08 Nisan 2020

Bu yazıyı, mahkemesi bile belli olmayan tutuklu Selma Altan’ın bir yakını olarak okuyun

Kendimizi cezaevlerindeki insanların yakınlarının yerine koymak ve oradan konuşmak zorundayız

Size bugün Selma Altan’dan bahsetmek istiyorum. "Hayat eve sığar" diyemeyenlerden, 71 yaşında, koah ve yüksek tansiyon hastası, devletin "evde kal" çağrılarının dışında bıraktığı biri…

Ben evdeyim, kendimi virüsten korumak için izole ettim, edebildim.

Ailem evlerinde olduğu için içim bir nebze rahat.

Cezaevinde bir akrabam, özellikle de yaşı ve sağlık durumuyla risk grubunda bir yakınım olsaydı veya çalışmak için dışarıya çıkmak durumunda olsaydım işte o zaman bugünleri atlatmak gerçekten çok daha zor olacaktı, bunun farkındayım.

Bugünler, herkesin kendi dışında yaşananları da fark etmek durumunda olduğu günler. Hepimiz bir diğerimizden sorumluyuz.

"Ben evdeyim, korunmadayım, gerisi önemsiz" diyebilmek mümkün değil.

Hani IBAN kampanyalarında "Biz bize yeteriz" diyorlar ya.

İşte o biz bize yetme durumu para toplayarak, milyonlar bağışlayarak olmuyor.

Biz bize sahip çıkarsak ancak bu süreçten alacağımız yaraları sarabiliriz.

Bizim bize sahip çıkmak zorunda olduğumuz konulardan biri de cezaevleri. Cezaevlerinde yaşananlara kulak vermek, göz açmak ve oradaki insanlara el uzatmak, destek atmak.

Çünkü "yeni dünya" evlerinde izole olabilmiş insanların dizi izleyerek, yemek yaparak ve yiyerek vakit öldürmelerinden yakınmaları üzerinden kurulmayacak şüphesiz. Yeni dünya umalım ki kurulsun, beraberinde yeni ahlaki ölçütler, yeni anlayışlar getirsin!

Ne demek istediğimi daha net anlayabilmeniz için Selma Altan’ın yaşamına konuk etmek istiyorum sizleri.

Dediğim gibi Selma Altan;

71 yaşında.

Şakran Cezaevi'nde.

Koah hastası.

Hiper tansiyon hastası.

Eklemlerinde sorun olduğu için yürümekte zorlanıyor ve hızlı kilo kaybı sorunu yaşıyor.

Ve bildiğiniz gibi tüm dünya Koronavirüs salgınıyla mücadele ediyor.

Genç-yaşlı ayırt etmeyen bu salgından korunmak için herkes -yapabilen- herkes kendini evlerine kapatmış durumda.

İran’da bile mahkûmlar salıverildi. "Bile" diyorum, çünkü İran malumunuz…

Şimdi sizden bu yazıyı Selma Altan’ın bir yakını olarak okumanızı, kendinizi oraya konumlandırmanızı rica ediyorum.

Selma Altan Gümüşhaneli bir ailenin üç çocuğundan biri. Çocukluğu İzmir’de geçiyor.

68 kuşağı.

Bir doğa aşığı.

Kitapsız yaşayamayanlardan.

Sol görüşte ve görüşlerine sıkı sıkıya bağlı biri.

Sosyal ve sevilen bir kadın.

Sanatla, tasarımla ilgili, eline her aldığını bir şeylere dönüştürmeye bakanlardan.

Genç-yaşlı herkesin "Selma" diye seslendiği, yaşsız, açık fikirli, hatta birçokları için "değişik" yani alışılagelmemiş bir kadın.

Bir kızı ve torunu var.

Torunu da tıpkı diğer aile bireyleri gibi anneannesine âşık.

Gelelim Selma Altan’ı "cezaevine sokan" sürecin başına.

Selma Altan yaklaşık 6/7 yıl önce okuduğu bir kitaptan etkileniyor. Kitabın yazarının siyasi bir tutuklu olduğunu öğrenmesiyle de ona mektup yazması bir oluyor.

