29 Nisan 2020

"Bana bakın" diye bağıra bağıra öldü genç bir insan ve dönüp de bakmadınız bile

Ölmek isteyecek kadar umudunu yitiren kimse, adil yargılanma için ölüm orucu eylemine girmez...

Ölüm orucu, üzerine yazmanın zor olduğu konulardan biri.

Genellikle dikkat edin, konu hakkında konuşmak zorunda kalanlar "açlık ve ölüm oruçlarını doğru bulmuyorum" gibi aslında sorulmayan bir yerinden konuya cevap vererek sıyrılırlar.

Ne yani sen doğru bulmuyorsun diye kişinin yaşam hakkını hiçe mi sayacağız?

Sonuçta ölüm orucunu bir eylem biçimi olarak benimseyen ve uygulayan olmadıkları apaçık ortada olmasına rağmen konuya girmekten kaçınırlar.

Çünkü intiba olarak, itirazını ucunda ölümle dile getirenler örgütlü insanlardır.

Olabilir veya olmayabilir.

Üzerine konuşacağımız kişiye/konuya/olaya ve hatta ana göre değişkenlik gösterir.

Konumuz asla bu detaylarda boğulmamalıdır ama.

Bir insan, sadece bir insan "Ben adil yargılanmıyorum, kimse beni duymuyor, o yüzden ölüm orucuna giriyorum. Amacım görünür olmak ve dosyamın adil bir incelemeden geçirilmesi" diyorsa, o ülkenin hukukçuları bu konuya el atmak zorundadır, nokta.

Artık kişi kimdir, hangi görüştendir, eylem meşru mudur tartışmaları sadece kaçak oynamaya girer.

"Görünür olmak için bu yolu seçmiş" deyip sırt dönmek ve görmezlikten gelmek kadar üzerine yüzeysel güzellemeler yapmak, sol alkış için bir iki slogan sıkıştırmak da katlanılmaz tutumlardır bana göre.

Adil yargılanma hakkı herkes için eşittir. Tartışmaya açık bir husus da değildir.

Bir insan "adil yargılanmıyorum" diyorsa o insanın dosyasının adilce ele alındığı kamuya anlatılmalı, ikna edilmeli veya ihmaller hızla düzeltilip sorun ortadan kaldırılmalıdır.

Mustafa Koçak

Mustafa Koçak konusunu da bu doğrultuda konuşmalıyız.

Geçen hafta gencecik bir insan öldü.

Şüphesiz ne yaşamı ne ölümü umurumuzda olan biriydi ölen!

Evet evet kesinlikle öyle.

Birbirimize yalan söylemeyelim.

Mustafa Koçak kimsenin umurunda olmayan biriydi.

Ünlü değildi, karizmatik değildi, bir kamuoyu oluşturmadı eylemi, o yüzden de sessizce aç kaldı ve sessizce öldü.

Yine tekrar ediyorum Mustafa Koçak örgütlü müdür, suçlu mudur fark etmez.

Her insan, suçluluğu, mahkemelerde tartışma götürmeyen delillerle ispat edilene kadar suçsuzdur.

Ve bu genç insan, suçu ispat edilmeden öldü.

Dosyasında muallaklıklar bulunduğunu, kendisinin suçsuz olduğunu, söz hakkı, savunma hakkı, ispat hakkı istediğini söyledi ama kimse onu duymadı.

Duyulmak için ölüm orucuna girdi.

Yine kimse duymadı.

Öldü yine pek kimse duymadı, duymak istemedi.

Bazı görüşlere denk geldim "adaletsiz yargılanmak yerine ölmeyi seçti" diyen uyduruk fikirlerin romantik sosa banılıp, "duyarlı aydın" puanından fayda sağlayacağı sanılan beyanlar!

İşte bizi bitiren beyanlar!

Evet, maalesef bu konuyu da tam anlayamadan "en doğru yorumu" yapma hevesindesiniz.

Ölmeyi tercih edecek kadar yaşamdan vazgeçenler eylem yapmazlar, her şeyden önce düz mantıkla olaylara yaklaşsanız, bize o bile yeter!

Bir kişi sesi duyulsun diye eylem yapıyorsa, sesinin duyulacağına ve ihtiyaçlarının yerine getirileceğine inanıyordur.

Yaşadığı ülkede bir vatandaşlık hakkı olduğuna, bir değeri olduğuna inanıyordur.

Kimse ölümünün dahi umursanmayacağını düşünmez.

Mustafa Koçak ne bilsin ölüsünün de en az dirisi kadar değersiz görüleceğini!

Ne bilsin hiçbir düzelmeye, gündeme gelmeye, adil yargılanmanın tartışılmasına yol açmayacağını!

Bilse yine bu eylemi tercih eder miydi? Şüpheli…

Evet bedenini yakan, kendini açlığa bırakan birçok eylemle karşılaştık son dönem.

Kimi fakirliğe isyan etti, kimi adaletsizliğe, kimi yaşadıklarına…

Kimi politikti, kimi ekonomik!

Hepsinin ortak noktası "duyulmak, görülmek ve haksızlığın çözülmesini ummak"tı...

Umudun olmadığı yerde eylem olmaz.

Hepsinin ortak noktası isyandı.

Boş verin ideolojileri...

Boş verin eylemleri doğru bulup bulmadığınızı...

"Bana bakın" diye bağıra bağıra öldü bir insan ve dönüp de bakmadınız bile.

Siz önce bununla hesaplaşın.

Yazarın Diğer Yazıları

Nerede o eski savaş muhabirleri!

Suriye’de yaşanan savaşta Türkiye ilk günden beri aktif rol oynuyor. Ve bizim neredeyse hemen hiç savaş muhabirimiz yok!

Olası barış sürecine nasıl destek olabiliriz?

Bilmediğimiz, anlamadığımız, doğrulatamadığımız, muhatapların da anlamaya çalıştığı, belirsiz, ‘ağır çekim’ bir süreçteyiz. Evet barıştan yanayız, aksi düşünülemez bile. Ancak bu koşullarda ve bu aşamada barış için verebileceğimiz tek destek, sadece sessizce izlemek olacaktır…

Yoksa sen de bir kadın düşmanı mısın?

Kadına şiddeti kınamak için eylem yapan kadınlara devlet eliyle yine şiddet uygulandı. Bunlar yaşanırken sokaklarda eyleme katılan kadınlara hırsla saldıran sivil erkekler de vardı… Soruna “ama’lı, fakat’lı” yaklaşan her kim olursa olsun, onu derhal yaptığı kadın düşmanlığıyla yüzleştirmeniz gerekir

"
"