18 Mart 2022

Barış talebi porsiyonlara ayrılabilir mi?

Savaş karşıtlığı dil, din, ırk, milliyet gözetmez; savaş karşıtı, taraflar her kim olursa olsun -buna kendi aidiyeti de dahil- aynı hassasiyetlerle yaklaşır, aynı itirazları dile getirir…

Son dönem Rusya'nın Ukrayna'ya savaş ilan etmesiyle Türkiye'de sıklıkla dillenen bir itiraz oluştu. Nedir o itiraz; "kendi savaşına karşı çıkmayan başkasının savaşına da karşı çıkamaz."

Ne demek istiyor bu itirazı dillendirenler biraz açalım… Savaş karşıtlığı dil, din, ırk, milliyet gözetmez. Savaş karşıtı, taraflar her kim olursa olsun (buna kendi aidiyeti de dahil) aynı hassasiyetlerle yaklaşır, aynı itirazları dile getirir. Aslında açıkça söylenmeyen ama söylenmek istenen, anlatılmaya çalışılan 'savaş' Kürt bölgelerinde yaşananlar ve toplumun önemli bir kesiminin tüm bu yaşananlara karşı, en hafifinden umursamaz ve 'milliyetçilik' adı altında takınılan tavırlarla işlenen suçları normalleştirmesidir.

Vuku bulan her olayın "ama sen şurada yoktun burada da olamazsın" mantığı üzerinden bir çekişmeye dönüştürülmesini fazlasıyla yersiz bulanlardanım. Ama konu Kürtler olduğunda, kimse kusura bakmazsa ben de o trene binmek durumunda hissediyorum kendimi! Çünkü gerçekten de Kürtlere yaşatılanlar karşısında memleket insanının duruşu kan dondurucu olmanın yanı sıra muazzam ayrıştırıcı ve taraf tutmayı vicdanen mecbur kılan da durumda.

Bakınız yüzlercesini bir kenara bırakarak bugün tek bir örneğe indirgeyelim meseleyi ve üzerinden yürüyelim, anlaşılmak daha kolay olacak inanıyorum.

2017 yılında 23 yaşındaki Kemal Kurkut Diyarbakır Newroz'una katılmak için miting alanına gitmiş ve tabiri caizse 'canlı yayında öldürülmüştü…' Üniversite öğrencisi olan Kurkut'un sırtından vuruluşu, elinde tuttuğu su şişesi dahil, aklımıza, hafızamıza kazınmıştı (en azından hafızalarınıza kazındığını umuyorum!)

Anasının ağıtları, cenazesinin ardından yakarışları kulağımızda dün gibi (en azından herkesin aynı üzüntüyü yaşadığına inanmak istiyorum!) Kurkut'un annesi ağladıkça yoksulluk, ağladıkça adaletsizlik, ağladıkça eşitsizlik döküldü yine gözler önüne, tıpkı benzer yüzlerce olayda olduğu gibi.
Ve şimdi tam da 'bu çağda savaş mı olur' gibi sorularını, yaşadığı çağdan bîhaberlerin, yüksek perdeden hayata bakanların ağızlarına tıkmak istercesine 'çağımız adaletsizlikler çağıdır' diyen bir karar çıktı Yargıtay'dan.

Polisin Kemal Kurkut'u gözlerimiz önünde vurarak öldürmesi 'yasal çerçeve'de sayıldı ve ateş eden polis memuruna bir suç yüklenemeyeceği beyan edildi. Daha da anlaşılır bir dille; adeta "23 yaşındaki Kemal Kurkut'un öldürülmesi tamamen 'yasal'dır" denmiş oldu.

Ülkelerin politik savruluşları bir nevi toplumsal karakter analizine en iyi malzemedir diye düşünmüşümdür hep. 2013 yılında Diyarbakır Newroz'unu coşkuyla kutlayan, ülkenin kalbinin o gün o alanda atmasını kameralar aracılığıyla yaşayan toplum yine aynı yerde, aynı alanda 2017 yılında gencecik bir insanın kameralar önünde vurularak öldürülmesini, önemli ölçüde sessizlikle izlemiş, ardından yaşanan haksız hukuksuz 'hak arama' sürecini de umursamamıştır. Ben daha ileriye gitmek istemem artık bu tabloyu sizler kendi meşrebinize göre adlandırınız.

Sonuçta… Bir genç daha neden öldüğü anlaşılamadan, neden öldürüldüğünün hesabı verilmeden öldürülmüştür. Bir ana daha büyük acılar içinde yapayalnız bırakılmıştır. Ve evet arkadaşlar birbirimize daha fazla yalan söylemeyi bırakalım, bu kadar acı ve kan dökülürken sessizce kafa çevirebilen insanlar, kalkıp da başka topraklarda yaşanan savaşa, acıya, haksızlığa, adaletsizliğe, ölen gençlere, yıkılan okullara, kararan hayatlara ne kadar da üzüldüğünü anlatamaz. Çünkü bütün benliğiyle üzülüyor olamaz. Çünkü reddettiğiniz bir savaş, reddetmediğiniz savaşları aklayamaz… Çünkü gerçekler… Çünkü barış talebi porsiyonlara ayrılamaz…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!