31 Temmuz 2021

Hepimiz bilfiil elimizi taşın altına koymazsak, çok yakında taş üstünde taş bulamayacağız ki elimizi altına koyalım!

Yangınları söndürmeye çalışırken canını kaybedenlerde, o yanarak can veren kaplumbağalarda, ölen kuş sürülerinde, küle dönen asırlık çam ağaçlarında hepimizin vebali var!

Bilgiye, doğruya, okumaya mesafeli bir milletiz.

Evet, çok acı ama gerçek tam da bu.

Tüm sorunların temel kaynağı da bu.

Aynı zamanda hem bilgisiz hem cesaretli hem de hadsiziz!

Kusura bakmayın, gerçeğimiz tam da bu!

Birinde bir bilgi varsa, işin uzmanıysa, yazdıysa, anlattıysa ona acılar içinde yanmak mübahtır bu topraklarda.

Elindeki bilgiyi kendini yırta yırta birilerine aktarmaya çalışır, ama nafile.

Eğitimli, kalifiye, sorgulayan, bilen, vazgeçmeyen bir kişinin bu ülkede acı çekmeden yaşadığı gün sayılıdır kanımca…

Bilmediğimiz, bilmek için de parmağımızın ucunu oynatmadığımız konular hakkında ahkâm keseriz, adam asarız…

Konunun uzmanı mı karşımızda, bize o da fark etmez.  Yıllarını, dirseklerini mi çürütmüş bu alanda, kime ne? Bizim fikrimizden daha doğru bir bilgi yok bu dünyada.

Bakın iklim krizi diye bir gerçek var. 

Kuraklık kapımızda.

Mesele Türkiye meselesi de değil.

Kriz dünya çapında.

Doğal kaynaklar tükendi tükeniyor, ülkelerin iklimleri değişiyor.

İklim değişmesi dediğiniz doğa için, yaşam için sancı, acı çekme, yok olma, ölme anlamına geliyor.

Ve o kuraklığa göre yeni bir yaşam oluşturulmanın -tabii doğa ona izin verirse- yolları aranıyor.

Yıllardır konuşulan, tüm insanlığın uyarıldığı ‘felaket’ artık kapıda.

Su rezervleri sayılı günlerle sınırlı.

Dünyanın birçok farklı ülkesinde kuraklık ve aşırı ısınmadan kaynaklı yangınlar yaşanıyor.

Birçok canlı, bitki örtüsü yanarak yok oluyor.

Acı çok büyük.

Ama kavrayana!

Gerçekten kaç kişi kavrıyor, bilemiyorum.

Neden mi böyle söylüyorum, buyurun bakalım nedenine…

Biraz önce de bahsettiğimiz gibi dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de bir yangın zinciri yaşanıyor.

Belli ki zamanla öğreneceğimiz, önlemlerini almaya mecbur bırakılacağımız bir ‘doğal süreç’e daha sürüklüyor doğa bizi.

Jeologlar, yangın ekologları ilk andan itibaren özellikle sosyal medya hezeyanlarını önlemek adına çağrılarda bulunuyorlar. Bu tip orman yangınlarının basit yangınlar gibi söndürülemeyebileceğini anlatıyorlar. Bu zincirleme yangınların tamamının doğrudan ‘kötü niyetli insan eliyle’ değil de basit -sigara, mangal, yansıma yaratan atıklar, çöp yakma gibi- gündelik ihmallerle çıkıp, çok hızlı yayılabileceğini, durdurulamayabileceğini anlatıyorlar. Çünkü iklim çok daha kuru ve sıcak. Bir cam atığın güneş altında büyüteç işlevi görecek şekilde yansıması küçük bir alevlenmeyle  sonuçlanmıyor, koskoca ormanların dakikalar içinde tutuşmasına neden oluyor. Özetle insanın kendince ‘doğal ihmalleri’ni yeni iklim koşulları dolayısıyla doğa artık absorbe edemiyor. Ve uzmanlar bu konuda uzun zamandır uyarıyorlar insanları.

Türkiye’de de medya adına, haber alma süreçleri açısından büyük bir sıkıntı yaşandığı için…

Habere, bilgiye ulaşmak kişilerin özel çabasına tabi hale geldiği için. Bu işin uzmanları da seslerini duyurmakta pek başarılı olamadı, olamıyor.

Uzmanlar çaresiz yırtınıp durdu, ama vatandaş çok emin; bu bir terör yangını!

Çürütmeye, itiraza kalkan ‘vatan haini’dir net!

Bakınız bu ‘fikir fırtınaları’ sadece troller arasında da dönmüyor maalesef. Gayet okumuş yazmış insanlar yangın yorumcusu, yangın analizcisi ve fail bulucusu oluveriyor hızla.

Politik yatkınlığa göre senaryolar çeşitli...

