24 Ağustos 2021

Yargıyı ele geçirme taktikleri: Yemek buldun mu ye, dayak buldun mu kaç!

Eğer hukuk devletinin çöküşünün tarihi yazılacaksa bunun sadece iktidar eliyle olmadığını, hâkim ve savcıların bir kısmının bu çöküşte araçsallaştırılmaya dünden razı olmalarından da ileri geldiğini bilelim.

Karşılaştırmalı Anayasa hukuku çalışmalarında, otoriter yönetimlerin, yargı erkini ele geçirme “taktikleri” konusunda bir literatür birikti. Tabii ki bu literatürü bir gazete yazısında aktaramam. Ama buralarda yazılanların benzerlik gösterdiğini ve taktiklerin üç aşağı beş yukarı belli olduğunu söyleyebilirim.

(1) Hâkim savcı alımlarının yürütme erkine bırakılması

İlk yöntem hâkim ve savcıların mesleğe alınma usullerini hâkim savcı güvencelerinden muaf hâle getirmek ve mesleğe alım ve eğitim süreçlerini bir idari iş hâline getirmek. Türkiye’de bu yöntem 1990’lı yıllarda birden çok kez denenmiş ama Anayasa Mahkemesi buna ‘dur’ demişti. (1, 2) 2010’dan sonraki AYM ise buna izin verdi. Bu dönüşüm de kendiliğinden olmadı. İkinci bir yöntemin devreye girmesiyle gerçekleşti.

(2) Mahkeme üye sayılarıyla oynanması

Mahkemeler aşama aşama paketlendi. “Mahkeme paketleme” (court packing) denilen yöntem, otoriter yönetimlerde daha yargıçları (özellikle de yüksek mahkeme yargıçlarını) görevden almak mümkün olmadığında uygulama buluyor. Yöntemin özü basit. Mahkemelerin üye sayılarını ve atama kaynaklarını farklılaştırmak ve “yandaş” üyeler yoluyla içtihadı değiştirmek….

Dediğim gibi bizde bu taktik, on yıldan uzun zamandır defalarca kez uygulandı. Yargı, parça parça yandaşlaştı. Sürecin özetini şuradan okumak mümkün.

(3) Mahkemelerin etkisinin kırılması

Bunların yanı sıra, başvuru mekanizmalarını anlamsızlaştırmak veya mahkeme kararlarının etkisini zayıflatmak da bir yöntem. Bizde bu, iktidar sahiplerinin Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarına uyulmaması çağrılarıyla vücut buldu. AYM’nin kapatılması veya başvuru yollarının değiştirilmesi ise şimdilik söylem düzeyinde… Ama bu tehditlerin hizaya getirme amacı taşıdığı açık.

(4) Bütçe kısıntıları

Yargı bağımsızlığını dinamitleme yöntemlerinden birini de bütçe kısıntıları uygulamak oluşturuyor. Bizde bu konuyu pek takip eden yoktur ama akçeli işler yargı bürokrasisi açısından oldukça önem taşır. Kamuoyuna yansımasa da mesajı veren verir, alan alır.

Bu alanda çalıştığım için AYM’nin bütçesini yıllık olarak takip etmeye çalışırım. Elimdeki verilere göre Mahkeme’nin yıllık bütçeden aldığı pay yıllara göre şöyle:

 

Bireysel başvuru usulüyle birlikte mecburen artan AYM bütçesi, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından kısıldı. Bu grafik, gören gözler ve duyan kulaklar için epey şey anlatıyor. Bu yazıda, grafiğin ne anlattığının üzerinde durmayacağım. Belki başka bir yazıya…

(5) Sopa ve havuç yöntemi

Üzerinde durmak istediğim konu, bizdeki en yaygın yöntemle ilgili. Batılılar buna “sopa havuç yöntemi” diyor. Bu yöntem de çok karmaşık değil. Lehe kararlar veren, iktidar ile uyumlu hareket eden hâkim ve savcıların ödüllendirilmesi; aksi yönde hareket edenlerin ise sürülmesi, terfiinin durdurulması, psikolojik saldırıya (mobbing) uğratılması, hatta icabında cezalandırılması.

Bu ikiliğin taşıdığı mesajın amacı ceza ve ödül verilenlerden çok bunu takip eden hâkim ve savcılardır: Uslu karalar verirsen sen de bir gün ödüllendirilebilirsin; yok eğer haddini aşarsan başına gelebilecekleri gör ve dikkat et!

Bu “havuç-sopa yöntemi” özellikle Macaristan ve Polonya’da son yıllarda yaşanan yargı operasyonları için prototip sayılıyor. Aslında buna mutlaka Türkiye de dâhil edilmeli çünkü buralardaki durum da farklı değil.

Sopalar

Türkiye hâkim ve savcı “sopalama” konusunda deneyimli bir ülke. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarında dahi bu konudaki ilkesel örneklerin Türkiye’yle ilgili olması bunun göstergesi.

Bu kararlara bakıldığında dahi, muktedir söylemlere uymayan hâkimlere disiplin cezası, sürgün hatta icabında meslekten çıkarma yaptırımı uygulandığını anlamak mümkün. Ana akım söylemlere ve yaşam tarzına uymayan hâkim M. Emin Albayrak  davasını buraya; Kenan Evren’i ve diğer cuntacıları yargılamak için harekete geçen ve bu nedenle meslekten atılan savcı Sacit Kayasu davasını buraya; iktidar ile uzlaşmadığı için sürülen ve “coğrafi teminat” yokluğunun Strazburg’da çok yakın zaman önce karara bağlandığı Ömer Faruk Eminağaoğlu kararını da buraya bırakıyorum.

