12 Aralık 2020

Eteklerdeki o taşlar, asla yıkılmayacak sanılan erkek dünyalarına yağsın

Gerçekten yıkılmaz erkek kalelerinin yıkılmasını görmek, kazandıkları itibarı kaybetmelerini izlemek beni memnun ediyor, yalan söyleyemem...

Yazıya bir itirafla başlamam gerek; bu, yazının ikinci versiyonu. Yani dün oturup yazdığım yazı değil.

Ve açıkçası kendi duruşumu ortaya net bir şekilde koyarken sarf ettiğim ve edeceğim sözleri kontrol etmekte güçlendiğim bir yazı.

Öncelikle şu hususta anlaşalım; ben tacizciye, tecavüzcüye, kadın düşmanına, dayakçıya karşı toplumsal bir mücadele verilmesini hayal edenlerdenim.

Özellikle bu suça bulaşan ünlü, güçlü ve nüfuzlu bir kişiyse kendisine karşı alınacak tavrın tüm topluma da yansıyacağına inananlardanım.

Ama tabii iki yüzlülükle değil, yani Ozan Güven'i filmlerde oynatma ama İbrahim Tatlıses çıksın şov programı sunsun, olmaz.

Veya her öldürülen kadın için sosyal medyadan isyan et, sonra çık İbo Şov'a!

Benim söz ettiğim tabii ki bu tarz saçmalıklardan çok uzak, tutarlı tavırlar.

Mesela yıllardır Woody Allen'ın sektöründe kollanmasına, hâlâ hayranları oluşuna, filmlerinin, saksafon konserlerinin biletlerinin yok satmasına deli oluyorum.

Evet ben de elbette Woody Allen'ın bir yetenek, bir başarı öyküsü olduğu görüşündeyim ama bunlardan öte, çok daha önemsediğim kriterler var hayatta.

O yüzden de ne izlemek, ne dinlemek ne de alkışlamak isterim.

İşte dünkü yazıyı tutmamın, biraz daha dinginleştikten sonra tekrar yazmak istememin sebebine geldik şimdi.

Hasan Ali Toptaş iyi bir romancı, kitapları çok satan biri.

Yani kitap piyasası için önemli kendisi, yayıncıların üzerinden para kazandığı biri çünkü.

Adamın tacizci olduğu ortaya çıkınca Everest Yayınları çat diye sözleşmeyi feshetti.

Büyük bir coşkuyla karşıladım bu olayı, inanın.

Entelektüel dünyadan başlayan bir dalga tüm topluma yayılabilir diye düşündüm.

"Güçlü erkeklerin de dünyası sarsılabilir, bunu gördü herkes" dedim.

Sonra "ifşa hareketi" başladı.

Ne kadar sağlıklı bilmiyorum, ne kadar doğru bilgiler akıyor onu da bilmiyorum ama ben sorgusuz sualsiz kadın tarafından bakmak istiyorum meseleye.

Sadece kadınları düşünmek istiyorum. Her konuda da tarafsız olamayız değil mi? Bizden bunun beklenmesi dahi yeni bir haksızlık olur!

"Ama bir saniye bu da olmadı şimdi" diye ayağa kalkıp, erkek bakış açısını, erkek zihniyetini desteklemek istemiyorum fark ederek veya etmeyerek.

Zaten kim bilir kaç kere fark etmeden hizmet ettik o zihniyete, durun daha yeni yeni palazlanıyoruz.

Daha yeni yeni anlıyoruz yıllarca bastırdıklarımızın aslında ne anlama geldiğini.

İşimizde yaşadıklarımız canlanıyor aklımızda veya sevgilimizle aramızda geçen bir olay… Hepimiz birbirimizde şifalanıyoruz aslında. Her ifşa bir diğerine dokunup, iyileştiriyor. Açıkçası kelimelerimi seçerken, ifade ederken çok dikkatli olmaya çalışıyorum, bir hemcinsimin ayağına basarım diye ödüm patlıyor.

Bu bir aradalık hâlini de önemsiyorum…

Şimdi diyorlar ki; "Emrah Serbes bir aileyi katletti ama iyi bir yazar mıdır, yazardır. Okur muyum okurum."

Şimdi ben de diyorum ki; Emrah Serbes içkiliyken bir ailenin ölümüne sebep olduğu için değil olay ortaya çıkınca suçu arkadaşına yıkmaya çalıştığı ve yalanlar söylediği için bitmiş biridir... Bir daha elim kitabına gitmez, okumam. Ama onun dışında, daha önemlisi kendisiyle saygıya dayalı bir ilişki de kuramam bundan sonra.

Bu da benim görüşüm, isteyen istediğini yapabilir tabii ki…

Konumuzla da "tavır alma" dışında bir alakası yoktur bu Emrah Serbes olayının bence.