Misal, “PKK” tezi çürüyen hemen bir sonraki “FETÖ” kartını kullanıyor, o da olmadı “Yunanistan yaktı bizim ormanları!”

İlla bir düşman bulunmalı, ona alışmışız-alıştırılmışız. Evet, tabi ki geçmiş deneyimlerimizden de güç alarak ‘suçlulara’ karar veriyoruz hemen. Ama şimdi görünen o ki, tek sorumlu, tek ‘suçlu’ var, o da hepimiz.

Siz, biz, ben… Tüm insanlık.

Yangınları söndürmeye çalışırken canını kaybedenlerde, o yanarak can veren kaplumbağalarda, ölen kuş sürülerinde, küle dönen asırlık çam ağaçlarında hepimizin vebali var!

Ona buna suç atarak yırtamayız, artık işler inkâr edebileceğimiz aşamayı çoktan geçti.

Doğaya verdiğimiz zararı, tüketim hızımız ve arsızlığımızı geçelim, bizi kendi bataklığımızdan kurtaracak çözümlere bile yönelmedik. 

Uzun yıllardır gelmekte olan, geleceği bilinen felaketlere bizi ve ülkeyi hazırlayacak politikalar üretmeye siyasetçileri zorlamadık.

Daha doğrusu ‘gelecek odaklı’ olup, yarınları inşa edebilecek vaatleri olacak ‘doğa dostu’ siyasetlere yönelmedik.

Aksine mesela, doğaya çok radikal bir müdahale projesi olan ‘Kanal İstanbul’u  konuştuk.

Olmayacak yerlerde imar izinleri, doğa katliamlarını konuştuk, hâlâ konuşuyoruz da.

Onlar yaptı biz de sadece konuşarak önlerini açtık!

Varsa yoksa ‘düşman siyaseti’ne prim verdik.

Hep kavgadan beslendik.

Asla tek bir doğal değere sahip çıkmadık.

Meslele sadece ağaç değil’ demelerine müsaade ettik!

Şimdi dönüp bakıyoruz birçok ülke ‘yeni akım inşaat’ boyutuna evrilmiş bile.

Ülkesinin girdiği ‘yeni iklim’ koşullarına elverişli malzemelerden konutlar inşa etmeye başlamışlar.

Şehir planlamalarını ‘iklim değişiklikleri’ne göre şekillendirme, bitki örtüsünde yaşanacak değişime göre yeşillendirme, yaşanabilecek doğal felaketlerin etkisini azaltacak yaşamsal düzenlemeler ve insanları kuraklık ortamında oluşabilecek yangınlar konusunda bilinçlendirme çalışmaları çoktan başlamış.

Birçok ülke deniz suyunu şehir suyuna dönüştürebilecek teknolojinin yatırımını yapmış, olası bir susuzlukta tuzlu suyu tatlı suya çevirebilecek alt yapıyı sağlamaya hazır.

Peki biz neredeyiz? 

Ormanları teröristler mi yaktı, yoksa Yunanlılar mı” noktasında… 

Kendimiz varken başka ‘düşman’a ihtiyacımız var mı ki?

Bizler başımıza gelen her ‘beklenen felaket’te bir suçlu bulmaya alıştırıldık evet.

Çünkü kimsenin kendi suçunu kabullenecek, kabullenirse de kenara çekilecek cesareti yok.

O yüzdendir ki yerli yersiz ‘saldırı altında’ olduğumuz hikâyesini işlediler iliklerimize.

Ama iş suçlu bulup üzerine yıkacak noktaları çoktan aştı.

Yok olmamak, yanarak ölmemek, yanarak ölenleri, susuzluktan, açlıktan ölenleri izlemek yerine bunları önleyecek politikalara, politikacılara yönelmek zorundayız artık.

Elbette iş sadece politikacıyla, yeni politikalar yaratmakla da çözülemez. Artık.

Doğa adına hepimiz bilfiil taşın altına elimizi koymazsak, çok yakında taş üstünde taş bulamayacağız ki elimizi altına koyalım!

 

Yazarın Diğer Yazıları

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!

Türkiye'de 'vicdani ret' bir hak ihlali konusudur!

Memleketimizde, söylemde askerliği yüceltip eylemde askerlikten kaçınmakta bir beis görülmemektedir!

Bir 8 Mart günü soralım; Sincan Kapalı Kadın Cezaevi'nde neler oluyor?

Sincan Kapalı Kadın Cezaevi'nden 2021 yılından beri şartlı tahliye olabilmiş tek bir kadın mahkûm yok. Çok iddialı bir uygulama gibi gelmedi mi size de? Sincan belki de, Türkiye'de ki tek "siyasi suçlulara şartlı salıverme hakkı" tanımayan cezaevi olma konumunda. Çok acayip!