19 Haziran 2021

Dünün 'Alo Fatih'i mi bugünün 'Ulan Veysi'si mi?

Çok kovuldum ben. Ama hiçbir kovulmamda kurullar toplanıp da günlerce hakkımda bir karar vermeye çalışmadı. Bunların üzerinden pislik akıyor, paralar, çıkarlar, pozisyonlar… Ama nasıl oluyorsa bu tiplere her türlü sahip çıkılıyor!

Meslekte 21. senemin sonuna gelmekteyim.

Çokça kovuldum.

Doğrusu kendi isteğimle ayrılmalarım -ki sadece bir tanedir- 'çömezlik' yani apolitik olduğum yıllarıma denk gelir.

Türkiye'nin yaygın medyasında çalışırken politik bir bilince ulaşır, duruş edinir ve bunu sergilerseniz anında kovulursunuz. Hele işe girmeden önce bu özelliklere sahipseniz, 'ana akım'da kendinize yer edinmeniz zor olacaktır.

Gerçek bir politik görüşten söz ediyorsak, yani sadece dönemsel bir muhalefet değilse bahsettiğimiz, alternatif medyada da yer bulmak çok kolay olmayacaktır.

Öncelikle görüşlerinize 'tahammül' edebilecek bir 'yapı' bulmalısınız ki başınızı sokacak yeriniz olsun!

Kendimle alakalı bir örnek vereyim, 'onun da bagajı çok abi' dendiğine sıklıkla rastlamışımdır, rastlamaktayımdır.

Burada 'bagaj' diye bahsedilen, rüşvetle elde edilmiş para veya 'daha çok kazanmak' için iktidarların boyunduruğuna girmiş olmak falan değildir şüphesiz. Veya mafya liderlerinden 80 bin dolarlık hediye kabul etmiş olmak da. Bize atfedilen 'bagaj' düşüncelerden oluşan bir bagajdır ve ne hikmetse içi para dolu olanların aksine hızla kurtulunmak istenir, tahammül yoktur. Bagajlar mevzusunu örneklemek gerekirse; mesela en belirgini 'Kürtçü' olarak adlandırılmaktır.

Mesela sisteme toptan muhalif olmak, okumaları ve eleştirileri devlet üzerinden kurmak.

"Devlet düşmanı, o da her şeye muhalif" diye tanımlanmaya neden olur

Yani sadece muhaliflere yer veren bir yayın bulmak da yetmez bizim gibilere, sonuçta yayın sahibinin 'bagajları' senin 'bagajlarından' rahatsız olmayacak!

Tabii sadece AK Parti döneminin medyasını da örnek almayalım kendimize, çünkü bu dönem gerçekleri tamamen yansıtmaz.

Daha çok abartılı bir sanatsal dışa vurum dönemi gibi örnekler çıkartır karşımıza.

Anlamak da çok zordur, fikri takip de.

Fanteziyle gerçek birbirine geçmiştir.

Tabir yerindeyse; resmen at izi it izine karışmıştır.

Ara ara ses kayıtları ortaya dökülür de ancak öyle doldururuz kaçırdığımız boşlukları.

İlginçtir bir ara 'Alo Fatih' vardı mesela, evet çabuk unuttuk. Şimdi de 'Ulan Veysi' var…

İkisi de aynı yayın kuruluşundan çıkma.

Mübarek sanki bela da hep dönüp dolaşıp onları buluyor!

Kurumları da anlamak imkânsız.

İki gün önce yayınlarda el pençe divan olanlar bir an sonra köşesinden büyük muhalefete başlayabiliyor.

"Patronu aynıdır, hayırdır" diye düşünedururken bakarsın yine aynı ekranlardan başka muhalif sesler de yükselir.

Bir türlü anlayamazsın…

"Patronları Türkiye de yaşamıyor artık" denir.

Bu, cesur söylem değişikliklerini de açıklamaya yeterli midir derken hop Sedat Peker'in cebinden dökülen ilk birkaç 'kara para gazetecisi' de onların ekran yüzlerinden biri çıkıverir.

Tek başına mıdır, kimsenin mi haberi yoktur içinde bulunduğu ilişkiler ağından?

