Tarih boyunca insan evladı ile dost, arkadaş ve gönüllü hizmetkâr olan atlar bugünkü gibi aşağılanmadı, eziyet görmedi, acınası hale düşürülmedi. Hep el üstünde tutuldu.
At, avrat, pusat üçlüsünde, yiğitliğin timsali olarak ilk sırada yer aldı. Büyük göçleri, büyük savaşları, meydan muharebelerini yapan kahramanları ve onların kumandanlarını sırtında taşıdı. Onların heykellerini meydanlara hep at üstünde diktiler.
Çift sürdü, yük arabası çekti, haber taşıyan ulakları dörtnala koşturup menzile zamanında ulaştırdı, kralların kraliçelerin saltanat arabalarına koşuldu, Karacabey haralarında dinlenmeye çekildi, bakım gördü okşandı, öpüldü, kaşağı ile tımar edilip tazelendi, teri silindi, avucumdaki kesme şekeri dudaklarıyla usulca almışlığı bile vardı.
İyi güzel de Ada atları neden iftiraya uğradı, eziyet gördü? Foto muhabirlerinin önünde, koşumlarına dolaştırıldı, asfaltlara yıkıldı kaldı. Onlara acıyanlar, vah vah diyenler çıktı. Hatta Brigitte Bardot'nun "… atlar insanlarla bir arada olmadan doğada yaşayamazlar" sözüne sağır kalanlar oldu. Abbas Sayar'ı tanımayan, Yılkı Atı'ndan habersiz, salalım gitsin, diyen yufka yüreklileri Ada atları için üzdüler...
Çünkü dünyada arsızlık doruklara ulaştı, mertlik bozuldu, hem de her konuda. Açgözlülük gelişirken, açık sözlü olmak, açık konuşmak demode oldu. Yaptığını, ettiğini, her konudaki isteğini, niyetini saklamak esas oldu. Ardından topçu mantığı misali, karşı çıkan hedefinlerini sürekli desise ile vura vura iyice yumuşatmak, amaçlara varmak için en geçerli yol oldu, atlara acındırmak da bunun içinde. Sonra…
Ardından oraya kurtarıcı, sorun çözücü olmak iddiasıyla yaklaşanların, dileklerini kolayca kazanca tahvil etmeleri, onlar için işten bile sayılmadı. Hüner dedikleri şey, her halde konkurhipiklerde, marifetli atıyla mâniaları rüzgâr gibi geçmek dürüstlüğü değildi, işte böyle bişeyler çevirebilmekti!..
Adalarda atlı faytonların yerine elektrikli küçük araçlar mı gelse, ne dersiniz? Bu önermenin sükûnetle tartışmaya açılması dururken, atlar için tezvir ve eziyetle acıma duygusunu kamçılamayı ve patırtı yaymayı seçmek, kimlerin işine geliyordu bilmiyorum.
Hipodromlarda altılı ganyan tadında, atlara yapılan tımarı, muhabbetli bakımı, bu özeni aynen Prens Adalarına taşımak ve fayton çeken atlara uygulanmasını istemek ve o atların faytoncularının sorunlarını çözme konusunda da onlara yardımcı olmak dururken, onları özgürleştirmeliyiz salalım gitsinler düzmece şarkısını çığıranlara ne demeli, onu da bilmiyorum.
Siyasetin yasaklar ve bencillikler içinde nefessiz bırakıldığı ortamlarda Beyoğlu'nun tramvayı gibi Prens Adaları faytonlarının da eski güzel günler hatırına özlem duyulan kent değerleri olduğu unutuluyor. Üstelik adalı olmanın hızına ve adalara özgü trafiğe uygunluğu yıllardır yaşandığı ortadayken, Büyük Şehir ve Adalar Belediyeleri ve sevilen başkanlarından becerikli ve yürekli çözümler beklemek neden hakkımız olmasın?
Hemen söyleyeyim; faytonların yerlerine, kolay yutulsun diye, alaca bulaca renklerle boyanmış ve kalıplanmış saclardan oluşan dört tekerli minibüs bozması araçları adalara doldurmak istiyorlar, bunları teşhir etmekten utanç da duymadılar, şaştım. Nedir zorları?
Ne olacak, adalılar ve adasızlar Prens Adaları'nda, o araçlarla vızır vızır hızla dolaşacaklar ki, paracıklar da birkaç adasızın yem torbalarına bolca uğrasın!..
Yine bu yıl Ada sensiz / İçime hiç sinmedi
Dilde yalnız dolaştım hep / Gözyaşlarım dinmedi,
Ben de şaştım nasıl oldu / Yüreğime inmedi.
Bu güzel şarkıyı Melihat Gülses'den dinlerken daha dikkatli olun, öksürüklü olmayın.