Deprem bölgesine Cumhurbaşkanı ve konvoyunun girişi memleketin içinde bulunduğu durumun özeti gibiydi.
Gerçeklik algısı önemlidir.
Kaybetmeye gelmez!
Hele kaybeden karar mekanizmasıysa, kimsenin cesareti tedavi önermeye de yetmeyince bizim yaşadığımız koşullar arasında yaşama tutunmaya çalışır durur insanlar.
İzmir depremi hepimizi çok korkuttu ve çok üzdü.
Korkuttu, çünkü ülkenin dört bir yanı için çok daha şiddetli depremler beklemekteydi uzmanlar ve tek bir önlem yoktu alınan.
Korkuttu, çünkü "Denizden kum çektik, öyle yaptık inşaatları, o gün öyle yapılıyordu bu iş" diye kendini savunan müteahhitlerle dolu memleket.
Üzüldük, çünkü sırf birileri zengin olsun, cebi dolsun diye yapılan çürük yapılar...
Sırf birilerinin işi görülsün diye kesilen kolonlar...
Sırf birilerinin arazisi değerlensin diye verilen imar / iskân izinleri, yapılan konutlar...
Çoluğa çocuğa mezar oldu yine.
Çağımızda tüm risk parametrelerini ortaya döküp ona göre, hayatı ve güvenliği ön planda tutarak inşaat yapmak ve izinleri de bu doğrultuda verme imkânı varken...
Bunu yapmayıp...
Sırf para kazanmak için cinayet işleyenlerin ve sırf o kazanılan paradan birazını cebe indirmek için bu cinayete izin verenlerin kıyımını izliyoruz günlerdir.
İzmir'de tam bir trajedi yaşandı.
Bizler de anbean izledik.
Yaşamlarımızın nasıl da değersizce harcandığını bir kere daha hatırladık.
"Sıradaki biz olacağız" dedik içimizden.
Bu sistem karşısında yoktu kimsenin birbirinden bir farkı, artık bunu çok iyi biliyorduk.
Onlarca saat sonra göçük altında sevdiklerini bırakarak çıkarılan çocuklar…
Kim bilir yaşamlarının devamında ne acılar yaşayacaklar.
Onlarca saat susuz kalan küçücük bedenler ne gibi sağlık sorunları yaşayacak.
Depremin öncesi için tek bir hamle yapmayan devlet olası kalıcı hasarlar konusunda nasıl bir sistem kuracak bakalım.
Ve kalıcı hasarı olacak insanların yaşamını nasıl bir sistemle kolaylaştıracak.
Bu işin bir de travmatik yanı var. Tüm depremzedeleri etkileyecek korkunçlukta deneyimler…
Oturduğumuz yerde bir dakikalık hayali canlandırmayla nefessiz kaldığımız travmalar.
Tamamen kendi ihmallerinden kararan bu hayatlara nasıl bir 'özür' formülü, nasıl bir hata tazminatı düşünüyorlar acaba…
Ya da hiçbir şey yapmadan, sadece bir geçmiş olsun, 'kader, Allah'ın takdiri' minvalinde yapılan telefon konuşmalarıyla mı sınırlı kalınacak.
Açıkçası 2020 yılında hâlâ tekerlekli sandalyeyi, engellileri bile yaşamın bir parçası olarak görmeyip, kentleşme perspektifine yerleştiremeyen sistemden beklentim oldukça düşük.
Yani kişisel kanaatime göre vatandaşını depremlerden dahi korumaya tenezzül etmeyen devlet, depremden sonra da kollamayacaktır…
Çok yakın bir tarihte beklenen İstanbul depreminde daha da fazlası olacak.
Ölmezsek yine biz ölenlere üzüleceğiz.
Ölürsek kalanlar bize üzülecek.
Evsiz kalmazsak evimizi paylaşacağız.
Evsiz kalırsak birinin evine sığınacağız.
Aç değilsek yemeğimizi paylaşacağız veya biri elimizden tutup ekmeğini paylaşacak.
Gücü olan arama kurtarmaya katılacak.
Kimimiz hayvanların canını üstlenecek.
Kıyafet yollayacağız, ilaç bulacağız. Tıpkı İzmir'de olduğu gibi mutlaka yine dayanışacağız.
Yine yasımız ortak olacak, tıpkı geçtiğimiz yıllarda Van'da, tıpkı geçtiğimiz yıllarda Adapazarı'nda olduğu gibi…
Ve bizler bir yardımlaşma, bir yaşatma zinciri kurmuş kan ter içinde koştururken, üzüntüden nefes alamayacak hale gelmişken kadraja bangır bangır müzikler, sirenler çalıp çakarlar yakarak resmi araçlardan oluşan uzun bir konvoy girecek.
Siyah gözlüklü koca adamların korumasında...
"Devlet büyükleri deprem bölgesini ziyarete geldi' olacak adı. Haydi eller havaya, alkışlarla "en büyük adam geldi" diyecek şarkının sözleri özetle…
Bizler yine yorgun, yine kızgın, yine hakkımız yenmiş, yine kaybetmiş, yine üzülmüş, yine ölmüş ve bölünmüş olacağız.
O ziyarete de kızacağız.
Daha sonra yapılan açıklamalara da.
Deprem vergilerimizin nereye gittiğini sorma hakkımızın dahi olmamasına kızacağız.
Bu çağda göçük altında kalarak ölmemize izin verenlerce yönetilmeye kızacağız, "yazık bize" diyeceğiz.
Oysa tek hesap sorulacak adres o konvoy olacak.
Ve biz o hesabı sormayı ıskalayacağız.
Önümüzden saygısızca geçen, metaneti, yası bile düşünmeyecek kadar meseleye yabancılaşmış, gerçeklik algısından kopmuş bir konvoy.
İşte o konvoya dur demedikten sonra...
"Yeter" demedikten sonra...
Maddi - manevi tüm kayıplarımızın hesabını sormadıktan...
Hakkımızı aramadıktan sonra…
Bu kurban psikolojisiyle devam edersek ...
Biz bu filmi daha defaatle yaşayıp duracağız maalesef...