Herhangi bir yerde adaletsizlik ve haksızlıklar sonucu taraflar belirginleşmiş ise...
Taraflardan biri varlığının güvencesi için doğal olarak esasen silahlı ise...
Diğer taraf da aynen bu korunmanın güvencesinden yoksun kalmış ise…
Kendini korumak adına o taraf da silahlanmış ise...
Taraflardan biri büyük ve kerim ise...
Doğal olarak silahlı ise...
Haksızlıklar yaptığı töhmeti altında ise...
Diğer taraf azınlıkta ise...
Haksızlığa uğradığını iddia ediyor ise...
Bu gerekçe ile silâha sarıldığını söylüyor ise...
Çatışma kaçınılmazdır.
Bu durumda...
Taraflar otuz yıldır birbirlerine silah doğrultmuşlar ise...
Her iki taraf da onbinlerce kayıp verdiler ise...
Bu kırımdan kurtulmanın yolu tarafların diğerini pes ettirmesinden geçiyor ise… Ama bu da olacak gibi bişey değil ise...
Bu çatışmanın bitmesi taraflardan birinin diğerini yok etmesine bağlı sanılıyor ise…
Ama bunun olması ne kabul edilebilir ve ne de mümkün ise...
Acılı, yorgun ve bıkkın olan taraflar, artık çatışmaya neden olan sorunların bu yolla çözülemeyeceğini görüyorlar ise...
Bunu anladıklarını ara sıra bunu deneyerek göstermişler ise...
Taraflar bu çıkmazdan kurtulmanın konuşma yoluyla anlaşmaktan geçtiğini de görüyorlar ve denemişler demektir.
Buna rağmen taraflar, yine de birbirlerine güvenemeyeceklerdir.
Çünkü... Silâhın şakası yoktur.
Eğer bu ise'ler mantıklı ise...
Taraflardan birinin diğerine baltalarını toprağa göm, öyle konuşalım demesi mantıklı değildir.
Çünkü konuşma isteği ve gereği, silahsızlanmayı ve buna bağlı olarak kalıcı çatışmasızlığın yollarını bulup açmak için masaya karşılıklı oturmayı zorunlu kılıyor iken…
Otuz yıl süren, otuzbin kayba neden olan güvensizlik ortada duruyor iken... Dünyada bahane'den daha çok uydurulacak hiç bir şey yok iken...
Silahsız kalan taraf, diğer tarafa neden ve nasıl güveneceğini bilemez iken…
Taraflardan biri diğerinin dayattığı gibi silahını, aralarında konuşup anlaşmadan, yok edecek olursa, ardından başka neyi konuşulacaklardır ki...
Ve bütün bu sıkıntı ve acıların kökünde haksızlıkların, adaletsizliklerin tahrip ettiği güven sorunu olduğunu unutmadan...
Ve o yaşamsal öneme sahip güven ortamına varmanın ancak temkinli adımlarla yaklaşarak olabileceğini akıldan çıkarmadan...
Bu ihtiyatlı küçük adımların hiç bir kayda ve şarta bağlı olmaksızın atılmasının güven ortamına doğru küçük kazanımlar getireceğini hatırda tutmayı ihmal etmeden...
Taraflar konuşacak ki...
Dillerden düşmeyen sulh ve sükûn gelebilsin.
Yok… Taraflar... Konuşmaktan kaçınıyor… Konuşmaktan kaçıyor ise...
Ya korkuyorlardır... Ya da aynı nedenle kötü amaçlar güdüyorlardır…
Her ikisi de güven eksikliğinin yaramaz sonuçları sayılmalıdır…
Ve de kimsenin kimseyi suçlaması, güveni geri getirmiyecektir…
Hemen, acilen randevulaşıp, oturup konuşmaya cesaret etme yürekliliğini göstermekten başka yol da kalmadı ise…
Barış’ı hatırlamanın işte tam zamanıdır.
Taraflar eğer hâlâ güçlü olma, güçlü görünme peşinde iseler…
Erken davranan daha güçlü olacaktır.
Kurban olduğumun barışı!..
.
.
.