Hasan Ali Toptaş'ın kibirli bulunan bir açıklamasıyla başladı "edebiyat dünyası tacizcilerinin ifşa listeleri" olayı.

Öne çıkan isimler vardı.

Ünlü olanlar...

Şahsen benim tanımadıklarım da…

Ardından suçlamaları kabul etmeyenler oldu, suçlamaları kabul edip intihar eden de.

Kimsenin ölüsünün üzerinde tepinmek istemem.

O yüzden de yazının üzerine bir gece uyumak gerekti.

Biz de çok öfkeliyiz evet, bastırılmış, taciz edilmiş, dövülmüş, mobbinge uğramış, hak ettiğimizi kazanamamışız ve finalde öldürülmüşüz.

O yüzden de sözcüklerimiz bazen maksadını aşabilir.

Dünkü yazı şu anda önümde açık.

Linç edelim, yok edelim, silelim toplumdan diye avazı çıktığı kadar bağıran kelimeler…

Bu söylemleri de içime sindiremedim açıkçası.

Gerçekten yıkılmaz erkek kalelerinin yıkılmasını görmek, kazandıkları itibarı kaybetmelerini izlemek beni memnun ediyor, yalan söyleyemem.

Ama mücadelemin önüne geçmesini de istemem bu duygularımın, şahsi savaşlara dönsün de istemem.

Mücadelem hatalı söylemlerimle, yanlış bakış açılarımla lekelensin de istemem.

Ama şuna inanıyorum...

Entelektüel camia artık belli başlı konularda tartışmasız net tavırlar koymalı ortaya. Başta kadın ve azınlıklar meselesi olmak üzere tartışmaya ihtimal vermeyecek şekilde tavır alınmalı.

Hele işin içinde şiddet, taciz varsa hem ifşa edilmeli hem de kendi çevrelerince "sosyal olarak" da cezalandırılmalılar.

Ve evet;

Entelektüellerin geliştireceği bu refleks tüm çevrelere, en önemlisi de halka yayılacaktır inancındayım.

Düşünsenize koskoca yazar, iyi kazanıyor ve kazandırıyor (kazandırıyor vurgusunu özellikle yapıyorum, çünkü kazandıran kollanır aynı zamanda. Kendisi de yıkılamaz olduğuna bu sebeple de inanır zaten), çok okunan ünlü biri… Kadın taciz etti diye her şeyini kaybediyor, bir anda, şak diye! Artık popüler olmayacak, kitapları satmayacak, daha doğrusu kitabını yayınlayacak bir yayınevi dahi bulmakta zorlanacak. İnsanların kendisinden kaçması, ahbaplık etmek istememesi de cabası olacak.

O canını yaktığı, o haklarını gasp ettiği, dokunarak rahatsız ettiği kadınları hayatının geri kalan her anında hatırlayacak. Kendisinden rahatsız oldukları o anların yüz ifadesi gözlerinden silinemeyecek!

Mesela; durumdan haberdar olan Mersin'de Edebiyat Ödülü değerlendirme kurulu Hasan Ali Toptaş'a verilen ödülün geri alınmasına karar vermiş.

Bir tacizciye ödül vermek istememişler.

İşte benim hayallerimin toplum refleksi tam da bu.

İşte bu tip tavır alışlar bence tüm topluma örnek olacak.

Bir de tabii bizi bu derece "kendi cezamızı kendimiz verelim" duygusuna taşıyan sürecin bir de hukuk ayağı var.

Tacizciyi şikâyet ettiğinde, tecavüzcü hakkında suç duyurusunda bulunduğunda o mahkeme salonundan "sen de yollu olmasaydın" benzeri, "beraber içki içersen adam haklı" noktasına varan kararlar da çıkmıyor mu?

Memlekette sadece bir ayda onlarca kadın öldürülüyor, göz göre göre… Katiller sanki korunup kollanırmış gibi cezalara çarptırılıyor. Öyle değil mi?

İktidar deseniz bu konuya "yok" gibi davranıyor.

Haliyle politik tavır kadınların yaşadıklarını yok saymak olunca bizler de mücadeleyi kendimiz verecek duruma geliyoruz.

Enstrümanlarımızdan biri de "ifşa" oluyor.

Nasıl olmasın ki?

O yüzden de ben tacizci ifşa olduğunda işini, şanını, parasını kaybedince üzülemem, kusura bakmayın.

Aksine ben isterim ki tüm mağdurlar eteğindeki taşları döksün.

Tüm taşlar da o koca koca isimlerin asla yıkılmayacak sandıkları güçlü erkek dünyalarına yağsın.

Kadınların hayatını karartanın da hayatı kararsın.

Bundan sonra da herkes hamlesini başına gelecekleri düşünerek yapsın.

Yazarın Diğer Yazıları

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!