28 Mayıs 2021

Gerçekten muhalifsen ana akımda şarkı bile söyletmezler

"Bazen tartışılan konunun unsuru olanlar da dahil tüm muhalifler yayınları evinden izlemek durumunda bırakılmışken, onlar nasıl oluyorsa hep yayınlardalar" diye sormadan duramıyor insan!

Peşinen anlaşalım...
Gerçekten muhalifseniz ana akım kanalların kapısından bile geçemezsiniz.
Aksini iddia edebilen önden buyursun…
İster HaberTürk deyin, ister CNN, hiçbirine çıkamazsınız.
Günümüzde bahsettiğimiz kanalların konuk seçimi işleyişi açısından TRT'den hiçbir farkları yoktur.
"Muhaliflere ambargo uygulanır" filan demiyorum bakın, zaten kimsenin aklına dahi gelmezsiniz.
Çünkü çok uzun zamandır 'ekrana çıkabilirler listesi' dışına çıkmak kimsenin, hiçbir ana akım sunucusunun, programcısının, daha doğrusu o kanalın sahibinin dahi 'haddi' değildir.

Hâl böyleyken "İçişleri bakanı muhalif gazetecilerin karşısına çıkacak" demek en iyi adlandırmayla sadece izleyici aldatmak olacaktır.
Ama esas meselemiz, konuyu da daha acı hale getiren yönüdür.
Yani o yanına çıkan 'muhalif gazeteci' profili.
Şimdilerde sıklıkla karşılaştığım bir itiraz, "Gazetecileri tartışmayı bırakın" diyorlar. "Konu siyasetçiler onları tartışın."


Çok şükür o konuda bir sıkıntımız yok.
Sıkıntımız olmadığı geride bıraktığımız yıllar ve yazı arşivlerinde mevcut, açıp bakılabilir…
Ama bu 'gazeteci profili' konusu önemlidir ve şimdi, şu anda konuşulmalıdır.
Zira mesleğe yandaştan çok daha zarar verirler, verdiler ve vermekteler, göz ardı edemeyiz.

Bazı 'muhalifler' içeride patlatıp patlatıp durdular kendilerini, tıpkı birer Truva atı gibi!
Bakınız, iyi muhalif kötü muhalif diye bir ayrım yoktur.
Tatlı su muhalifi de yoktur.
Ya muhalifsinizdir ya değil.

Üzerine basarak tekrar etmekte fayda görüyorum, bugün muhalif olarak adlandırılan hiç kimse, hiçbir gazeteci, akademisyen, aktivist, uzman vs. hiçbiri ana akımda 'konuşan' olarak yer alamaz, fikir beyan edemez, soru soramaz. Muhalif kişi, her kim olursa olsun ana akımda konudan bağımsız bir şarkı dahi söyleyemez.

Bizler...
Yani gazeteciler.
Bizler...
Yani düşünce insanları.
Bizler...
Yani işi yazıyla çiziyle olanlar.
Uzun zamandır cenderedeyiz.
Çoğumuz işsiz, kimimiz alternatif medyada yaşam mücadelesinde. Alternatif dediğin medyanın da adı büyük.
Ama kazanç da havuz da küçük.

Bizler için hadi bir nebze daha kolay; büyük paralar kazanmaya, büyük şöhretlere, gündem belirlemelere alışmış 'abiler', 'ablalar' bile indi veya bir şekilde indirildi o sahneden.
Lafı eğip bükmeyelim, efendiler,
Çoğumuz ta yolun başında duruşundan, doğrusundan şaşmadığı için bedeller ödemek pahasına 'o sahneden' vazgeçebilmiş insanlarız.
O sahnenin reytinginden de maddi kazançlarından da vazgeçmiş, geçebilmişiz.
Sadece biz, yani şimdinin alternatif medyasında varlık gösterenlerimiz değil...
Yetenekli, bilgili, mesleğine âşık birçok meslektaşımız da ya başka bir iş yapmak zorunda kaldı, sektör değiştirdi ya da hiçbir iş yapamaz kılındı.
Biz yine şanslı olanlardık…
Bu hükümetin muhalif olanı cezalandırma biçimi 'yaşamsal muslukları kesmek', hiç acımaları yok bu hususta, bunu artık çocuklar dahi biliyor.
Muhaliflere yaşam şansı bırakılmadığı somut örneklerle ortada.

Ama hangi muhalifler bu yaptırımlara muhatap oldu, derseniz,
Gerçekten muhalif olanlar diyebiliriz.
O da ne demek?
Muhalifin -mış gibisi- mi olur?
Mışı-muş'u bilmem ama eski Ahmet Hakan taktikleriyle 'iki pozitif yazı yazıp bir negatif gözlem' yaparak, 'orta yolcu bir havayla' yolunu bulmaya çalışanlara pek bir şey olmadığı da ortada. En azından işe yaradıkları sürece!
En fazla başlarına gelen dönemsel uyarılar, dönemsel ekran yasakları, sonra aynen devam..
Biliyoruz, görüyoruz, aptal değiliz!
Bakmayın siz, hepimiz birbirimizi iyi biliriz!