Uzun süren mektuplaşma dolayısıyla bir dostluğa dönüşüyor ve Selma Altan yazarın görüşçüsü oluyor. 

Şakran Cezaevi’ne görüşçü olarak gitmeye başlıyor.

Bu gidiş-gelişler esnasında tanıştığı ve mağdur olan herkese de yardım etmeye başlıyor.

İmkânsızlıklardan dolayı yakınını ziyaret edemeyen ailelere evini açıyor, havaalanından karşılayıp ziyarete götürüyor, hatta bilete parası yetmeyenlere bilet alıyor. Süreç ilerledikçe ailelerin gelemediği durumlarda mahkûmlara görüşçü de olmaya başlıyor.

Selma Altan zaman içinde siyasi koğuşun "canciğer Selma Ablası" oluveriyor.

Bu durum aile içi esprilere neden oluyor ama bir yandan da yaşı ve sağlığı sebebiyle kendini bu derece yormasına itiraz edenler de oluyor. "Geceleri öyle rahat uyuyorum ki her yorgunluğa değer" diye cevap veriyor Selma Altan tüm itirazlara.

Bulduğu fırsatlarda da İstanbul’a ailesini ziyarete geliyor.

Kız kardeşiyle, kızı ve torunuyla beraber oluyor.

Son gelişinde torununa "makarna makinası alıp beraber makarna yapma" sözünü tutmak niyetinde. Fakat o gece, kızının evine düzenlenen polis baskınıyla gözaltına alınıyor ve sonra tutuklanıyor.

Şimdi ziyaretçisi olduğu Şakran’ın tutuklusu!

Bir nevi "iyilikten maraz doğar" algısının devlet diliyle vatandaşa yansıması!

Selma Altan’ın torunu anneannesinin tutuklanmasına söz ve müziği kendisine ait bir parçayla, piyanosundan çıkan notalarla dile getiriyor.

Ailenin tarzını biraz anlamanız için 10 yaşındaki torunun yazdığı şarkıyı paylaşmak isterim sizinle (ses kaydını aşağıda bulacaksınız).

"Elinde sigaranla, bembeyaz saçlarınla götür beni gezmeye Selma.

Makarna makinası dükkânda bizi bekler, ben de seni beklerim Selma.

Her zaman gülümsersin, gülerken öksürürsün, hırpalanıyor musun Selma?

Güzel gülüşlerinle eğlendirirsin beni, seni çok seviyorum Selma.

Selma...

Selma...

Geri dön bana, çabuk dön Selma...

Selma...

Selma...

Geri dön bana, çabuk dön Selma..."

Selma Altan "siyasi tutuklu insanları ziyaret ederek örgütle içerinin bağlantısını sağlamak" ve "örgüt yöneticiliği" iddiasıyla suçlanıyor iddianamede.

Ziyaretler, ailelere alınan biletler veya mahkûmların hesabına kantin harcaması için yatırdığı paralar "örgüt faliyeti" olarak değerlendirilmiş.

Yardımların delil, akrabaların "şüpheli" olarak konumlandırıldığı bir dosya ile yargılanıyor.

Kızı ile İstanbul’da buluşması, kardeşiyle çarşıya çıkması, fotoğraflarla "x şahısla buluşma" olarak dosyada yerini almış. 

Yine bir "gizli tanık" ifadesine dayanarak ve gerisi olmayan birtakım iddialarla 71 yaşında, sevenleri, ailesi, hastalıkları olan bir kadın salgın sürecinde kendini korumaya alamıyor.

Oysa yaşı...

Oysa sağlık sorunları...

Tahliyesi için yeterli ama işte avukatların tahliye talebi karşılıksız kalıyor.

