03 Temmuz 2018

Şehir hayvanları

Onlar sokakta olduğu kadar, parkta, çarşıda dükkanda, çatıda, siyasi partilerde, evlerde, yatak odalarında ve kucaklarda kentlilerle birlikte yaşayıp gidiyorlar

Brigitte Bardot bir zamanların güzelliği ile çok ünlenmiş aktrislerindendi. Onun iç gıcıklayan fotoğrafları öğrenci dolaplarının kapak içlerinde boy gösterir, dolabın her açılışında sahibine  gülümser, kırıştırırdı. İleriki yıllarında doğa harikası güzelliğini kozmetik ürünlerle korumak yerine kendi halinde yaşlanmaya bırakmıştı. 'Evren zamanı' onu çevresi ile birlikte günbegün değiştirirken ona saygılı davranmış ve bu güzelliğin yüzünde yarattığı çeşitlenmeyi izliyor olmamıza aldırmamış, bunun tadını çıkarmıştı. Aynı tutumu tabiatın yarattığı mahlûkata karşı da göstermiş, onların korunması, esirgenmesi için çabalamış, onlar için üzülmüş ve öfkelenmişti. 

BB’nin bizim kulaklarımıza kadar ulaşan uyarıcı bir bakışı zihnimde yer etmişti.

Diyordu ki;

"Kediler, köpekler ve atlar insanlarla bir arada olmadan doğada yaşayamazlar." 

Bu hayvanlar çoktaan vahşi tabiatı terk edip kaderlerini insanlarla paylaşarak onların yanında şehirlere yerleşmişlerdir. Onlar insansız yapamazlarken, insanlar da onlarsız olamamış ve hep birlikte yüzbinlerce yılı,  paslaşarak, paylaşarak, yardımlaşarak alış veriş içinde bu günlere vardırmışlardır. 

Bu da kısaca uygarlık adı ile tanımlanmıştır.

Vahşi doğanın acımasızlığını kente taşımayı hüner sayan kimi politikacı ve onların pohpohladığı destekçileri dağlarda ormanlarda sürdürdükleri avcılığı şehirlere taşımışlar. Ama bunu yaparken avcılığın o çok övündükleri şans eşitliği ahlâkını da ormanda bırakmış, uygarlıktan vazgeçmişler, birbirlerini ve kıpırdayan her şeyi vurup kırmaya, kesip öldürmeye başlamışlar. Bu da yetmemiş uygarlığın karşı koymasını önlemek adına, sahte acıma cehaleti ile şehir hayvanlarının özgürleşmesini savunur olmuşlar. 

Hipodromlarda altılı ganyan gelirinin lezzeti namına atlara yapılan tımarın, muhabbetli bakımın Prens Adalarında fayton çeken atlara da gösterilmesini istemek, yardımcı olmak ve bu özeni oraya taşımak yerine, onları özgürleştirmeliyiz, salalım gitsinler düzmece şarkısını çığırıyorlar.

O atlar ki, binlerce yıldır ulaşımda, savaşlarda, insanlarla birlikte olmuş, onları  tepesinde gururla taşımış, insanlar da bu gururu paylaşıp edebiyatlarında onlara mutena yerler ayırmıştır, sonunda  ‘O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler çekip gittiler...’ diye yazdıkları  gibi…

Zaten ilk otomobiller atları çıkarılmış bir fayton biçiminde idi, arabacının yeri duruyor, önünde de yumruk kadar bir motor!

Sonra unutmayın, attan inip bindikleri otomobilin motor kudretini hâlâ "beygir gücü" adıyla ve at sayısı karşılığı ile tanımlıyorlar.

Siyasetin yasaklar, gaddarlıklar ve bencillikler içinde nefessiz bırakıldığı ortamlarda Beyoğlu'nun tramvayı gibi Adalar'ın faytonlarının da nostaljik kent değerleri olduğu unutuluyor. İlle de motorlu taşıt kullanılacak, ille!..

Oysa otomobiller de artık isimleri gibi sürücüsüz  'kendigider' olma yolunda. 

Hep meraklanmışımdır, 'dolmuş' ve 'kaptıkaçtı' gibi  harika isimleri uyduran zihinler neden acaba zamanında otomobil sözcüğünü yerelleştirip 'kendigider' dememişler, hem tam çeviri, hece sayısı da aynı üstelik.

İlk otomobilin 1770'lerde icadından bu yana 250 yıl sonra yapılacağı söylenen ilk yerli ve millî arabaya belki de şimdi "kendigider" denilir, kim bilir? Çünkü 1961 de yapılan ilk millî araba "Devrim" kendi gidemediği için arkasından itilmişti. Ondan sonra 1966 da yapılan ilk yerli araba "Anadol"un kaportasını keçiler yemişti, öyle derler. “Nobel” isimli çok küçük bir ilk yerli araba da unutulup gitmişti.

Yine bir gün denenecek olan, yerli ve milli elektrikli arabaya da, yoksa  “Yıldırım” adı mı verilecek? Elektrikten kinaye yada son başbakanın anısına!..

Alışın artık dostlar, politik eleştirilerde de, artık politik davranılıyor olmasına, alışın!..

Hazır, başarılamamış öneriler ukalalığına varan bu köşe yazısını, içime dert olan başka bir konuyu da, elbette Brigitte Bardot ile birlikte, burada anarak bitireyim. Kediler ve köpekler, atlar ve hatta kuşlarla hep bir arada, kentlerde yaşayıp geliyoruz.

Neden kedileri ve köpekleri “sokak hayvanları, sokak kedisi, sokak köpeği” gibi aşağılayıcı, üstelik doğru olmayan bir niteleme ile adlandırıyoruz?

Onlar sokakta olduğu kadar, caddede, parkta, çarşıda dükkanda, çatıda, siyasi partilerde, evlerde, evlerin baş köşesinde, mutfakta, yatak odalarında ve kucaklarda kentlilerle birlikte yaşayıp gidiyorlar.

Kentin kırmızı ışıklarında karşıdan karşıya geçmek için yeşil ışığın yanmasını bekleyen kulağı küpeli, yani aşılanmış, köpekleri herkes görmüştür, bilir. Kediler daha kıvrak ve çok daha usta şehirlidirler. Kedilerin şehir hayatları filme bile konu olduydu.

Şehirli ve örgütlü hayvan sever dostları, sokak hayvanları yerine “Şehir hayvanları” tanımlamasıyla tanıştırmada pek başarılı olamadımdı. Bakalım!..

Yazarın Diğer Yazıları

Tan Oral çiziyor...

Türkiye'nin önde gelen çizerlerinden Tan Oral, çizgileriyle Türkiye ve dünya gündemini yorumluyor...

Tan Oral çiziyor...

Türkiye'nin önde gelen çizerlerinden Tan Oral, çizgileriyle Türkiye ve dünya gündemini yorumluyor...

Tan Oral çiziyor...

Türkiye'nin önde gelen çizerlerinden Tan Oral, çizgileriyle Türkiye ve dünya gündemini yorumluyor...

"
"