05 Aralık 2019

Kadından beklentiniz sessizce ölmesi ve ölürken de vücut hatlarını belli etmeyen kıyafetler giymesi midir?

Meclis, kadının basenini bırakıp kadınların haklarını güvence altına alacak çözümler, cinayetlerin önünü kesecek formüller üretmeye başlar sanıyorduk. Yine yanıldık

Gülperi
Melike
Şafak
Muteber
Hatice
Seda
Aysun
Suriye
Sultan
Ceren
Seda
Fatma
Sultan
Sosin
Döndü
Zehra
Ayşe
Zübeyde
Halidiye
Serpil
Rabia
Ebru
Melisa
Güleda
Nevin
Saliha
Sibel
Firdus
Ayşe
Nihal
Sevgi
Carolyn
Zeynep
Lisha
Durdu
Melisa
Ve kimliği tespit edilememiş olanlar...

Bunlar sadece bir ay içinde öldürülen kadınların adları.

Ortak noktaları, kadın olmak ve kadın oldukları için öldürülmek.

25 Kasım 2017/ İstanbul (Fotoğraf: Hakan Bintepe/Sendika.Org)

3 Aralık'ta yayımlandı bu rapor. "Kasım ayında 39 kadın öldürülmüş" diyordu herkes birbirine. Şoktaydı, şaşkındı insanlar. Çok büyük bir sayıydı bu. Akşamına bir yenisi daha ilave oldu 'listeye'. Sayı 40 oldu.

Gencecik bir kadın daha bıçaklanarak öldürülmüştü. Ceren Özdemir, kalbini ikiye bölen bıçak darbesiyle öldüğünde henüz 20 yaşındaydı, balerindi ve tıpkı diğerleri gibi ölüm sebebi belliydi; kadın olmak!

Bu haberin ağırlığıyla uyumuştuk uyuyabildiğimiz kadar.

Sabah uyandığımızda ise Şule Çet davası görülüyordu adliyede.

İlk günden beri yürekleri dağlayan, "Kadın yolluydu" açıklamalarının havalarda uçuştuğu bir başka kadın cinayetiydi o da. Bir katil daha, mahkemede sergilediği tavırla ile 'iyi hâl'le taçlandırılmıştı yine.

Ve Rabia Naz cinayetiyle ilgili yeni haberler düşüyordu ekranlarımıza. Katillerin kendilerini saklama çabaları son hız devam ediyordu.

Aynı günün devamında bu defa TBMM'den geliyordu haber. Haberde, TBMM'de kadın personelin üniformalarının 'vücut hatlarını belli eden darlıkta' olması rahatsızlık uyandırmış ve yeni üniforma hazırlıklarına başlanmış deniyordu. Özellikle basen bölgesini belli etmemesi açısından formaların üzerine giyilen yeleklerin dize kadar uzun olacağı iddiaları yer alıyordu haberde.

Yine aynı gün aynı Meclis'ten bir haber daha geliyor: 23 kez suç duyurusunda bulunmasına rağmen hiç bir önlem alınmadığı için eski kocası tarafından öldürülen Ayşe Tuba Arslan'ın ailesi CHP Milletvekili Utku Çakırözer'in davetlisi olarak Meclis'te bir basın toplantısı düzenliyor. Acılı baba "Benim ciğerim yandı, ocağım söndü, torunlarım yetim kaldı" diye yakarıyor. Ve yaptığı konuşmada katilin uzaklaştırma kararına uymadığı için gözaltına alınıp aynı gün serbest bırakıldığını öğreniyoruz.

Sadece bir gün…

Sadece bir ay…

Sadece bir yıl…

Geride yüzlerce kadın cesedi, kadın bedenine saldırmaktan kendini geri tutamayan yaratıkların her gün artan sayısı, hak-hukuk ihlalleri, caydırıcılıktan uzak cezalar, kan donduran 'iyi hal' indirimleri, uygulanmayan uzaklaştırma kararları, kadınları potansiyel katilleriyle 'zorla uzlaştırma'…

Buna artık bir dur demek,

"Kadınız, güçlüyüz ve mücadele ediyoruz" demek, ülkeden akan oluk oluk kadın kanını protesto etmek isteyen kadınlara ise bu sefer devlet şiddeti ile karşılaşmak düşüyordu.

Kadın eylemciler yüzlerine yüzlerine biber gazı sıkarak dağıtıldılar!

Oysa bu hepimizin meselesiydi.

Yani biz öyle düşünüyorduk!

Ülkede yaşanan bu katliam, tüm ülkenin meselesidir sanıyorduk.

Meclis, kadının basenini bırakıp kadınların haklarını güvence altına alacak çözümler, cinayetlerin önünü kesecek formüller üretmeye başlar sanıyorduk.

Yine yanıldık.

Çok uzun yıllardır yanıldığımız gibi.

Tıpkı her gün öldürülen kadınların haklarını savunmak için düzenledikleri protesto yürüyüşlerine dokunmaya kimsenin yeltenmeyeceğini sandığımız gibi...

Devlet, net bir şekilde bu konunun tarafı mı yoksa değil mi anlayamadığımız gibi...

"Kadın cinayetleri politiktir. Devlet söylemleri, eylemleri ve yaşananlar karşısında takındığı tutumla bu meselede bir duruş sergiler ve hem gelecekteki olayları yüreklendirir hem de politikleştirir" dediğimizde tepki alıyoruz.

Asla böyle bir tutum olmadığı iddiasıyla karşılaşıyoruz.

Somut olaylar ve defalarca tekrarlanmış örnekler ortada olmasına rağmen yanıldığımız söyleniyor ve aynen o tutum devam ettiriliyor.

Bunun karşısında demokratik itiraz hakkın, eylem hakkın, tepki hakkın da elinden alınıyor.

Peki o halde şunu soralım: Kadından beklentiniz nedir? Sessizce ölmesi ve ölürken de vücut hatlarını belli etmeyen kıyafetler giymesi mi?

Yazarın Diğer Yazıları

Gelin biraz da katrilyonlarca borç bırakan ‘kayyım rezaleti’ni konuşalım!

Kayyım atanan belediyeler adeta yağmalanmış, deniyor ya, hiç de boşa denmiyor o laf. Buyurun DEM Parti belediyelerine bırakılmış borç listesini alt alta koyalım. Eski para üzerinden tablodaki milyarları ‘katrilyon’, milyonları ‘trilyon’, binleri ‘milyar’ olarak da okuyun lütfen! Ülkeye, toprağa, insana, kaynağa yapılan ihaneti bir arada serelim ortaya. Öyle bir bir arada olabilelim ki, kimsenin bir daha ‘kayyım’dan söz dahi etmeye cesareti olmasın…

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…