek görevleri bizi mutlu, huzurlu kılmak. Yaşamlarımızı kolaylaştırmak, güvenliğimizi sağlamak gibi şeyler.

Yani onlardan beklenen hizmetin özeti bu!

Bekleyen biziz, biz!

Seçen biziz, biz!

Biz ölmemek için önlemler filan almayacağız, onlar bizim yaşamamız için çalışacak.

Ortada bir ihmal varsa da biz hesap soracağız siyasetçiden.

Siyasetçi bizden hesap sormayacak!

Konuşulmasını istiyorsak konuşulacak! 

Ne istediğimize sadece biz karar verebiliriz.

Özgürlük bunu gerektirir.

Ha, konuşamıyorsak, o halde önce şu sorunun cevabını kendimizden de kaçmadan vermeliyiz; özgür müyüz biz?

Yazarın Diğer Yazıları

Nerede o eski savaş muhabirleri!

Suriye’de yaşanan savaşta Türkiye ilk günden beri aktif rol oynuyor. Ve bizim neredeyse hemen hiç savaş muhabirimiz yok!

Olası barış sürecine nasıl destek olabiliriz?

Bilmediğimiz, anlamadığımız, doğrulatamadığımız, muhatapların da anlamaya çalıştığı, belirsiz, ‘ağır çekim’ bir süreçteyiz. Evet barıştan yanayız, aksi düşünülemez bile. Ancak bu koşullarda ve bu aşamada barış için verebileceğimiz tek destek, sadece sessizce izlemek olacaktır…

Yoksa sen de bir kadın düşmanı mısın?

Kadına şiddeti kınamak için eylem yapan kadınlara devlet eliyle yine şiddet uygulandı. Bunlar yaşanırken sokaklarda eyleme katılan kadınlara hırsla saldıran sivil erkekler de vardı… Soruna “ama’lı, fakat’lı” yaklaşan her kim olursa olsun, onu derhal yaptığı kadın düşmanlığıyla yüzleştirmeniz gerekir

"
"