Stephen Hawking, hani şu çağımızın son kalan filozof bilimcisi, geçen gün dedi ki;
İnsan yavrularının, bir an önce, başka gök cisimlerinden birinde kendilerine bir yer ayarlamalarının vakti geldi, geçiyor. Çünkü bu kıçı kırık dünya önümüzdeki bin yıl içinde tükenip yok olacak. Ona göre!..
Önce heyecanlandım, yüreğim ağzıma geldi. İçimi bir telaştır kapladı.
Eyvah!.. N’apmalıyım?.. Şunca yatırım yapmışım, kendime iki bilgisayar, cep telefonu, bir blender filan almışım, hatta sanki bin yıl yaşayacakmışım gibi bir de piyano!. Onu nasıl taşırım başka bir yıldıza?
Sonra siyasi yatırımlarım?.. Yatırım dediysem, politik yorumlarım, onlar orada hiçbir işe yaramaz ki. Sanki burada yarıyor da, her neyse şimdi bunların sırası değil.
Yani...
Ne diyordum?
Çok basit;
N’olacak bu memleketin hali? Derken... Şimdi buna bir de, n’olacak bu dünyanın hali, bu insanlığın ve benim harika siyasal yorumlarımın hali?.. Hadi diyelim ki, şu yumurta karıştırıcısı blenderi gözden çıkararabilirim de, ya şu piyano?.. Sanki çalabilir mişim gibi.
Gerçi 2023 ve 2071 yıldönümleri için bir sorun yok. Onları nasıl olsa kutlayacağız. Asıl dünyanın ilk on ülkesi içinde yer alma hedefimiz ne olacak? Dünyanın diğer gelişmişleri, yeter artık deyip, geliştikleri yerde, yerinde saymaya devam ederlerse onlara yetişip geçeceğimiz garantiydi.
Ama ülkemizdeki Batıcı Laik zevatın, İsa’nın doğum yıldönümü olan 3000. Yılı kutlamalarının tehlikeye girmesi, bu durumda kaçınılmaz oluyor. Bir de Şeb-i Arûs n’olacak? Doğucu İslâm dostlar da unutulmasın.
Ama başaracağız!.. Hepsinin üstesinden gelmeye....... var mısınız?
Burada “eveeet”, diye bağırılacak. Bağırmalısınız.
Ne demiş Oscar Wilde;
“Bu dünyada iki trajedi vardır.
Biri istediğini elde edememek,
diğeri de elde etmektir.”
“Eğer bu açmaz durum ve dünyanın gidişatı, işinizin ve meselâ başbakanlığınızın çok çok önemli olduğunu size düşündürüyorsa eğer, bu sinirlerinizin ciddi biçimde bozulduğunun en açık göstergesidir.”
Bu veciz yorum da, keşke benim olsaydı, değil. Hawking’den bir önceki filozof Bertrand Russell’in. Benim ki bir gözlem!
Meselâ kekekemelilik, beyin hızı ile, çene hızı arasındaki uyumsuzluğun bir sonucudur.
Beyin hızlı, çene yavaş çalışıyorsa ve ona yetişemiyorsa, ki çok ender bir durumdur. İşte o zaman klâsik kekemelik çıkar ortaya ve kişi tekler.
Beyin yavaş, çene hızlıysa, ki çok sık rastlanan bir durumdur. İşte o zaman beyin çeneye yeni mallar gönderinceye kadar, çene “eeeee!.. eee!...” diye beklemeye geçer ve kendini eylemeye bakar.
Bir de daha ilginç olanı var. Politikacı yalan söylemeye niyetlendiği anda, beyin çeneye dikkat diye, uyarı sinyali gönderir, o da önce direnir, tıkanır, sonra kendini toplar ve ardı ardına yumurtlamaya başlar. Bunun örnekleri pek çoktur, özellikle başbakanlıklar düzeyinde tivilerde bolca izlenir...
Tivi dedim de aklıma geldi. Neden uygar insanlar gibi, ekranlarda yan yana gelemiyor şu bizim muktedirler? Kendilerine mi güvenemiyorlar, bizlere mi?
Oysa, ya kendileri seçtiler o yeri, yada biz seçtik!.. Ee.. yani?
Tek bildikleri tek başına sahne almak ve sersemletinceye kadar dinleyenleri soluksuz bırakmak. Bayılıp kalmasınlar diye de arada bir, var mısınıııız, diye sıkıştırıp, varıııız..diye bağırtıyorlar ki, ciğerleri açılsın masum seçmenlerin.
Oysa bağırmıyorlardı, kimseyi de bağırtmıyorlardı. Telaşsızdılar, her kesimden destek buluyorlardı. İttifakları vardı, birliği savunuyorlardı.
Militer vesayete karşıydılar ve karşı duruyorlardı. Barıştan yanaydılar ve barışın üstüne yürüyorlardı. Her kesimden de destek görüyorlardı.
Bir yolsuzluk olayı, tüm birliği bozdu. Vesayet de, barış da başka bahara kaldı.
İşte günün birinde, başka gök cisimlerine götürmeye kalksam da hiçbir işe yaramıyacağını söyediğim, harika siyasî yorumlarımdan biri de buydu, bu arada ağzımdan kaçıverdi!..