Hepsinin Türkçe çevirisi var. Meraklısı ve ilgilisi mutlaka okumalı. Fakat bu kararları okumak ve bilmek sanılanın aksine çok az şey ifade ediyor. Çünkü hâkim-savcılar için dikkat çekici olan şey, yıllar sonra verilen ihlal kararları değil; iktidarın nasıl olup da istediği hâkim ve savcının hayatını alt üst edebildiğini gösteren mesajlardır. Otoriterlik, yapılanların doğru veya yanlış olmasıyla değil, yapılabilir olduğunu göstermekle inşa edilir.

Nitekim sadece OHAL sürecinde meslekten çıkarılan 8 binden fazla hâkim ve savcının büyük çoğunluğunun mesleğe alınma ve terfi yöntemleri nasıl bir “yapabilirlik” mesajıysa, meslekten çıkarılmaları da öyle bir mesajdı. Ayrıntılar ve teknik meseleler bu bağlamda talidir. Çünkü Yargı alanında kimin muktedir olduğu gösterilmiştir.

Havuçlar

İktidar sadece cezayla hizaya getirmez. Çünkü sadece cezayla yapılabileceklerin bir sınırı vardır. Belli bir yönde davranmamak gerektiğinin bilinmesi belli bir yönde davranmanın garantisi değildir.  Ayrıca bir koşullandırma ve motivasyon gerekir.  Bu da ödüllendirmeyle olur. Bu ödüllendirmelerin de biçimleri çeşit çeşittir. Karşılaştırmalı literatürde hızlı terfi, ek ve makul idari görevlere atama, coğrafi açıdan uygun yerlere tayin etme gibi yöntemlerden bahsedilir. Türkiye’de bu yöntemlerin hemen hepsi, derece mahkemelerinde uygulama buluyor. Kamuoyuna yansıyan örnekleri, yeri geldiğinde açabiliriz. Şimdilik not edelim.

Ama şunu da bilelim: Bu teknik, daha çok alt derece mahkemelerde iş görür. Yüksek mahkemelerde hâkim ve savcılar zaten bir “yere” gelmiş olduğu için buralardaki vaatler daha sınırlı kalır. Politikanın, bu koşullara uyarlanması gerekir. Bu bağlamda da iki örnek ön plana çıkar:

Birincisi promosyonun, yüksek mahkeme üyelerinin yakınlarına uygulanması; ikincisi de promosyonun emeklilik günlerine bırakılması.

Türkiye’de son yıllarda, bazı yüksek mahkemesi üyelerinin yakınlarının yürütme erki bünyesinde göreve atanmalarıyla ilgili olarak, basına bazı haberler yansıdı. Bu haberler, birinci başlık için incelenmeyi bekleyen veriler.

Diğer bir başlığı ise emekli olmalarından kısa bir süre sonra yürütme erki bünyesinde görevlere (örn. devlet bankalarının yönetimlerine) atanan yüksek mahkeme hâkimleri oluşturuyor.

Bu iki durum da hem yargı etiği yönünden hem de yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı yönünden büyük sorunları en azından derinlemesine tartışmaları beraberinde getiriyor. Bu görevlere yapılan atamaları kabul eden hâkim ve savcılar hem geçmiş kararlarını sorgulanır hâle getiriyor hem de iktidarın hâkim ve savcılara verdiği örtük mesajın aracı oluyorlar.

Şimdilik burada duruyorum. Fakat şunu da kaydetmeden edemiyorum: Eğer hukuk devletinin çöküşünün tarihi yazılacaksa bunun sadece iktidar eliyle olmadığını, hâkim ve savcıların bir kısmının bu çöküşte araçsallaştırılmaya dünden razı olmalarından da ileri geldiğini bilelim.

***

Bu belki de “havuç sopa yöntemi”nin Türkçe karşılığının olmamasıyla ilgilidir. Çünkü bizde böyle bir söz yoktur ama atalarımızın, böylesi stratejilerin muhataplarına “yemek buldun mu ye, dayak buldun mu kaç” diye verdiği çokça öğüdü vardır. 

Konuya böyle bakınca meselenin kültürel yönü, sandığımızdan da fazla gibi görünüyor. Kim bilir, belki de sorunu çözmeye çok derinlerden başlamamız gerekiyordur. Olabilir. Ama müstakbel iktidar değişikliğiyle birlikte her hâlükârda ve derhal başlamalıyız, artık neresinden olursa…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kayyım uygulamaları tarihsel yoruma da aykırı

Anayasa’yı koyan kurucu iktidar İçişleri Bakanının belediye başkanlarını geçici olarak görevden uzaklaştırma yetkisini, “görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılmış olması” koşuluna bilerek ve isteyerek bağlamıştır

Esenyurt Belediyesi'ne kayyım atanması Anayasa’ya neden aykırı?

Bu konu idari yargıya taşındığında, hükmün somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesi ve AYM’nin hızlı bir karar alması gerekir

“Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz!”

Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun!

"
"