Kimse kusura bakmasın, bizler de lafları eğip bükmeden yazalım.
Konu Güneydoğu olunca…
Konu Kürtler olunca zaten içler acısı olan hâl, zaten yerlerde sürünen haklar, bu defa yerin yirmi kat dibine iniyor.
Evet eskiden 'Türk olmak' diye bir ayrıcalık vardı.
Şimdi iktidar yakını olmak dışında bir ayrıcalık kalmadı.
Hatta belki de bundandır, ezilmek pek çok zümrede 'ezileni anlama' yetisinin gelişimine de neden oldu.
Ama işte konu Kürtler ve yaşadıkları bölgeler olduğunda; 'ezilme', 'hakkı yenme', 'yok sayılma', 'haksızlığa uğrama' gibi tanımların önemi ortadan kayboluyor.
Neden mi?
Cevabı çok basit ve klişe.
Marmaris yanıyor, devlet ihmalleri söz konusu… Ülke yerinden oynuyor.
Dersim yanıyor, devlet ihmalleri söz konusu… Ülke yerinde oturuyor.
Birkaç 'marjinal' dışında konuyu mesele eden yok.
Bölgeyi ziyaret ederek olan biteni yerinde görmeye çabalayan tek 'tanınmış sima' Mehmet Fatih Maçoğlu… Oysa Marmaris yangınlarını söndürme çabaları adeta dizi seti gibiydi… Düşünün aradaki farkı!
Bölgeden konuştuğum kaynaklar Dersim bölgesinde yangının 17 Ağustos'ta başladığını ve halen büyüyerek devam etmekte olduğunu vurguluyor.
Yanan alanın 100 hektar olduğunu, bunu ölçümlerle ispatlayabileceklerini söylüyorlar.
İspat ihtiyacı da nereden çıktı diyenlere gelsin, resmi kaynaklardan gelen bilgiler, yangının üç-beş dönümlük bir alanda meydana geldiği ve kontrol altına alındığı yöndeydi.
Sonuç olarak…
Keçisi…
Kekliği…
Tavşanı…
Tilkisi…
Kuşu kurduyla…
Sürüngenleriyle dolu meşe ormanları cayır cayır yanıyor.
İçinde arıcılık yapılan, hayvanların da yaşadığı koca bir doğal alan.
Zarar tam kestirilemiyor bile!
Çünkü bölgeye giriş-çıkış ve tespit çalışması yapmak vali ve kaymakamlık kararıyla yasaklanmış durumda.
Orman yangınlarının bir kısmı 90'larda boşaltılan köyler ve civar karakollarının bulunduğu bölgeyi de kapsıyor.
Bölgeye yardıma gelen sivil halk ve özel arama kurtarma-söndürme işi yapanlara da izin verilmiyor. Gerekçe 'bölgenin hasasiyeti.'
Kimisi "Buralar çocukluğumuzdan beri yanar, biz birkaç tırmık müdahelesiyle söndürürüz. Fakat sivil desteği yasakladıkları için yangın büyüdükçe büyüdü diyor" diyor.
Kamu personelinden başkasının yangın söndürme çalışması yapmıyor oluşu, günlerdir süren yetersizlikle doğa katliamına dönüşüyor.
Ve yangını kimin çıkarmış olabileceğine dair aforizmalar uçurmak dışında bir şeyler yapana da pek rastlanamıyor.
Birçok yangında olduğu gibi elbette bu yangında da bir 'örgüt' iddiası var.
Ama diğer yandan da 'askeri operasyon' esnasında çıktığı iddiası da var.
Her neden çıktıysa önce söndürülmeli.
Devletin temel görevi bu yangını hızla söndürmek olmalı.
Sonra da fail ortaya çıkarılmalı.
Yine bölgeden konuştuğum insanlar diyor ki…
"En çok batıda bir yangın çıktığında vatandaş meseleyi ortak meselesi sayıyor, beraberce faillerin bulunmasını talep ediyor.
Ama yangın doğudaysa kimsenin pek umrunda olmuyor.
Burada yanan can can değil mi?
Burada yanan ağaç ağaç değil mi?.."
"Hiç değilse sosyal medyada biraz baskı oluşuyor da yangından haberdar olunuyor, yoksa o da olmayacak" diyorlar.
Batı'da bir yangın olduğunda ünlü isimler "Buraya helikopter gelmiyor" dediğinde, "Buraya havadan müdahale şart" dediğinde o bölgelere -evet zar zor ve yetersiz de olsa- helikopter desteği sağlandığını gördük.
Buralarda ise helikopteri uçağı ancak rüyamızda görürüz.
Tabii doğruyu söylemek gerekirse, bu Doğ-Batı, yani Türk bölgesi-Kürt bölgesi meselesinde temel sorun aslında şu,
Konulardan bağımsız olarak yaşama, yaşamımıza sahip çıkmak!
Onun yaşamı veya benim yaşamım değil, hepimizin yaşamı.
Bu Marmaris'te bir ölçüde de olsa başarılabiliyor da olay Hozat'ta, Dersim'de cereyan ediyorsa asla başarılamıyor.
Bırakın yangınlara duyarsız kalmayı neredeyse "Oh olmuş" demeye getirenlerin sayısı azımsanacak gibi değil.
Oysa o ağaç da benim, o tilki de senin en az Dersimlinin olduğu kadar.
Daha doğrusu mesele Dersim veya İstanbul meselesi de değil.
Mesele dünya meselesi.
Ve bu dünya ancak yeşile sahip çıkarsak, doğayı canlıyı korursak devamlılığını sağlayabilecek.
Yani Selimiye korunsun diye durmaksızın seslendin ama Hozat'ın kül oluşunu izledin diyelim. Kaybeden 'o' değil sadece, sensin de aynı zamanda!
Buna uyanıp devletleri ona göre her bölgeye, her cana sahip çıkmak, her bölgeye eşit müdahale hızı ve etkinliği hizmeti vermeye mecbur edecek baskıyı kurmaya önce birbirimizi ikna etmeliyiz.
Artık şu konuda uzlaşalım ne olur, 'o' yoksa sen de yoksun.
Ya hep beraber ya hiçbirimiz.