Çünkü dosyanın akıbeti de belirsiz. Şöyle ki; İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'nın hazırladığı iddianame İzmir 16. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderiliyor. Mahkeme görevsizlik kararı vererek dosyayı 26. Ağır Ceza'ya İstanbul’a gönderiyor. 26. Ağır Ceza ise dosyanın yeniden İzmir 16. Ağır Ceza'ya gönderilmesine karar veriyor. Mahkemeler arası uyuşmazlık nedeniyle dosyanın Yargıtay 5. Ceza Dairesi'ne gönderilmesi kararı çıkıyor. Dosya şu an Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nda 5. Ceza Dairesi'ne gönderilmek üzere bekliyor. Bir nevi askıda!

Operasyon İzmir’de gerçekleşiyor. 12 kişi gözaltına alınıyor, Selma Altan dışında tüm sanıklar İzmir’de yargılanıyor. Dokuzu bugüne kadarki duruşmalarda tahliye oldu, diğer iki kişinin duruşması da bugün görülecek, avukatlar onlara da tahliye beklediklerini söylüyorlar.

Fakat Selma Altan İzmir’de düzenlenen bir operasyonun İstanbul'da gözaltına alınan sanığı olarak yargılanamıyor bile!

Beş aydır cezaevinde, henüz bir duruşma tarihi bile olmadığı gibi onun dosyasına bakan bir mahkeme bile yok ortada ve korona tehdidi de kapıda…

Neden?

Çünkü siyasi bir suçtan yargılanıyor.

Ve işte özetle tüm mesele gelip "siyasi suç"ta kilitleniyor zaten.

Birçok düşünce suçlusu, birçok ideolojik duruşlu, birçok muhalif isim gibi Selma Altan ve yüzlercesi gibi "terör suçları" kapsamında bir nevi "kan davası" sonucu adeta ölüme terk ediliyor.

Hem de ne terk edilme!

Eldiven, maske ve dezenfektanı kendi paralarıyla ve çok pahalı bir fiyattan almaları gereken bir terk edilme!

(Pahalıdan kastım şu, 1 litre dezenfektan 150 lira).

Cezaevi doktorunun da virüse yakalandığı bir terk edilme!

Hapishane görevlilerinin sayılarının azaltıldığı ama siyasi koğuşların görmezden gelindiği bir terk edilme!

Sonra neden insanlar "devlet düşmanı" oluyor diye çok düşünmemek lazım aslında.

Bunu anlamak için ölümle burun buruna olan Selma’nın torununun yerine kendimizi koymak yeterli.

Ve hiç unutmayın hepimiz, düşünceleri, itirazları, vicdanı olan herkes bu düzen bu şekilde sürdüğü sürece birer Selma olma yolunda adayız!

O yüzden de infaz indirimlerine ilişkin yasada yer alan ve "terör" suçlarını bu salgından her türlü korunma hakkından mahrum bırakan maddeye en çok bizlerin itiraz etmesi gerekiyor.

Çünkü Türkiye gibi ülkelerde "terör", "terör"ü kapsamıyor.

Birçok siyasi görüş, ideolojik tavır "terör" olarak adlandırılıyor.

Selma Altan bu örneklerden sadece biri.

Onun gibi yüzlerce, binlerce insan var.

Gazeteciler, siyasetçiler, aktivistler var.

Bu süreçte onların da evlerinde korunması, onların da hayatta kalma haklarını savunmak şimdi bizlerin görevi.

Yazarın Diğer Yazıları

Gelin biraz da katrilyonlarca borç bırakan ‘kayyım rezaleti’ni konuşalım!

Kayyım atanan belediyeler adeta yağmalanmış, deniyor ya, hiç de boşa denmiyor o laf. Buyurun DEM Parti belediyelerine bırakılmış borç listesini alt alta koyalım. Eski para üzerinden tablodaki milyarları ‘katrilyon’, milyonları ‘trilyon’, binleri ‘milyar’ olarak da okuyun lütfen! Ülkeye, toprağa, insana, kaynağa yapılan ihaneti bir arada serelim ortaya. Öyle bir bir arada olabilelim ki, kimsenin bir daha ‘kayyım’dan söz dahi etmeye cesareti olmasın…

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…