O pozisyona nasıl gelmiştir? Hepsi muamma…

AK parti dönemi medyasında hep bir 'gizli sebep' vardır ve o sebeple ekranlarda hiç durmadan yeni 'muhalifler' ve yeni 'yandaşlar' yaratılıp durulur.

Kim hangi yayını neden yapıyor, aslında o yayınlarla ne dengeleniyor veya hedefleniyor… Düşün dur da sonun Yalçın Küçük olsun!


Desen: Selçuk Demirel

Sonuçta lafın başına gelirsek, çok kovuldum ben.

Ama hiçbir kovulmamda kurullar toplanıp da günlerce, sancılar içinde hakkımda bir karar vermeye çalışmadı.

Hiçbir kovulmamda 'savunmam' istenmedi.

Hiçbir kovulmamda 'hazır olunca bir açıklama yap' denmedi…

Ve tabii hiçbir kovulmamda yüz kızartıcı bir suçum, karanlık adamlarla çevirdiğim işler, aracı olduğum akçeli konular mevzubahis değildi.

Patronlar hep düşüncelerimden rahatsız olarak kovdu beni.

Ve hızla kovdu.

Bir saniye bile düşünmedi.

Haklarımı alabilmek mi?

Sekiz yıl önce kovulduğum kurumdan hâlâ alamadığım tazminatın davaları sürmekte.

Şimdi bakıyorum bunların üzerlerinden pislik akıyor, paralar, çıkarlar, pozisyonlar… Hep beraber medyanın içini boşaltarak, değersizleştirerek, mesleğimizi yok eden yedikleri haltlar iyice görünürleşiyor.

İnsanın izlerken tüyleri diken diken oluyor.

Ama nasıl oluyorsa bu tiplere her türlü sahip çıkılıyor.

Öyle çat diye kovulamıyorlar, günlerce sürüyor, değerlendirmelere falan alınıyorlar.

Yayınlara davet ediliyorlar.

Valla bizi kimse davet etmedi.

"Gel arkadaşım bu erk seni kirletmeye çalışıyor, üzerine bazı tanımlar koyup marjinalleştirmeye, sanki suçluymuşsun gibi muamele etmeye çalışıyor, çık bizim yayınımıza anlat kendini" demedi.

Kişi en iyi kendini bilir, diye kendimden örnek veriyorum ama hakkı gasp edilenlerin en hafiflerinden biriyim. Benden beter deneyimler yaşayan onlarca meslektaş var biliyorum, biliyoruz, onlar da biliyor!

Gündemse şayet aranan kriter, bizlerin hikâyeleri de gündemdeydi.

Mağduriyetlerimiz hem haberdi hem de o an ülkenin konuşulan bir konusu üzerinden yaşanmıştı.

Ama kimse konuşmamız gerektiğini düşünmedi.

Kimse bizi yayınına davet etmedi…

Haklı olarak doğal seleksiyon diyeceksiniz, çünkü hepsi aynı suçu öyle veya böyle beraberce işliyor.

Kimi sadece daha fazlası için fikrini satıyor, kimi mesleğin arkasına saklanıp 'iş takipçiliği' yapıyor.

Sonuç, bu izlediğimiz tabloya dönüşüyor. 

Suç ortakları birbirlerine sahip çıkıyor.

Temizlik yapmaya çalışıyorlar.

Zira o temizlenmeyen kir her an diğerini de açığa çıkarabilir.

Zaten baksanıza hepsi arkadaş.

Hepsi birbirine bağlantılı.

Şimdi onlara deniyordur ki, "Üzülme kardeşim, burası Türkiye; iki olay olur ülkede gündem değişir unutulursun. Yine yoluna devam edersin"

Ve keza da olur!

Ama unutulmaz.

Çünkü içeride patlamıştır fırtına.

Bu saltanatın sonu gelmiş, fetret devrine girmiştir.

Şimdi birbirlerine sahip çıkmaya çalışacak sonra ateşin kendilerini de yakacağını anladıkları anda birbirlerini satacaklar…

Biz de tanıklık edeceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!