Hırslarından sıyrılamayan, 'bu dönemi de konuşulmadan, prim yapmadan, daha az kazanarak geçireyim ama duruşumdan taviz vermeyeyim' diyemeyenler öyle böyle gemiyi bir şekilde ilerletmeye devam edebiliyorlar.

Profil belli...
En belirgin, en iddialı şekilde kendilerine 'muhalif' diyorlar.
Her fırsatta -ki bu fırsatı yakalamak artık daha da güç- iktidarın herhangi bir güçlü figürünü kendilerine seçiyor, destekliyor, tebrik ediyorlar.
Ama gündeme sıklıkla eleştirel çıkışlarıyla geliyorlar.
"Tüm muhalifler, en donanımlısından en kıdemlisine kadar, hatta bazen tartışılan konunun unsuru olduğu yayınları dahi evinden izlemek durumunda bırakılmışken, onlar nasıl oluyorsa hep yayınlardalar" diye sormadan duramıyor insan!

Adeta hükümet için 'bakın muhalifler de ekranlara çıkabiliyor' diyebilsin diye biçilmiş kaftanlar!
Gerçi artık öyle bir mesaja bile gerek duymuyor hükümet ama işte nadiren gerek duyulan anlardan birinde de o 'güvenilir muhalif' bulunuyor hemen!

Hem muhalif...
Hem iktidar açısından güvenilir bulunuyor... Bakın siz şu işe!
Hem yayına 'muhalif kimliği'yle katılıyor hem iktidar üzerinde alerji yaratmıyor.
Sürprizi yok, cevabını alamadığı soru için elektriklenme yaratmayacağına inanılmış bir şekilde.
Hani şimdi yayın yayın gezip 'saygısızlık yapmamak adına' cevapları sessizce beklediklerini anlatıyorlar ya.
İşte o 'saygı' hükümet tarafından da bilinmiş, hissedilmiş ta yayından çok önce.
Aksi mümkün mü Allah aşkınıza siz söyleyin.
Kendilerine itirazı olan herkesle öyle veya böyle şahsi düşmanlık güden bir yapıdan söz ediyoruz!
Hadi kalemimizi çekingen kullanmayalım, neredeyse faşist bir medya düzeninden bahsediyoruz.

Felaket bir durumdayız yahu!
Neredeyse kendimizi evin salonunda bile ifade etmemizi, düşüncelerimizi söylememizi yasaklayacaklar.
Ve sanki başka bir gerçeklikte yaşıyormuşuz gibi anlaşılmayı bekliyorlar bu muhalif profiller.
Şaka mı yapıyorsunuz arkadaşlar, bırakınız yayında karşılarında oturtmayı, mümkün mü 'muhalif' olan birine o ortamlarda yaşam şansı tanımaları?
Biz de bu 19 seneyi yaşamadık, muhatabımızı hiç tanıyoruz çünkü!

Bu 'muhalif profili' sıklıkla ana akım tartışma programlarında karşımıza çıkıyor.
Katıldıkları  yayınlarda muhakkak bir 'hak yenme' meselesini avazları çıktığı kadar dillendiriyor, karşılarındaki 'görece zayıf hükümet yanlısı'nın ağzının payını verip gündem oluyorlar.
"Vay be ne muhalif çocuk şuna bak" deniyor, alkışlanıyor.
Gerçek bir muhalif olarak bir tek bu profil yayınlara çıkma izni alabiliyor ama, ilginçtir.

Fakat 'izni veren' konumunda bir hükümet yetkilisi kalkıp yayına geldiğinde, bu yayında olmasını sağlayan 'izni veren' bir bakan çıkıp yayına geldiğinde... Yani  o muhalif profil  karşısında gerçek gücün sahibini, itiraz ettiği tüm o mağduriyetin yaratıcılarını gördüğünde diğer yayınlarda sergilediği cevval tavrından da eser kalmıyor.

Ama şimdi bile sorsanız kendilerine göre en büyük muhalif onlar.
Düğün derneklerine baksan sağdan, soldan, hükümetin yakınından herkes var.
Ortaya karışık!
Başka bir muhalif ortamda kolay kolay göremezsin o isimleri. Sen istesen dahi onlar istemez ki seni.
Çünkü ilkesel olarak, temel temele zıtsındır kardeşim!
En iyi ihtimalle tartışmaktan gün yüzü göremez bu arkadaşlıklar…
Bir medya figürü olarak hep tartışılır bu tipler, hakkında net bir kanıya varılamaz.

