Canım sıkılıyor. Ne yapsam diye düşünürken, aklıma bişey geldi. Empati yapayım diyorum. Hiç yapmamıştım, değişiklik olur, hem de. Şu günlerde canı sıkılan birinin yerine koysam kendimi, meselâ... Evet!.. Onun yerine koydum.
Haksızlığa uğradığımı fark ettim ilk anda. Benden yana yandaşlarım var ama.. Bana karşı olan da sürü sepet insan var. Ben ki taa altmışlı, yetmişli yıllardan beri siyasetin içindeyim.
Cağaloğlu’nda bulunmuşum, oradaki devrimcileri tanımışım, Necip Fazıl okumuşum, “Büyük Doğu”yu izlemişim vb. Politikanın ilk basamaklarından hiç birini atlamadan bu günlere gelmişim. İlçe’den, il’e oradan parti’ye, derken Belediye Başkanlığına. Arada mapusane bile var, geçelim. Sonra Meclis ve de Başbakan olmuşum, balkona çıkmışım, konuşuyormuşum...
Kendime hemen bir çimdik atıp, toparlandım. N’oluyo yau?..
Olan oldu, kendimi Cumhurun başı olarak buldum. Balkonu boş verip, meydanlara çıkmışım, konuşuyor da konuşuyormuşum... Kaba etime, yaradana sığınıp, sıkı bir çimdik daha attım, banamısın demedi, bu kez. Şööyle geriye baktım, bari neler yapmışım, görelim diye.
Derviş’in programını, harfiyen uygulamışım. Paradan altı sıfır atmışım, tutan olmamış. AB’ye selam vermişim, Putin’e göz kırpmışım. Cağaloğlu’ndan bu yana canımı sıkan, bunaltan vesayetçilerin sesini kısmış, demokrasi volüm düğmesini açmışım. Yandaşlarımın kulakları tırmalanıp, kafaları şişince de yine kısmışım. Aslında kapataymışım. Bakalım o da olur. Bu arada düğüm ve çözüm işlerini karıştırmışım.
Hani meydanlardaymışım ya, bunlar aklıma gelmediği için, yollar yaptım yollar, diyor başka da bişeycikler demiyormuşum. Hani bölünmüş yollar, bölünmüş yolsuzluk’un tersi ya, ondan olmalı.
Rüyamda gördüm... Banka müdürleri, Bankanın papuçlarını dama atıyor, boşalan ayakkabı kutularına kağıt paraları istifliyorlardı, haydaa!..Hayırdır inşallah.
En yakın dostlarım, bizim sokağın paralelinde otururlar. Şu duble yollardan gider, gelirler. Bizim oğlana takmışlar, güya sıfırlama işleri falan, ayakkabı kutuları gibi derken, Gezi’de Toma’lar arasında dolaşırken filan, “beraber ıslandık” şarkısını mırıldanırken... Böyle durumlarda hep, ter içinde uyandım, denir. Denir ama...
Empati mi yapıyorum, uykuya vardım da düş mü görüyorum? İnan olsun karıştırdım. Empati acemiliği diyeceğim ama bu durum hoşuma da mı gitti, nedir? Çok da heyecanlı üstelik. Empatimde gözleri kaldı, bence kıskanıyorlar. Tam işler yoluna giriyor ki, paralel paralel, paralelli üstüme geliyorlar.. Bu ne gürültü?.. Milleti uyandıracaklar, beni de... Empatim elden gidecek, elimden alacaklar onu. Normal biri olacağım yeniden!..
Bu empati’nin sempatik yanı kalmadı.
Ben normalleşiyorum. Ama önce bir parmak atayım diyorum uyarı babından...
O altmışlı, yetmişli yıllarda, elimizin ayasını gözlerine sokar gibi uzatıp “bak, beş parmak bir mi?..” diye sorardık.
Sonra bir işaret parmağımızı havaya kaldırır “Allah bir!..” derdik.
Onlar da iki parmağın arasını açıp zaferin V’sini gösterirlerdi, ne alâkası var?..
Üç parmağı geçelim, tatsızdır.
Gelelim dört parmağa. Baş parmağı içeri doğru kıvırırsan kalan dördü ortaya çıkar, “rabia!” diye bağırabilisin artık ve teklemeye başlarsın. Birer, birer dört kere.
Ama istersen o dört parmağı yavaşça kapatırsan, dördü birden diğerinin önünde saygıyla eğilip kapanırken, onu da yana doğru açarsan, bütün haşmetiyle Başparmak başını göğe doğru kaldırır. Görünür ve şööylecene havalanır.
İşte buradaki Baş.. benim Başkanlık düşümün sembolüdür. Empati işte, n’olacak?
Yalınız, aman dikkat!..
Dört parmak kapatılırken, başparmak arada kalmamalı. Kalırsa çok fena olur, muhalefetin diline dolanır.
----------o----------