17 Kasım 2020

Yeni Türkiye'nin haşmetlû dili: "Görevden af dileme"

İstifa, ilke olarak, gündelik dildeki anlamıyla "kabul" koşuluna bağlı değildir. Çünkü istifa, tek taraflı bir irade beyanıdır. Başka bir deyişle usulüne uygun bir istifanın geçerliliği, muhatabının kabulüne bağlı sayılmaz. Hukukta her işlem yenilik doğurmaz

Geçtiğimiz hafta gündeme bomba gibi bir haber düştü. Bakan Berat Albayrak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "bu ülkeye yakışmayan mecralar" olarak nitelediği ve "tamamen kaldırılmasını istediğini" söylediği sosyal medyada etkinlik gösteren Instagram hesabından, epey bozuk bir Türkçeyle "istifa" ettiğini duyurdu. AK Parti yanlısı medya, bu haberi vermeye cesaret edemedi ta ki Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bu konuda bir duyuru yayımlayıncaya kadar. Haberden yirmi yedi saat sonra, yine internet kanalıyla yapılan duyuru açık seçik şunu söylüyordu:

"(…) 8 Kasım 2020 Pazar akşamı, Hazine ve Maliye Bakanımız Berat Albayrak, sosyal medya hesaplarından birinde sağlık nedenleriyle görevden affını isteyen bir açıklama yayınlamıştır. Cumhurbaşkanımız tarafından yapılan değerlendirme sonunda, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın görevden af talebi kabul edilmiştir. (…)"

Bu ifade, 10 Kasım 2020 tarihli Resmî Gazete sayısında da aynen kullanıldı.

Yaşananların arka planındaki magazinsel aile içi çekişmeler, siyasi kliklerin arasındaki rekabet, uluslararası bağlantılar ve sermaye beklentileri ile konunun politik ve ekonomik etkileri, hafta boyunca çokça tartışıldı; daha da tartışılacağa benziyor. Zira büyük iddialarla açıklanan; muhalefetin eleştirisini, hükûmetin ve bazı ünlü sermayedarların ise coşkulu desteğini alan "Yeni Ekonomi Programı"nın akıbetinin ne olduğuna dair yurttaşlara veya milletvekillerine hesap verilmedi. Dahası bu konuda Cumhurbaşkanı'na hesap verilip verilmediğinden de kimse haberdar olamadı.

Bu olayın bize gösterdiği apaçık şey, "Cumhurbaşkanlığı sistemi" olarak adlandırılan yapının siyasal kurumlaşmadan ne denli uzak, basın özgürlüğünün ise sıfır noktasında olduğuydu.

Terminolojinin arkasında saklı olan mesaj

Öncelikle tartışmalı yönlerden biri kullanılan dille ilgiliydi. Bu bağlamda dikkat çekici nokta, "görevden af talebi" ifadesi oldu. Anayasa, böylesi işlemler için "istifa" ve "çekilme" kavramlarını kullanır. Örneğin 1961 Anayasası döneminde sadece "çekilme" kavramına yer verilmiştir. 1982 Anayasası'nda çekilmenin yanı sıra "istifa" kavramına da yer verilmiştir. Gerçi anayasa altı düzenlemelerde (örn. Milletvekili Seçim Kanunu) aynı konularda "görevden ayrılma" kavramıyla da karşılaşılıyor fakat bu tekdüzelikten sapma biçimleri eleştiriliyordu. Öğretide ayrıca haklı olarak "bu kavramsal çeşitlilik, hukuksal yönden farklılık yaratıyor mu" sorusu da sorgulanıyordu. Bu sorunun yanıtı Danıştay tarafından verilmişti. Mahkemeye göre bunlar aynı anlama gelen farklı sözcüklerdi. (Danıştay 1. Dairesi, K. 2015/339, 26.10.1992)

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ise bu geleneksel jargondan saparak "görevden af talebi" ifadesini kullandı. Bu kullanım, kamu hukukuna yabancıdır. (Ayrıksı olarak bkz. Merkez Bankası Kanunu md. 28/2) Kavram, Anayasa'nın Cumhurbaşkanına bakanları "görevden alma" (md. 106/4) yetkisi veren ve "istifa" sözcüğünün Arapça kökenindeki "afā" (عفا) ifadesiyle ve morfolojik yönüyle ilişkili olarak kavrandığında dahi özneyi tamamen edilgen kılan (görevden çıkarılma gibi) bir yön taşır.