"Ya onca hak temelli kitap var ortada" dersin.
Oturtamazsın, konduramazsın.
Bir gün bakarsın 'kodamanlarla viski tadımı kovalıyor' bir gün bakarsın o kodamanları eleştiriyor.
Bir gün bakarsın sermayeden 'köşe yazarlığı' payesi bekliyor, verseler oturacak sonra, bir gün bakarsın o sermayeye baş düşman!
Tam o sırada da çıkar bir yayına iki beylik laf eder, şüpheler yerini 'muhalif yazar'lık madalyasına bırakır…

Ama biz biliriz işin esasını.
O yüzden derin devlet tarafından yıllarca kullanılmış bir taşeronun, bir mafyanın itiraflarına cevap vermesi beklenen İçişleri Bakanı yayına çıkacağı zaman herhangi birini değil 'onu' özel olarak ister...
Hem 'muhalif' hem 'güvenilir', bak sen! Üstelik defalarca denenmiş! Kim kaybetmiş, buldukları an değerini de bilirler pek tabii!

Biz ise daha duyduğumuz an biliriz o yayından herkes kazanarak çıkacaktır.
Kazanarak derken günü kazanarak, anı kurtararak, krizi biraz olsun yumuşatarak, en önemlisi de yeni gündemler yaratılarak, yeni gündemlere vesile olunarak çıkılacaktır o yayından.
Biz daha duyduğumuz an biliriz o yayında sorulması gerekenler layıkıyla ve eksiksiz sorulmayacak, yanıtlanması gerekenler yanıtlanmayacaktır.
Ertesi günden itibaren tefrika tefrika 'ben sordum o yanıtlamadı'lar anlatılacak, daha yayından önce biliriz çünkü profil bellidir ve hiç sekmez!

Sonuçta şaibeler almış başını yürümüşken bakan bir yayına çıkmıştır, üstelik muhaliflerin karşısına oturmuştur -büyük hareket-, öyle veya böyle kendisini, istediklerini anlatmıştır.
Ve o 'ben muhalifim' diyen arkadaşlar da dinlemiştir, milyonlarca izleyiciyle beraber…
Yayından sonra oluşan eleştiri kalabalığına "Biz savcı değiliz işimiz hesap sormak değil" de denmiştir.
Mesele yoktur.
Oh ne âlâ!
Aslında o yayında kendilerinden tek beklenenin gazetecilik olduğunu ve icra etmediklerini sizden, bizden iyi bilirler.

Bizim gibi yayın köhnesi değiller ki üstelik, her gün bir tartışmadalar. Soru sormayı da, yanıt almayı da gerekirse tavır koymayı da ne denli iyi bildiklerini biliyoruz, görüyoruz…

Bugün bir bakın etrafınıza, o yayının öncesi kadar elektrikli bir konu mudur Süleyman Soylu hakkında ortaya atılmış iddialar.
Kaçınız hâlâ o konuyu konuşuyorsunuz?
Yayının hemen ardından Cumhurbaşkanı da çıkıp açıklama yaptı mı?
Tamam işte, konu bitti.
Şimdi bekleyin mafya yeni bir açıklama yapsın da bakalım ne diyecek diye kilitlenin ekrana!
Sonrasının 'temizliği' nasıl olsa kolay.
En azından şimdilik…

Aslında bu konu bir meslek onuru konusudur.
Aslında bu konu bir insanlık onuru konusudur.
Tam da konuşulması gereken konudur, zamanlaması da çok uygundur.
Örnek önümüzde olanca tazeliğiyle dururken bizlerden görmezden gelmemiz beklenemez.
Bu yazdıklarıma hak veremeyecek olanlar da ihitimal önemli ölçüde 'muhalif profil'in arkadaşları olacaktır.
Bilirsiniz, iktidarı 'çeteci zihniyet'le eleştirirler kendi alanlarında aynı 'çeteci zihniyet'i kurarlar.
Ama  işin aslında yazdıklarımı hepsi, hepimiz, herkes bilmektedir…

Dev bir şaibe altındadır 'muhalif profil' ve kendisine sorulması gereken soru da bellidir:
Hiçbir muhalif gazeteci o kanallara çıkamazken sen nasıl çıkıyorsun kardeşim?
Aman sakın karşıma iki-üç dava dosyası, "Biz de yargılanıyoruz" örnekleriye kimse çıkmasın.
Sadece soruya yanıt verilsin.
Hadi madem sırtlandık konuyu bir soru daha bırakalım:
İktidar tarafından -ki kriterleri ortadadır- 'tercih edilen olmak' bile fazla ağır değil midir yahu?

Yazarın Diğer Yazıları

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!