1965 yılından itibaren çizip yayımladığım yürüyenlerin serüvenleri, 1999 yılında Metis Yayınları tarafından aynı adla “Yürüyenler” diye kitaplaştırıldı. Kitabın başlangıcında önsöz niyetine yer alan uzun bir de inceleme yazım vardı ve şu sözlerle başlıyordu:
“Yürüyenler! Sokaklar dolusu yürürlerken bir zamanlar, kağıtlar dolusu çizmişim ben de onları. Bu çizimlerden birinin köşesinde şu not var: “Bir ülke insanları ki kendi gerçeklerini yaşayamazlar, bu olanak tanınmaz kendilerine; yürürler onlar da. Gerçeklerini yaşamış olurlar o gün için. Yürüyenler yaşayanlardır hep.” Bu deyişte sırasıyla bir eleştiri, suçlama, tespit, savunma ve bir yüceltme gizli.
…..
Yürümek, ‘söz’ün geçmediği yerde, işe yaramadığı anda, ‘bedeni’ ileri sürmek demekti. Onun için önemliydi. Onun için, tıpkı savaşta olduğu gibi, son çare idi. Belki savaştan farkı, elde silâh yerine, üstü yazılı pankart taşınmasıydı. Söz’den tamamıyla umut kesilmediğinin bir göstergesi sayılmalıydı bu.
…..
Yürüyüş kolu , bayraklarla, marşlarla, büyük kalabalıklar oluşturarak düzgün sıralarla yola çıkıyor …… Hedef, çoğu zaman bir alana varmak, orada toplanmak oluyordu.
……
Evet ‘beden’in öne sürülmesi gerekiyordu. Öte yandan akıl ise, aklın kullanılmasını ve bedenin sakınılmasını emrediyordu.
……
Ama bazen kişinin kendi tarafının ve kendi değerinin yine kendi gözünde ve herkesin önünde bir kez daha kanıtlanması kadar, bir eylemin işlevinin savsaklanamaz önemde oluşu da, hiç düşünmeden ona katılmayı zorunlu kılıyor, bunu göze almayı gerektirebiliyordu. Gövdenin gösterilmesi isteniyordu en azından. Zaten eylemin bir tanımı da buydu; ‘gövde gösterisi.’ Katılıyorduk.
…..
Öte yandan gösteri ve kavga, salt gövde ile mi olur? Sanat, geniş bir gösteri ve mücadele alanı ve biçimi değil mi?... Sanat her şeyle ilgilenebilirdi. İlgilenmeliydi de. Ama onun neyle ilgilendiği ve ne dediği kadar, hatta ondan da çok, nasıl dediği ve bunu ne zaman söylediği önem taşıyordu doğrusu ….. Kağıt, kalem ve masanın zarif çekiciliği ile o günlerin sert siyasetinin güçlü iticiliği bir araya gelince, kişinin yapabilecekleri de biçim kazanmaya zorlanıyordu.
“İnsanın bu evrendeki güzelliği sevmesi, düş ve düşün âleminde başıboş yaşaması, her zaman kolaydır. Fakat insanların yoksulluğundan kaçmaya çalışmak ve onları ıstıraba sürükleyen sorunlarla ilgilenmemek hiçbir şekilde mertlik olamaz. Fikrin kendini gerçekleştirmesi için sahibini eyleme sokması gerekir.” Pandit Nehru’nun, kızı Indra Gandhi’ye hapishaneden yazdığı mektuptan…. ”
Ve kitabın başlangıcında önsöz niyetine yer alan yazı, işte bu minval üzere uzunca bir süre daha gidiyor, sonra da kitabın sayfalarını çizimlere bırakıyordu.
---------o----------