Dil, düşünce ve kanaatlerin dolaysız anlatım aracıdır. İnsan dili konuşmaz; dil insanı konuşur, derler. Hâl böyleyken bu terminolojik tercihin bize verdiği bir mesaj vardır. Cumhurbaşkanlığı sisteminin getirdiği tek kişi yönetiminin "haşmetlû" ve "hikmetinden sual olunmaz" konumunu psikolojik olarak pekiştiren bu mesaj, rejimin patrimonyal (yani ağalık) yönetim olduğunu doğrular gibidir. Mesaj, sistemde "figüran" sayılan kişilerin, mutlak iktidar sayesinde geldikleri pozisyondan ancak bu iktidarın "affına sığınarak" çekilebileceğini anlatmıyorsa neyi anlatır?

İstifa kabule tabi mi?

Konunun anayasal açıdan tartışmalı bir diğer noktası da istifa talebinin kabulünün zorunlu olup olmadığıyla ilgiliydi. Bu konu, en son 2002 yılında, Ekonomi Bakanı Kemal Derviş'in bakanlıktan istifasının "kabul edilmediği" haberiyle gündeme gelmiş, uzun bir aradan sonra İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun 2020'nin Nisan'ındaki istifası ve bu istifanın "kabul edilmemesi" üzerine hortlamıştı.

İstifa, ilke olarak, gündelik dildeki anlamıyla "kabul" koşuluna bağlı değildir. Çünkü istifa, tek taraflı bir irade beyanıdır. Başka bir deyişle usulüne uygun bir istifanın geçerliliği, muhatabının kabulüne bağlı sayılmaz. Hukukta her işlem yenilik doğurmaz. Bazı işlemler tespit edici veya bildiricidir. İdarenin "kabul" vb. türden isimlerle yaptığı işlem, olsa olsa istifanın usulüne uygunluğunun tespit edildiğinin bildiriminden ibarettir. İstifanın geçerliliğinin gerçekten "kabul" koşuluna bağlı olduğu durumlar, kanunlarda açıkça yazılmalıdır. Mesela Devlet Memurları Kanunu (md. 96) olağanüstü hâl, seferberlik ve savaş hallerinde veya genel hayata etki eden afetlere uğrayan yerlerdeki memurların istifası için böylesi bir istisnayı açıkça yazmıştır. Bunlara Anayasa (md. 18) da izin vermektedir. Böylesi istisnaların dışındaki durumlarda "kabul", bir tespit işleminden ibarettir. Biçimsel bir sorun bulunmadıkça istifa iradesi reddedilemez. Bu, idare hukukunda baskın görüştür.

Konunun anayasal bir yönü de vardır. 1961 Anayasası döneminde, milletvekillerinin toplu olarak istifa ederek meclisi ara seçime zorlama ve bu yolla erken seçim atmosferi yaratma girişimleri olmuştu. 1982 Anayasası'nı hazırlayanlar böylesi girişimlere engel olmak için milletvekillerinin istifalarının sonuç doğurmasını, bir meclis kararına bağlı kıldı. Bu, başka bir partiye geçmek için partisinden istifa eden milletvekillerinin durumu için de geçerliydi. Anayasa'nın milletvekilleri için böyle bir koşulu özel olarak düzenlemesi, düzenleme yapılmayan durumlar için tek taraflı beyanın yeterli olduğunun da zımni kabulü olarak yorumlanırdı. 1995 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle bu tartışma nispeten kapandı. Zira değişiklik, milletvekilleri için bile istifanın etki doğurması için meclisin karar almasını gerekli olmaktan çıkardı. Kamu hukukunun diğer bağlamlarında olduğu gibi "tespit" yeterli sayıldı.

