Evet farkındayım...
Artık daha çok karşımıza çıkıyor "bu virüs ortamını fırsata çevirdiklerini..." düşünenler.
Neredeyse sadece HES kodlarımızla ilgililer.
Onun dışında kim hangi mecburiyetleri dolayısıyla risk altındaymış, umurlarında değil gibi.
Kısıtlamaları yeterli bulmayan vatandaşa "Hastalıktan korunmak için bu sene evlerinizde yılbaşı kutlamayın" diyorlar.
"Salgını ancak böyle kontrol altına alabiliriz" diyorlar.
Tutarlı düzenlemeler yapmıyor, vatandaşı devlet güvencesiyle korumaya almıyorlar.
Mesela;
dizi setleri aktif, televizyon çekimleri yasaklardan muaf.
Şehirler arası seyahatler serbest
Ama konserler, sahne sanatları iptal, akşam saatinde olabilecek tüm müzikli-müziksiz faaliyetler yasak.
Adeta ideal toplum bu olsa gerek!
İdeal derken bizim idealimiz değil muhakkak!
İdeal bir toplumun sanattan, müzikten uzak olması gerektiğini düşünebilecek bir zihinden söz ediyoruz, şükür o çemberin dışındayız.
İyi de ne yapalım yani, bunca yıl komplo teorilerine pabuç bırakmadık tamam da mesele dönüp dolaşıp her fırsatta yaşam tarzlarımızın dizayn edilmesine, düşüncelerimizin baskılanmasına geldi oturdu.
Memlekette toplu taşımalar serbest, yüzlerce emekçinin bir arada çalışması sakıncalı değil ama akşam oldu mu herkes eve!
Korona alemciymiş, ondan. Yoksa başka bir niyet yok!
Neyse tabii işin farazi kısmını bırakır, elle tutulur gerçekliğine odaklanırsak canımız yanabilir.
Yanabilir derken, bizim, yani memlekette sadece bir avucu biraz daha geçen sayıda ve hâlâ hayattan beklentilerini özgürlükleri olarak tanımlayan kişilerden söz ediyorum.
Bir belgesel hazırlanmış. Şimdilik sadece birinci bölümü yayınlanan belgeselde müzik sektörünün Koronavirüs'ten aldığı yara anlatılıyor. "Ben İnsan Değil miyim? – Türkiye'de Müzisyen Olmak" adıyla internetten bulup izlemenizi öneririm.
Burada sık sık "Devlet nedir, ne için vardır ve hizmetleri ne olmalıdır - 101" yazıları yazıp duruyoruz, fakat kimin umurunda, değil mi?
Her geçen gün mağduriyetler çığ gibi büyümeye devam ediyor.
Sağlık sektöründen işçi sınıfına kadar tüm vatandaşlar mağdur.
Mağduriyetler de öyle böyle değil.
Mesele hayat memat meselesi, mesele açlık tokluk meselesi!
Ve evet ne yaparlarsa yapsınlar görmezden geliniyorlar.
Halktan yükselen haklı isyanlara tenezzül edilip cevap verilirse "hastalanırsan, ölürsen veya aç kalırsan takdiri ilahi" minvalinde oluyor o cevaplar, ki çoğu duymazdan geliniyor...
Sonuç net:
Devlet vatandaşını koruyup kollamıyor.
Kollamayı geçtim belli kesimleri tümden görmezden geliyor.
Bir de özellikle bu iktidar döneminde oldum olası yok sayılan sektörler var.
Yani kan kaybına Korona'dan çok daha önce başlamış olanlar.
Eğlence, müzik sektörü, sahne sanatları da en başlarında geliyor bu sektörlerin.
Bu sektörlerin insanları şu anda evinin kirasını, ısınacak yakıtı ödeyemediği gibi yiyecek yemek bulamıyor, desek abartmış olmayız maalesef.
Belgeselde Balık Ayhan "Evde zeytin yok" diye anlatıyor bu yokluk günlerini.
Müzisyenler Mart ayından bu yana işsiz. Darbukatöründen Dj'ine, rock gruplarından klasik müzik sanatçılarına kadar koca bir sektörden söz ediyoruz.
Çoğunun hiçbir güvencesi olmayan, hastalandığında sığınabileceği bir sigortası, emekliliği dahi olmayan müzisyenlerle dolu bir sektörden.
Oysa müzisyenlik tıpkı sanatın diğer dalları gibi nasıl da kıymetli bir varoluş biçimidir değil mi...
"Türkiye'de Müzisyen Olmak" belgeselini izlerken insan yasa giriyor resmen.
Müziksiz bir dünya, şüphesiz ki yaşaması çok daha zor bir dünya olacakken bu kıymetli sanatçıları açlığa terk etmek, affedilemez bir eylem.
Devlet açısından sanatçı olmalarının da bir önem taşımıyor olması gerekir aslında, yani sadece vatandaşları olması, insan olmaları dahi açlığa terk edilmelerini affedilmez kılıyor da ama işte…
Her mesleğin ustaları, çıraklarını "pes etmemek" üzerine bir algıyla donatır.
"Pes etme, mesleğine emek ver, yatırımlarını mesleğine yap ve en doğru biçimde icra etmeye devam et, muhakkak bir gün karşılığını alacaksın!"
Bu evrensel bir mottodur aynı zamanda.
Dünyanın her yerinde doktorundan çellocusuna, sporcusundan balerinine, gazetecisinden heykeltraşına hepimiz için üstlerimizden sıklıkla duyduğumuz tanıdık bir öğüttür.
Şimdi bakıyoruz doktorlar yıllarca bu öğüde bağlı kalmışlar, şimdi iş güvenliği talep ediyor, Koronavirüs'ün meslek hastalığı kapsamına alınmasını istiyorlar ama…
Müzisyenler belki de durumu en vahim emekçi gruplarından biri, varlıkları kabul dahi edilmiyor.
Memlekette müzisyen algısı bile değişti. Şimdilerde "müzisyenler" vasat sözlere vasat melodileri harmanlayıp rengârenk zevksiz, eciş bücüş markalara bürünen iktidar yalakalarından ibaret adeta.
Aslında koca bir müzik sektöründen söz ediyoruz.
Belki sadece müzisyenler diyoruz ama sahnenin arkasında yer alanları da unutmamak lazım.
Fotoğrafçısından, ışıkçısına, sesçisinden sahne malzemeleri kiralayanlara,
organizatörlere kadar uzanan dev bir sektör kan ağlıyor ve kimsenin umrunda değiller.
Oysa müzik sanattı, hatırladınız mı?
Sanat bir ülkenin can damarlarındandı, hatırladınız mı?
Üretmek kutsalımız olmalıydı…
Sanatı icra edenler de, üretenler de açlıktan ölsün mü diyorsunuz şimdi?
Hadi devlet diyor, peki ya bizler? Bizler ne diyoruz, esas önemli olan o?
Biz ne zaman ve hangi değerimize sahip çıkacağız, hangi düşen, yıkılan, yok olan kazanımlarımızın yeniden şahlanacağı bir düzenin mücadelesini vereceğiz?
Peki şöyle sorayım; evlatlarınız için hayal edeceğiniz doktorluk mesleğine bugün bakınca ne görüyorsunuz?
"Ah evladım keşke piyanist olsa" diyenler, şimdi de aynı dilekte bulunabiliyor mu?
Tüm değer yargılarımız alt üst oldu.
Değersiz, sanatsız, renksiz, müziksiz, düşünmeyen, sorgulayamayan, itiraz edemeyen, haklarından feragat etmiş bir toplum gündüz çalışsın, gece evde otursun…
İşte geldiğimiz halin özeti budur!