Yani Türkiye anayasal düzeninde istifa kabule tabi değildir.

Usul: Yazılılık ve ciddiyet

Konunun anayasal yönden kayda değer son noktası ise istifanın usulüyle ilgiliydi. Bakan Albayrak, istifasını Instagram isimli şirketin internet sitesi kanalıyla duyurdu. Başkanlığın yaptığı göndermeye göre bu istenç de söz konusu kanalla ortaya kondu. Yani eğer yanlış anlamadıysak Türkiye Cumhuriyeti'nin Hazine ve Maliye Bakanı, göreviyle ilgili böylesine önemli bir işlemi yabancı bir özel şirketin sunduğu hizmet yoluyla başlattı. Bu tarz, haklı olarak çokça eleştirildi. Gerçi basındaki bazı "kalemşörler" bakanın bu işlemi "nasıl isterse öyle yapabileceğini" söylemekten çekinmedi.

Eğer bu bir tercih meselesi olsaydı, "yerli ve millî" olduğunu söyleyen Bakan'ın tercihini, kullanıcıların, şirketin sunduğu müzakereye kapalı sözleşme uyarınca kişisel verilerini kullanımına izin verdiği ve ihtilaf hâlinde Kaliforniya mahkemelerinin yetkili olduğunu kabul ettiği, kâr amacıyla etkinlik gösteren çok uluslu bir şirket kanalıyla duyurmasının yerindeliğini tartışabilirdik. Ne var ki bu bir tercih konusu değildir. Kamu hukukunda istifanın bazı biçim koşulları vardır. Örneğin istifa bildirimi yazılı olmalıdır. Metin el yazısıyla olmasa da dilekçede mutlaka imza yer almalıdır. (Bkz. Danıştay 2. Dairesi, K. 2015/5542, 08.09.2015) Bu imza elle atılmıyorsa, 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu'nun öngördüğü koşullara uygun "elektronik imza" biçimine uyulması gerekir. Ayrıca istifa beyanının kamu kurumuna iletilmesi gerekir. Sosyal medya vb. alanlarda yapılan duyurular usulüne uygun istifa sayılmaz.

Geçmişte Turgut Özal'ın birlikte çalışacağı bakanlardan "açığa imza" aldığı ve olası bir kriz anında onları istifaya zorladığı veya bu yönde tehdit ettiği konuşulurdu. Öğretide bu durumun etik sorunlarının yanı sıra, baskı altında alınan istifa dilekçelerinin geçerli olmadığı savunulurdu. Fakat yine de usulsüzlükler, görüntüyü kurtararak yapılırdı. Geldiğimiz aşamanın trajik yönü, anılan felaket yıllarını bile mumla arıyor olmamızdır.

Bu notları düştükten sonra kısa bir toparlama yapmak gerekirse: Türkiye bunu hak etmiyor. Keyfîliğe karşı kurumlaşmaya, direktiflere değil hukuk kurallarına ve talimat beklemeden kamuoyunun bekçiliğini yapacak özgür basına ne denli ihtiyaç duyduğumuzu tekrar gördük.

Cumhurbaşkanlığı sisteminin bizi sürüklediği yönden dönmek için hâlâ geç kalmış sayılmayız. Uçurumdan yuvarlanmadan bu yoldan dönelim.

Yazarın Diğer Yazıları

Nedir şu “Yerel Özerklik” dedikleri? | Avrupa Yerel Yönetimler özerklik şartı

Bir kişinin terör mahkûmu olursa belediye başkanı olamaması anlaşılır ama daha hüküm yokken peşinen ve bu kadar çok sayıda seçilmiş kişinin görevden alınmasında her hâl ve kârda ağır abeslik var

Türkiye'de içki sadece içki değildir

Vergi adı altında içki içmenin cezası kesiliyor

Köylerde küslük yaratan muhtarlık seçimleri: Eşit ve gizli oy ilkelerinin ihlali

Muhtarlık seçiminde de kendine özgü bir resmî adaylık usulü uygulanmalı ve gizli oy ilkesini güvence altına alan bir pusula standardı getirilmelidir